Hatay Barosu:

Bir seçim için ülkenin geleceği feda edilir mi? Baro’ya göre, krizi çözmesi gereken YSK, krizin parçası oldu! Hatay Barosu, sonuçlandırılamayan İstanbul seçimleriyle ilgili olarak, “Bir seçim için ülkenin geleceği feda edilir mi?” sorusu ile uyarı görevinde bulundu. Hatay Barosu’na göre, krizi çözmesi gereken Yüksek Seçim Kurulu (YSK) ise, krizin nedeni haline geldi Hatay Barosu Yönetimi […]

Bir seçim için ülkenin geleceği feda edilir mi?

Baro’ya göre, krizi çözmesi gereken YSK, krizin parçası oldu!

Hatay Barosu, sonuçlandırılamayan İstanbul seçimleriyle ilgili olarak, “Bir seçim için ülkenin geleceği feda edilir mi?” sorusu ile uyarı görevinde bulundu. Hatay Barosu’na göre, krizi çözmesi gereken Yüksek Seçim Kurulu (YSK) ise, krizin nedeni haline geldi
Hatay Barosu Yönetimi adına Başkan Ekrem Dönmez imzalı açıklamada, Türkiye’nin bir seçim daha yaşadığı hatırlatıldı ve şöyle denildi:
“Gerek seçimler öncesinde, gerekse seçimler sonrasında yaşanan tartışmalar, Türkiye’nin, demokratik bir hak olan seçme-seçilme özgürlüğü başta olmak üzere birçok alanda yaşanan demokratik yönetişim ilkelerini benimseyemediğini, hukuka saygı çerçevesinde yıllar önce çözülmüş olması gereken genel idare ilkelerinin hiç çözülememiş olduğunu, bir seçim arifesinde ve sonrasında bir kez daha yaşadık.
Bu yaşanan süreç, bize tek bir özet çıkarma imkanı veriyor. Türkiye, henüz demokratik ilkelerin hakim olduğu bir ülke değil. Türkiye, henüz hukukun üstünlüğü esaslarının hakim olduğu bir ülke hiç değil.
Türkiye’de seçim hukukunun her aşaması, yetkili Yüksek Seçim Kurulu’nun, her seçimde kendine münhasır kanunu işine geldiği gibi yorumlayan ve siparişe göre karar verme görüntüsü içeren kararları nedeniyle ülkeyi bir çıkmaza sokmuştur.
Seçimle ilgili bir sorun veya krizi çözmekle tek yetkili organ olan Yüksek Seçim Kurulu, krizin sebebi haline gelmiştir.
Bununla birlikte, siyasetçilerin; bir hukuk devletinde görülmesi mümkün olmayan, sorumluluk içermeyen, seçmene mesaj verme kaygısı içeren ve hukuk dilinden uzak söz ve uygulamaları, var olan krizi daha da çıkmaz bir hale getirmiştir.
Siyasetçilerin kullandığı dilde hukuk yoktur. Sorumlu devlet insanlığı yoktur. Türkiye’de, siyasetin yönetimsel herhangi bir konuda kullandığı genel üslup ve siyaset dili, Türkiye’de yaşan tüm yurttaşlarımızı derinden sarsıyor.
Seçimlere ilişkin, Türkiye, sabırla ve hukuk içinde bir sonuç almayı beklerken, siyasetçilerin seçmen kütüklerine yönelik verdikleri kanunsuz uygulamalar, keyfi işlemler ve seçimlerin tamamlanma sürecine ilişkin olarak ‘seçimlerin kaç oyla kazanıldığında meşru olacağı’ gibi yersiz açıklamaları, Yüksek Seçim Kurulu’nun kanuna ve uygulamalarına aykırı kararlarıyla birleşmiş ve bir kaos ortamı doğmuştur.
Türkiye, bu sürecin artık genel evrensel ilkeler esasıyla tamamlanmasını bekliyor. Türkiye, artık nefes almak istiyor.
Ekonomik, siyasal ve sosyal krizlerle dünyanın boğuştuğu bir ortamda, Türkiye’nin geleceğini bir seçime feda etmeye hiç kimsenin hakkı yoktur. Türkiye’nin içinde olduğu ve tüm yurttaşlarımızı inim inim inleten bir krizden çıkışı düşünmek yerine, krizin içine doğru itmeye kimsenin hakkı yoktur.
Tüm bu kriz ortamına, hukuku esas almayan ve sorumsuz siyaset dili sebep olmuşken, hukuka uygun davranma-sorumlu davranma çağrısı yapan baroları ‘sorumlu olmadıkları’ bu krizin içine itmeye kimsenin hakkı yoktur.
Barolar, demokratik bir ülkenin işleyişinin, hukuk devletinin can damarlarıdırlar, sigortalarıdırlar. Barolar; hukukun üstünlüğünü, demokrasiyi, insan haklarını savunmak, korumak ve bu kavramlara işlerlik kazandırmak üzere demokratik ilkelere göre çalışan kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşlarıdır.
Hal böyleyken; yetkili-yetkisiz herkesin konuştuğu ortamda, gündem ve yerel seçimlerle ilgili değerlendirme yapan baroların açıklamalarına refleks göstermek, baroların, bir toplumdaki varlığı ve hukuksal işlevinin bilinmemesine ve hukukun üstünlüğünün içselleştirilmemesine bağlıyoruz.
Barolar, Avukatlık Kanunu ile kendilerine verilen görevleri yerine getirmektedirler. Her demokratik kurum gibi herkes kendi üzerine düşeni yapsa, ülkenin bu hale ve seçim sonrasına dönüşmesi söz konusu olmazdı. Bu açıdan, Türkiye’nin içinde olduğu bu sarmalın doğrudan sorumlusu olan ötekileştirici, ayrıştırıcı siyaset dilinin kimseye bir fayda sağlamadığını, tüm yurttaşlarımızın gelişmelerden rahatsız olduğunu, herkesin sorumluluk içinde davranması gerektiğini, kanunu ve hukuku aşar nitelikteki söz ve uygulamaların terk edilmesini tavsiye ediyoruz.
Bir an önce; hukukun üstün kılındığı, insan hak ve hürriyetlerine saygılı bir yönetişim tarzına ve diline dönülmesi için herkesi sorumluluk almaya çağırıyoruz.” -Cemil Yıldız-

Exit mobile version