Prof. Murat Erdoğan, her şeyin sakin göründüğü İdlib’deki sürece dair konuşurken, uyardı da… “Rusya ile yapılan anlaşma olası göç dalgasını engellemekle ilgili. Ne kadar işe yarayacağını bilmiyoruz. Çok öngörülebilir bir süreç yaşamıyoruz. Olası göç dalgasının kontrolü konusunda endişe büyük.”
Ankara ve Moskova arasında, üzerinde uzlaşılan mutabakata göre, radikal grupların İdlib’de silahsızlandırılmış bölgeden ayrılması için öngörülen süre 15 Ekim itibariyle doldu. Ancak Londra merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevi, cihatçı grupların bölgeden tamamen ayrılmadığı bilgisini veriyor. Bu ise akla olası askeri seçenekleri yeniden getiriyor.
-HTŞ TEHDİDİ-
İmzalanan mutabakat ve bölgesel çatışmasızlık için en büyük tehdit, Heyet Tahrir Şam (HTŞ) noktasında! Hatay’ın yanı başındaki İdlib vilayetinin yarısından fazlasında kontrolü elinde bulunduran Heyet Tahrir Şam (HTŞ), Pazar günü bir açıklama yayınlayarak, savaşmaya devam edeceklerini dile getirdi. Açıklamada, “Devrim hedeflerine ulaşana dek savaşma
Taraflar, yaşanan bu sıkıntılı sürece rağmen, Heyeti Tahrir Şam (HTŞ) ve El-Kaide bağlantılı diğer grupların militanlarıyla birlikte tamamen çekilmesinin biraz daha zaman alacağını öngörüyor. Yani Ankara, İdlib’de yaşayan 3 milyon sivilin yaratacağı olası bir göç dalgasına karşı başından beri hazırlıklarını sürdürse de, biraz daha zaman kazanmanın rahatlığını yaşıyor. Peki, “Olası göç dalgasının kontrolü konusunda endişe büyük” diyen, Türk-Alman Üniversitesi Göç ve Uyum Araştırmaları Merkezi Müdürü Prof. Murat Erdoğan’ın sözünü ettiği endişe nereden kaynaklanıyor?
-RİSK HEP VAR!-
2017 senesinde, “Suriyeliler Barometresi 2017 Çalışması” adı altında, Hatay’ı da içine alan 10 ilde bir çalışma yapan ve Türkiye’deki sığınmacı kalabalığının adeta nabzını tutan Prof. Murat Erdoğan, Türkiye’nin şu an ki önceliğinin, olası göç dalgasını belli bir bölgede tutmaktan yana olduğuna vurgu yaptı. Erdoğan, “Bir taraftan kamplar boşaltılıyor, bir taraftan sınıra yakın bölgelere yeni insani yardım konvoyları gönderiliyor. Boşalan kamplara yeni göçmenler alınabilecek. Ama göçün kontrol edilebilirliği çok zor. Kontrol edilemezse ne olacak? Böyle bir risk her zaman için var” dedi.
Türkiye’nin, bugün sayıları 4 milyona dayanan Suriyeli’yi topluma entegre etmeye çalıştığını, ancak bu konuda istenilen düzeye ulaşılamadığını belirten Erdoğan, “Çünkü Suriyeli mülteci konusu halka tam olarak anlatılamadı. Bugün, mültecileri garipseyen bir Türk
-HAZIR MIYIZ?-
TOBB Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden Doç.Dr. Başak Yavcan, Suriyelilerin entegrasyonu konusunda en çok araştırma yapan akademisyenlerden biri. Yavcan, olası göç dalgasına karşı tüm fiziki hazırlıkların tamamlandığını gözlediğini söylerken, Türk halkının yeni bir göç dalgasına “ruhen hazır” olmadığını dile getirdi.
“Kamplardaki mülteci sayısı 260 binden 178 bine düştü. Kamplarda sadece yeni gelen mültecilerin, yaşlı ve bakıma muhtaç olanların kalması öngörülüyor” diyen Yavcan, kamplardan çıkıp da Türkiye’de şehir hayatına karışan mültecilere karşı yerli halktaki önyargıların toplumdaki gerilimi yükselttiğinin altını çizdi.
Yavcan’a göre, ekonomik sıkıntılarla mücadele eden Türk halkı, Suriyelilere sürekli maddi-manevi yardım yapıldığını ve bu yardımların da kendi vergilerinden ve faturalarından kesinti olduğunu düşünüyor. Türkiye’deki Suriyelilere misafir gözüyle bakılmaması gerektiğine de dikkat çeken Yavcan, “Tamam, ülkesine dönenler de var, ama çoğu da kalıcı. Ve yeni gelecekler var. Çünkü Suriye’de savaş bitmiş de, hayat normale dönmüş değil” diye konuştu.
-3.5 MİLYON-
TÜBİTAK ile birlikte ‘1003 Entegrasyon Projesi’nin startını veren Koç Üniversitesi Göç Araştırmaları Merkezi’nden Doç. Dr. Şebnem Köşer Akçapar da konuya dahil isimlerden biri. Hürriyet Gazetesi’nden İpek Özbey’in sorularını yanıtlayan ve verdiği her cevapta Hatay kamuoyunun dikkatle izlediği sürecin adeta kare kare fotoğraflarını çeken Akçapar’ın ilk verdiği bilgi, Hatay ve diğer kentlerde yaşayan
“Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nün (GİGM) rakamlarına göre, Türkiye’de 3.5 milyonun biraz üzerinde geçici koruma altında Suriyeli bulunuyor. Ancak, geçici korunmadan yararlanmayıp oturma izni ile Türkiye’de ikamet eden, 2017 sonu itibariyle sayıları 65.000’i bulan Suriyeli de var. Bunlar, nispeten daha yüksek sosyo-ekonomik gruptan ve iş sahibi kişiler. Yine Türkiye’den çıkışlara baktığımızda, sayıları tam olarak bilinmemekle beraber, Türkiye’de kayıtsız yaşayanlar da mevcut.”
-DOĞAN KALABALIK-
2011’den bu yana 355 bin Suriyelinin Türkiye’de doğduğunu söyleyen Doç. Dr. Şebnem Köşer Akçapa, “0-4 yaş arasında 555 bin Suriyeli bebek var. 5-9 yaş arası 478 bin bebek var. Bunların da bir kısmı doğdu, bir kısmı ise çok küçükken geldiler. Suriye ile ilgili hiçbir hatıraları yok. Ailelerinden öğrendikleri bilgilerle anavatan duygusunu geliştiriyorlar. Türkiye tek hatırladıkları ve bildikleri yer” tespitinde bulundu, ama bir konuda da uyardı:
“Bu çocukların kaybolmuş nesiller olmaması lazım. Türkiye’ye bu konuda çok büyük sorumluluk düşüyor.”
-ÇOK EŞLİLİK-
Hatay’da en fazla Reyhanlı ilçesi ile gündeme gelen ‘Suriyelilerin’ ikinci eş olma durumuna ilişkin olarak da konuşan Akçapa, şöyle devam etti:
“Erken evlilikler oldu, bazı durumlarda Türk erkekleriyle çok eşlilik de oldu. Suriyeli kadınlar, tek başlarına çocuklarıyla Türkiye’ye gelmiş ise, büyük geçim derdindeydiler ve aile reisi rolüne adapte olmaya çalışıyorlardı. Eşleri ya ölmüştü, ya hâlâ Suriye’deydi. Ayrıca, Suriye’de 15 – 16 yaşındaki bir kızın evlendirilmesi özellikle kırsal alanlarda bir sorun olarak görülmüyor. Suriye’de aile hukukunda şeriat izlendiği için, erken evliliklerde bir kadının erkeğin ikinci eşi olmasına hukuki açıdan bir engel de yoktu. Buraya ilk geldiklerinde, Türkiye’de de benzer bir sistem olduğunu farz ettiler ve kandırıldılar. Ekonomik ve kültürel nedenlerle yapılan bu evliliklerin çoğu hüsranla bitti ve Suriyeliler Türk hukukunu öğrendiklerinde şaşkınlık yaşadılar. Şu anda çok daha kontrol altında. Çünkü sivil toplum ve devlet eliyle doğrudan bilgilendirme programları var.”
Bu, 500 bine yaklaşan bir Suriyeli sığınmacı kalabalığı kamplarında ve kentlerinde barındıran Hatay kamuoyunun sıklıkla sorduğu ve cevabına net bir sonuç ekleyemediği başlıklardan bir tanesi. Doç. Dr. Şebnem Köşer Akçapa’ya göre, geri dönüşler olsa da, kalacak da ciddi bir kalabalık var…
“Gerek daha önce yapılan araştırmalarda, gerekse bizim birebir yürüttüğümüz araştırmalara göre, Suriyelilerin büyük kısmı Türkiye’de kalmaya devam edecek. Bir araştırmada sorduğumuz sorulardan biri, hangi ülkede yaşamayı düşündükleriyle ilgili. Türkiye’de mi, Suriye’de mi, Avrupa’da mı? Bunu sormamızdaki amaç, her insan gibi gelecekteki hedeflerini belirlerken, göç etmek istedikleri ülkeleri anlamaktı. Büyük çoğunluk, “Biz Türkiye’de yaşamaktan mutluyuz” dediler. Konuştuklarımızın yüzde 80’inin üzeri Türkiye’de yaşamak istediğini söyledi. Birçoğu, siyasi nedenlerle dönmekten, Esad rejiminden korkuyor. “Biz, mülteci olarak geldik, Türkiye’ye sığındık, Esad rejimi bunu bizim aleyhimize kullanır mı” diye çekiniyorlar. İkincisi, özellikle Halep’ten gelenler, her şeyini kaybetmiş durumda. Burada sıfırdan bir hayat kurmuşlar. O zaman geri dönmek için de bir nedeni kalmıyor. Her halükarda, İçişleri Bakanlığı’nın verilerine göre, şu ana kadar 250 bin Suriyeli ülkelerine döndü ve güvenli bölgelere yerleşti bile…”
-ÖNLEM ALINMALI-
Hatay ve Kilis gibi, Suriyeli nüfusun çok ciddi rakamlara ulaştığı kentlerde yeni yaşam modellerinin oluşturulmasının gerekliliğinde duran isimlerden biri, Koç Üniversitesi Göç Araştırmaları Merkezi’nden Doç. Dr. Şebnem Köşer Akçapar ve uyarısı da buna dair…
“Bir an önce entegrasyon modelleri geliştirilmesi gerekiyor. Yoksa okullardan tutun, iş hayatına, iletişime kadar farklı alanlarda daha fazla sosyal sorun yaşayabiliriz. Eğitimsiz, iş-güç sahibi olamamış ve aidiyet geliştiremeyen gençlerin suça itilmesine kadar birçok sorunla karşı karşıya kalabiliriz.”
-HATAY TABLOSU-
Yerel yönetimlerin, mevcut tabloda kilit bir rol üstlendiğini kabul edersek, İdlib tablosundan damlayan soruların cevapsızlığında, ama Hatay başlığında, eldeki kalabalığın toplumla entegrasyonu için şu ana kadar ‘ne kadar başarılı’ olduk, soralım mı? Eğitim, sağlık, barınma, iletişim, meslek, halklar arasında kaynaşma gibi konularda nasıl bir entegrasyon modeli yaratabildik, sorgulayalım mı? Yoksa kendiliğinden şekillenen yeni halimizden memnunuz ve müdahaleye de gerek yok mu? Hangisi? -Tamer Yazar-