Hikâyemiz Aynı!
Hikâyemiz aynı, denilen de… “Suriyelilerin dönme olasılığı çok zayıf. Dönerlerse de, orada ne ile karşılaşacağını bilmiyorlar. Biz, onlara ‘gidin, orada ölün’ diyemeyiz. Bu insanlara kucak açmalıyız. Biz, dernek olarak kucak açtığımızda, bir kötülük görmedik. Tam tersine, bir sürü şey öğrendik onlardan. İnsanları ötekileştirip yok saymamalıyız. Birlikte yaşamak istiyoruz.”
Hatay’dan İstanbul’a giden ve şahit olduğu hikâyede mola veren Suriyeli genç bir sığınmacı, “Okmeydanı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği” ile başarılanın bir benzerini Hatay’da, Antakya’da hayata geçirmek istiyor. Buna dair kelimeleri ise, ‘BİZ’ adına…
“Size yazmadan önce, yapılanları gördüm, ardından buna dair haberi, ki sizle biraz da bunu paylaşmak istedim. Çünkü bizlerin çokça yaşadığı yalnızlığa bir çare olmuş bu adım ve belki de bir arada yaşayabileceğimize dair güzel de bir örnek.
Haberde dediği gibi aslında… Suriye’de süren savaştan kaçarak Türkiye’ye gelen yüz binlerce Suriyeli, hayatta kalma mücadelesi veriyor, hem de yıllardır. Kimisi tekstil atölyelerinde düşük ücrete, kimisi büyük fabrikalarda acımasızca koşullar altında çalışıyor. Bir biçimde hayatta kalmak için mücadele eden Suriyelilerin yaşam biçimlerine, çalışma koşullarına verilecek örnek çok. Ancak savaşın başka başka yerlere savurduğu milyonlarca Suriyeli kadının 17’sinin yolu bir
-VE HİKÂYE!-
Bahse konu Kadın Kadına Mülteci Mutfağı’nın hikâyesi, yaklaşık 2 sene önce başladı. 2017 yılı başında açılış yapan, Okmeydanı’nda, Mahmut Şevket Paşa Mahallesi’nde yaşayan Suriyeli kadınlar, ilk adımlarını; öncelikle üzüm, elma, erik reçeli yaparak attı.
Hatay’ın, kurumsal eliyle ‘ötekileştirilen’ sığınmacı hikayesine ilham olması istenen mutfağın serüvenini, mutfağın kuruluşunda büyük bir dayanışma gösteren OKDER (Okmeydanı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği) Başkanı Umut Dede anlatsın…
“OKDER, 2014 yılında kuruldu. 2015 yılında da mahallemize mülteciler gelmeye başladı. Biz, mültecilerin, televizyonlarda duyduğumuz gibi, her şeylerinin devlet tarafından karşılandığını ve hiçbir sorunlarının olmadığını sanıyorduk. Çünkü öyle gösteriliyordu. Sonra biz, buradaki yoksul komşularımız için ikinci el kıyafet, eşya kampanyası başlattık. Bu ihtiyacı karşılamaya çalışırken, mülteci komşularımızın da gelip, ‘bunları alabilir miyiz’ demesine şahit olduk. Şaşırdık. Çünkü ihtiyaçları olduğunu bilmiyorduk. Sonra onlarla sohbet etmeye başladık. ‘Neden, sizin yok mu, devlet size vermiyor mu’ sorularını sorunca, bizleri evlerine davet ettiler. Biz, onların, sadece dört duvardan ibaret
-REÇELLE!
Mülteci kadınlarla ietkileşimin böyle başladığını söyleyen Dede, yardımlarla meselenin çözülemeyeceğini, bu yüzden daha kalıcı bir çözüm yolu aramaya başladıklarını belirtti ve şöyle devam etti:
“Bu kadınların, kendi ayakları üzerinde durması gerektiğine dair düşüncemiz vardı. Zira ömür boyu destek verme durumumuz da yoktu. Sonuçta bir dayanışma derneğiyiz, ama bu insanların kendi ayakları üzerinde durması gerektiğine dair de bir şeyler yapmalıydık. Bunu kadınlarla
-DAYANIŞMA-
Sonrasında, her şeyin dayanışmayla yürüdüğünü anlatıyor Dede… Ya mahalleli, ya dernek üyeleri, ya başka STK’lar ya da kendilerinden haberdar olan insanlar, mutfağın malzemeleri için dayanışmada bulunmuş. Böylelikle, şimdi içerisinde çalıştıkları bu mutfak oluşmuş. Söylenen mi?
“Dayanışmayla var olduk. Bu yüzden bize gelen yardımları da hemen şeffaf bir şekilde paylaşıyoruz. Güveniyorlar da. Yavaş yavaş da mutfak profesyonelleşti. O kadınlar da, o günden bugüne emeğiyle çalışarak devam ediyor.”
Sözlerini, “Burası ticarethane değil, dayanışma mutfağı” diyerek sürdüren Dede, şöyle devam ediyor:
-ÖNYARGILAR-
Suriyelilere dönük önyargının burada da karşılarına çıktığını söyleyen Dede, bu sebeple buradaki kadınların yolculuğa ekside başladığını ifade ediyor…
“Genelde yemekleri Suriyeliler yaptıkları için, bir önyargı var. Kadınlar zaten mülteci oldukları için, eksi ile başlıyor. Çünkü bir önyargı var! ‘Bunlar Suriyeli! Onların yemekleri pistir, kirlidir, bunların yemekleri yenmez’ diye bakılıyor. Ancak kim gelirse, ne kadar temiz ve hijyenik olduğunu görüyor. Biz bu önyargıyı kırmak için tadım günleri yaptık. Yemeklerin tadına bakanlar, gerçekten de çok beğendiler. Çünkü lafla onları ikna edemeyiz. Gelecekler, bakacaklar. Her şeye
-BİRLİKTE!-
Dede, “Hepimiz insanız” diyor. İnsanlar arasında ayrımcılığın, ırkçılığın olmaması gerektiğini savunuyor. “Kendi yoksulluğumuzun sorumlusunu bir başkasına değil, bizi bu koşullara iten yönetenlere göstermeliyiz. Suriyeliler de, biz de, burada yoksul ve emekçiyiz. Burada bizim bir komşuluk hukuku tesis etmemiz lazım. Çünkü Suriyelilerin dönme olasılığı çok zayıf ve dönerlerse, orada ne ile karşılaşacağını bilmiyorlar. Biz, onlara, ‘gidin, orada ölün’ diyemeyiz. Bu insanlara kucak açmalıyız. Dernek olarak kucak açtığımızda bir kötülük görmedik. Tam tersin, bir sürü şey öğrendik onlardan. İnsanları ötekileştirip yok saymamalıyız. Birlikte yaşamak istiyoruz.”
-SÖZÜN ÖZÜ-
Anlatılan hikâyeyi İstanbul’dan Antakya’ya taşıyan ve ‘neden olmasın’ diyen genç Suriyeli sığınmacı bitirsin bugünü ve kendi adına nokta koysun…
“Burada da hem Suriyeli hem Türkiyeli kadınlar bir araya gelebilir, bizlere de bu anlamda yol gösterilebilir. Birlikte çalışabileceğimiz alanlar oluşturulabilir. Birlikte daha güçlü
-BİR TAVSİYE!-
Hatay’ın, gastronomi, aynı zamanda bir dünya kenti olduğunu işaret edenlerin tavsiyesi ise, bu iki kimliğin, kentin misafir ettiği bu büyük kalabalık nezdinde kullanılması yönünde. Bu yönde atılacak bir adımın, kenti, ülke ve dünya gündemi-ne taşıyacağına işaret edilen tespit, kent idarecilerinin inisiyati-finde! Bundan sonra atılacak adımlar da!
Peki, kararımız ne? Han-gi yönde? -Tamer Yazar-