Sabahattin Yalkın
15.Temmuz.2019 / Sarımsaklı-Ayvalık
1934 Antakya doğumlu olduğuma göre Fransız İşgali döneminde doğmuşum. Babamın “Asker Yusuf” (Çapar Yusuf’da derlerdi…)
denilen samimi bir arkadaşı vardı.Fransızların lejyon askerlerinden biri idi. Babamla ne konuştuklarını bilmiyorum: Bana, Yusuf emmin seni Fransız kışlasına götürecek; gezdirecek… Sonra buraya geri getirecek… Sanırım 4-5 yaşlarındayım o zaman… Kışla, şimdiki Jandarma kışlası… Asker Yusuf amca beni elimdem tutup Kışla’ya getirdi. Büyük kapıdan içeri girdiğimizi hatırlıyorum. Daha fazlası kafamda resimlenmiyor. İçerde bazı askerlerin bana yakınlık gösterdiğini,ilgilendiğini anımsıyorum. Ancak bazı kapkara askerlerin yakınlaşmaları beni korkutmuş olmalı ki, ağiamaya başladım. Sonra o askerlerden bazıları bana şekerli bir şeyler verdiler.İleri yaşlarda onların çikolata olduğunu öğrenmiştim. Orada ne kadar kaldık hatırlayamıyorum. Ama çıkmadan önce Asker Yusuf amcayla fotoğrafımız nasıl çekilmişse çekilmiş, bir pozumuz var.O fotoyu bulmam şu anda mümkün değil… (Ayvalık’tayım… İstanbul’a dönünce bulmaya çalışacağım… ) Sanırım Fransız Kışlasına,Fransızlar orada iken giren benden başka çocuk olmamıştır.
Bu olaya bir iki ekleme yapacağım. Bir gün babama sormuştum.Sen çete mücadelesinde aktif bir Antakyalı iken, baban Topal Zeki çetelere kurşun hazırlayan biri iken… Bu asker Yusuf’la nasıl ahbab oldunuz? Babam, yahu o Yusuf, bizim casusumuz idi oğlum… Kışladan bize haber getirirdi… demişti.
Dedem Zeki, Erzurum Cephesi’nde Allahuekber Dağlarında tek kurşun sıkmadan donan, 90 bin askerimizden ayrı, sağ kurtulanlardan biri… Süvari imiş… Ayakları donmuş ve narkozsuz kesmişler… Ben Topal dedemi görmedim. 1930 larda ölmüş…
Ve aradan kaç yıl geçtikten sonra, İstanbul’da İTÜ’de okurken Aksaray’da Antakyalıların kaldığı bir otelde,bir tanıdığımı ziyarete gitmiştim.Orada Yusuf amca ile karşılaştım. Elini öptüm,o da boynuma sarılıp öpmüştü beni. Hastayım,dedi.Kötü, çaresiz hastalık… Yarın Antakya’ya dönüyorum… Sarıldı boynuma… İkimiz de ağlıyorduk… Evet,Asker Yusuf,Hatay Mücadelesi’nin bilinmeyen kahramanlarından biri idi. Işıklar içinde uyu Yusuf amca…
Bu arada Fransız Dönemi yıllarında yaşadığım ve de çok iyi anımsadığım iki olayı anlatmak istiyorum. Mustafa Kemal Atatürk’ün ölüm haberi… 10.Kasım.1938… Antakya’da evimiz Süveyke inişinde bir çıkmazda idi.(Çıkmazın adı var mı, hatırlayamıyorum.) Dayım oğlu ile (Mehmet Emin Zorkun… O benden iki yaş büyüktü) Köprü’nün oralarda dolaşıyorduk… Bazı kimselerin ağladını gördük… Mahalleden Nejat abi vardı… O da ağlıyordu… Ona sorduk, niye ağladığını… Ağlayarak, Atamız ölmüş… Atatürk ölmüş… dedi. Baktım,Emin’de ağlıyor… Doğrusu ben olayı pek de kavramış değildim… İlerdeki yılların birinde bir 10 kasım günü, facebook’ta şunları yazmıştım: Ben Mustafa Kemal Atatürk’le bu dünyada dört yıl yaşadım… Bu da bana yeter…
Atatürk’ün, “Kırk asırlık Türk yurdu – Esir kalamaz Hatay! ” sözleri, O’nun hastalık günlerinin baş derdi olarak gördüğü Hatay’ı kurtarma çalışmalarının özeti gibidir.Suriye’de görevli olduğu süre içinde Antakya ile ilgili ciddi çalışmaları olmuştur. Bir Alevi arkadaşımın dedesinden, Mustafa Kemal’in Antakya’ya geldiğini,sonra Süveydiye’de o zamanın önemli şeyhleri ile görüştüğünü dinlemiştim.(Bunun araştırılması benden çok tarihçilere düşer.) Atatürk’ün yaşamı ile ilgili çok yazı,kitap okudum. Bir Osmanlı subayı olan Mustafa Kemal nerede görev almışsa oralarda ciddi incelemeler yapmıştır. Bu yapısı, sonraki yıllarda Kurtuluş Savaşı’mızdaki başarılarının en önemli nedenlerinden biridir bence. Anadolu’yu, Anadolu insanını ondan daha iyi bilen bir başka komutan göstermemiz mümkün mü bilmiyorum. Mustafa Kemal hiçbir işini şansa bırakmamıştır. Sonucunun ne olacağını bilemediği hiçbir girişimi gösterilemez.Hatay konusunda olduğu gibi… Büyüklerimden dinlediğim önemli bir sözü daha var. “Hatay’ı İsviçre yapacağım!”
Ben Türk Ordusu’nun Hatay’a girişini (Şükrü Kanatlı komutasında) hatırlamıyorum. Ama Fransızların kamyonlarla Antakya’dan ayrılışlarını yaşadım. Bütün Antakyalılar kadınlı erkekli,çoluk çocuk Köprübaşı’na yığılmıştı. Anne annem beni omzuna bindirmişti. Köprü’nün Ulucami’ye bakan başında, Asi’nin kıyısında üç dört dükkan vardı.O dükkanlardan biri mülebbes (Badem şekeri) satardı.Herhalde bir kuru yemişçi idi. Asi kenarından geçen yol yoktu. O yolda biri Camlı Kahve iki kahve hatırlıyorum…( Koyuncu Yusuf’un kahvesi diye kalmış kafamda) Fransız askerleri kamyonlar içinde Saray Caddesi’nden gelerek,önümüzden geçtiler,Reyhaniye yoluna devam ettiler.Bu ne kadar sürdü hatırlayamıyorum. Kafamda kalan tek resim şu idi:Kamyonlarda ağlayan askerler vardı… Sebebini çözebilmiş değilim…Sonra anneannemle Fransız Kışlasına gittiğimizi anımsıyorum.Antakyalı kadınlar Kışlayı baştan başa yıkamışlar…Sularda zehir olabilir diye bir söylenti kalmış kafamda,ama tam net değil…
İstanbul’da okurken,Aksaray’da Hatay Yurdu’nda kalıyordum.Komutan Şükrü Kanatlı’nın vefat haberi geldi. Protokolda Hataylılara özel yer ayrılmıştı. Hepimiz tıraş olmuş,en temiz elbiselerimizi giymiş, ayakkabılarımızı boyatmıştık.O gün Yurttaki bütün Hataylılar o cenazeye katıldık. Büyük askerin tabutunu şükran duyguları içinde taşıdık. Işıklar içinde uyusun…
Hataylıların Büyük Bayramını yürekten kutlarım…