Yaklaşık iki aydır, yaşadığımız koronavirüs salgınının sadece bir sağlık krizi olmadığını görüyor ve deneyimliyoruz. Peki, salgının, ülkemizde ekonomi üzerinde nasıl bir etkisi oldu ve olmaya devam edecek? Bu olumsuz etkiler daha ne kadar sürecek? Her şey ne zaman normale dönecek? Krizin en az zararla atlatılabilmesi için neler yapılması gerekiyor? Haklısınız, soru da çok, özlediklerimiz de…
COVID-19 krizi… Bu konuda herkesin bir fikri var. Biriken şikâyetleri de. Ama ifade edilen tek bir şey var ki, o da şu… Bireylerin ve toplumların bunun gibi şokları daha iyi atlatabilmesi ve sonrasında düze çıkabilmesi için, hem kısa hem de uzun vadede, kırılganlıkları azaltan ve krizle mücadele kapasitesini yükselten politikalar hayati önem taşıyor.
İsmini vermek istemeyen, Antakya’dan bir işletmecinin ifadesi ve eleştirisi buna dair:
“İfade ettiğiniz gibi, son 2 aydır, herkesin, hepimizin üzerine adeta ölü toprağı serpilmiş gibi. İçine düştüğümüz karmaşadan kaçacak durumumuz var mıydı? Hayır! Eskiden, Türkiye’de sıkıntılı olanlar, yurt dışını adres gösterirdi. Ama bu kriz dünyayı sardı. Anlayacağınız, kimse için kaçacak hiçbir yer kalmadı! Peki, bugün! Sorunlar bitti mi? Yeni normal diyoruz ama… O normal, kime göre ‘normal’, sormak lazım. Bugüne kadar kredilerle, borçlarla, ertelemelerle, borçlularımızdan kaçarak geldik. İçimizde kaç kişi rahat, sorun! AVM’lerin bu alelacele açılışı bile ekonominin kriz sinyalleri yüzünden. Yine de bugün, AVM’lerde doğru dürüst alıcı göremezsiniz. İnsanlar korkuyor. Mesela sanıyor musunuz, Antakya’nın trafiğe kapalı Saray Caddesi’nin o iğne atsanız düşmeyecek insan kalabalığı hemen oluşacak? Ya da eski Antakya içindeki tarihi evlerin otel hallerinde doluluk yüzde 100 olacak! Tüm bunlar hep zaman alacak. Ama bizlerin tüm bu sorunlarına rağmen, hayatı çok özleyen de bir kalabalık var karşımızda ve bizlerin asıl şansı da bu bence. Herkes, o yeni normal içinde kendi normalini yaratacak. Yine gezecek. Yine yiyecek. Üstüne başına bir şeyler alacak. Dedim ya, hayatı özledik. Bundan kaçamıyoruz işte!”
-SÖYLENEN!-
Yaklaşık iki aydır yaşadığımız koronavirüs salgınının herkese eşit davrandığı söylense de, durum çok farklı. O zaman, Antakya Gazetesi ile paylaşılan ‘YENİ DÖNEM’ beklentileri ile ilerleyelim ve gelen mesaj sahiplerine sözü bırakalım.
U.Ç. >> Geçen gün bir yerde okudum. Birleşmiş Milletler Kadın Birimi (UN Women) Türkiye Programlar Direktörü Zeliha Ünaldı demiş ki… “Dünya genelinde kadın, hane içinde, erkeklere göre üç kat daha fazla zaman harcıyor. Bu oran, Türkiye’de dört katına, hatta okul öncesi dönemde çocuğu olanlarda beş katına çıkıyor. COVID-19 döneminde ise bu oranın, yine kadınlarda erkeklere oranda daha çok arttığını görüyoruz.” Kendimden biliyorum. Haklı. Bence bu dönemin en yorgunları, çalışsa da, çalışmasa da, kadınlar oldu. Sanırım, evin içinden hayata koşar adım atmak isteyenlerden biriyim o yüzden. En basitinden, evimin yanı başındaki parkta, bir bankın üzerinde oturmak ve gözlerimi kapatıp kendimi dinlemek istiyorum. Tabi ne yalan söyleyeyim… Uzun Çarşı içindeki o restoranlarda tepside et yediğimiz zamanları da çok özledim. Arkadaşlarla ara ara yaptığımız kahve molalarını da.
K.O. >> Her gün çocukları okula, eşimi işe gönderirken, şimdilerde aylardır iç içeyiz. Tabi böyle olunca, çocuklara sürekli bir şeyler hazırlama telaşım hiç bitmedi. Yorgun muyum? Evet. Tüm bunlar olmadan önce, tatil planlarımız vardı. Hepsi rafa kalktı. Artık ne zaman olur, onu da Allah bilir.
P.M. >> En çok neyi özledim… Evim, Asi’ye bakıyor. Şimdilerde, sarmaşıkların yemyeşil olduğu zamanlar. Su da yükselmiş. Sadece bu manzara bile yetiyor. Ama akşamları yol boyu yapmayı da özledim. Ama sıkıntı hissetmeden. Çünkü hala maskeli çıkıyoruz. Biri yanımızdan geçerken, korkuyla, bir adım yana kaçıyoruz. Tüm bunların bitmesini istiyorum sadece. Şöyle maskesiz, bu şehrin havasını doya doya içime çekmeyi istiyorum sadece.
O.L. >> Pazartesi itibariyle ofise gitmeye başladık. Ama maskeliyiz. Halk otobüsleri Allah’tan kalabalık değil. Her sırada bir kişi oturuyor. Kimsenin yanına bir başkası oturmuyor. Merak ettiğim şey şu ki… Bir süre sonra, bu yarı kapasite, otobüs duraklarında bekleyenlere yetmeyecek! O zaman nasıl olacak durum? Yine bizleri istifleyecekler mi eskisi gibi? Dilerim aynı rezilliğe dönmeyiz bir kez daha!
Y.Ç. >> Bir turizmci olarak, şu dönemde neler yapıldığını bilmek istiyorum. Müzelerdeki eksiklikler için, diğer tarihi alanlardaki sorunlar için, yollardaki çukurlar için, kaldırımlar için, kent merkezindeki tarihsel emanetlerin yaşadığı yalnızlık için! Çünkü gördüğüm kadarıyla, bir şey değişmiyor. Her şey, olduğu gibi! O zaman, bu geride kalan 2 aylık sürenin insansız ve çalışmasız sürecinde, yetkililer ne yapmış sahi? Tabi bir de şu, bitkilerden yapılma Hitit Kralı var! Haberinizi okudum! Koca burunlu, ağzı olmayan bir Kral! Bir zamanlar, onu dönerci yapmışlardı. Dili dışarıda, Gastronomi mankeni bile oldu. Bir de bu son karikatür hali!
U.B. >> Bence, sabredemedik. Aslında eski hallerimizi o kadar özledim ki… Ama biliyorum ki, daha kötüsü de olabilir! O yüzden, insanlara kızıyorum. Hele ki AVM’lere koşar adım gidenlere! Hala işin ciddiyetinde olmayıp da maskesiz dolaşanlara! Sosyal mesafeyi oyun zannedip, marketlerde dip dibe duranlara! Hayatı mı ciddiye almıyoruz yoksa ölümü mü, biliyorum ama… Ben, hayatı böyle üstünkörü yaşayanları sevmiyorum.
-ŞIMARIĞIZ!
Antakya Gazetesi okurunun da dile getirdiği ve eleştirdiği konuya değinen bir diğer isim, Yazar ve Psikolog Gündüz Vassaf. Söyledikleri mi?
“İki ay önce ilk hissetmeye başladığımızda, olup bitene kuşbakışı bakabiliyorduk. Onu kaybettik. Kimimiz rakamlar içinde boğuldu, kimimiz ‘ne yapacağız’ sorusu ile cebelleşmeye başladı. Ailelerimizle yeniden tanışmaya başladık! ‘Tuvalet kâğıdı bitti mi kaldı mı, başkaları ne yapıyor’ derken, ormanı göremez olduk, ağaçlara takılı kaldık.
Türümüz o kadar uyumlu bir yapıya sahip ki, değişikliklere hemen uyum sağlıyor. Sanki her gün böyleymiş gibi davranıyor. Çok zor, ama biraz dışarıdan bakabilsek, iki ay içinde ne kadar çok şeyin değiştiğini göreceğiz. Başlarda, ‘bu hastalıktan kurtulabilir miyiz’ diye düşünüyorduk. Şimdi ise okudukça ve gelişmeleri gördükçe, kolay geçmeyeceğini, belki de hiç geçmeyeceğini öğrendik ve kabullenmeye başladık. Bu, büyük bir değişiklik.
Aşının bulunup bulunamayacağı bile belli değil. Olacaksa da bir yıldan önce olmayacak. Aşı bulunsa bile, çok becerikli olduğunu söyledikleri bu virüs, mutasyonlar geçirebilir ve aşı, işe yaramayabilir. Uzun ve sonu bilinmeyen bir yolculuktayız.
Bu durumu, devletler de gördü ve artık havlu atmaya başladılar. Bu, ne anlama geliyor? Adını telaffuz etmekten çekiniyorlar ama, ‘Artık sokağa çıkın’ diyorlar. Bunu, direkt olarak bir tek İsveç söyleyebildi. ‘Sokağa çıkın’ diyerek, ekonomiyi kurtaracaklarını zannediyorlar. Ancak bu sefer de, hastalık ikinci ve hatta üçüncü zirvelerini yapabilir. Onun için iş, bize, kendimizi ne kadar koruyabileceğimize kaldı.
Bir de, bu son iki ay içinde türümüzün ne kadar şımarık olduğunu gördük. II. Dünya Savaşı’nda ülkeler işgal edilirken, her an bombalar yağabilecekken, insanların ne kadar sabırlı olduğunu düşünün. Ya da temerküz (toplama) kamplarına bakın! Ölümcül koşullara rağmen, bir yaşam gücü vardı orada. Bizim yaşadığımız krizden ise insanların yüzde 98’i sağ çıkacak. Bir raf ömrü var ve tıpkı bir orman yangını gibi sönüp gidecek. Buna rağmen, bu kadar şımarık ve bencil olabileceğimizi düşünmemiştim.”
-ÖZETLE!-
Hayat devam ediyor! Ama bundan sonrası, dün gibi değil! O yüzden, yeni normaldeyiz! Maskeli ve Sosyal Mesafeli! Hayatı özledik belki, ama o hayatın içinde daha ne kadar kalmak istediğimiz, kurallara ne kadar bağlı olduğumuzla da ilgili! Unutmayın! -Tamer Yazar-