Haziran Ayı mı, Hazan Ayı mı?

Haziran ayı birçok değerimizi alıp götürmüştür. Ahmet Arif, Orhan Kemal ve Dünya ozanı Nazım gibi.. Sadece Nâzım Hikmet değil bizi haziranda bırakıp giden… Edebiyatçılar haziranı çoktan hazana döndürmüş ve Rahmetli Hasan Hüseyin’in deyişiyle, “Haziranda ölmek zor“muş. Haziran başka kimi mi ayırmış bizden? Ahmet Haşim, 4 Haziran 1933; Mina Urgan, 15 Haziran 2000, Ahmet Muhip Dıranas, […]

Haziran ayı birçok değerimizi alıp götürmüştür. Ahmet Arif, Orhan Kemal ve Dünya ozanı Nazım gibi.. Sadece Nâzım Hikmet değil bizi haziranda bırakıp giden… Edebiyatçılar haziranı çoktan hazana döndürmüş ve Rahmetli Hasan Hüseyin’in deyişiyle, “Haziranda ölmek zor“muş.

Haziran başka kimi mi ayırmış bizden? Ahmet Haşim, 4 Haziran 1933; Mina Urgan, 15 Haziran 2000, Ahmet Muhip Dıranas, 21 Haziran 1980; Vüs’at O. Bener, 1 Haziran 2005; Peyami Safa, 15 Haziran 1961; Kazım Koyuncu, 25 Haziran 2005….

Kazım Koyuncu, gerçek bir Karadenizli, gerçek bir demokrat. Su gibi, ekmek gibi… Sevdi sevildi ve bunca sevenini geride bıraktı. Gerçekte sadece biyolojik yaşamı son buldu. O kendisini her zaman aşan bir sanatçıydı. Halk da onu böyle tanıdı ve sevdi. O hep sevginin yanında yer aldı. Türkülerini insanları mutlu etmek için söyledi. Şu sözlerini unutmak olası mı?

“Bu arada; hiç başımızdan eksik olmayan gökyüzüne, günün karanlık saatlerine, ara sıra kopsa da fırtınalara, bir gün boğulacağımız denizlere, eski günlere, neler olacağını bilmesek de geleceğe, kötülüklerle dolu olsa bile tarihe, tarihin akışını düze çıkarmaya çalışan tüm güzel yüzlü çocuklara, Don Kişotlara, ateş hırsızlarına, Ernesto “Ç’e” Guevera’ya, yollara-yolculuklara, sevgililere, sevişmelere, sadece düşleyebildiğimiz olamazlıklara, üşürken ısınmalara, her şeyden sıcak annelere, babalara ve tadını bütün bunlardan alan şarkılara kendi sağlığımızı gönderiyoruz. Kötü şeyler gördük. Savaşlar, katliamlar, ölen-öldürülen çocuklar gördük. Kendi dilini, kendi kültürünü, kendisini kaybeden insanlar, topluluklar gördük. Kendi dilini, kendi kültürünü, kendisini kaybeden insanlar, topluluklar gördük. Yanan köyler, ormanlar, hayvanlar gördük. Yoksul insanlar, ağlayan anneler, babalar her gün bile bile sokaklarda ölüme koşan tinerci çocuklar gördük. Biz de öldük. Ama her şeye rağmen bu yeryüzünde şarkılar söyledik. Teşekkürler dünya.”

Haziran ayı, önemli düşünürümüzü alıp götürmüştü aramızdan. Cemil Meriç’i. Cemil Meriç, geç fark edilen bir aydın, bir değer. Kimileri onu Batılılaşmanın karşısına çıkarılan bir Doğulu olarak görür.

Cemil Meriç, Türk düşünce yaşamının zirvelerinden birisidir. Anlamak, ayağa kalkıp koşmak isteyen herkesin ondan alacağı çok şey vardır. Ali Yüce’nin ifadesiyle: “Onun toprağı güneyin toprağı canım. Kimseyi aç, susuz ve kimseyi yalnız bırakmaz.”

Uzun yıllar bölgemizde müfettişlik yapan Hasan Güleryüz’den dinlemiştim: Bir sınıfa girdiği zaman öncelikle öğretmene, Cemil Meriç ile Ali Yüce’yi sorarmış.

1916 yılında Hatay’da doğan ünlü yazar ve düşünür, eleştirileri ve incelemeleriyle Türk edebiyatı ve düşünce dünyasında önemli bir yer edindi.

Cemil Meriç, Hataylı olmasına rağmen geç fark edilen bir değerimiz. Son birkaç yıl içinde adı caddelere veridi, ülkemizin farklı yerlerinde adını taşıyan okullar oldu. 2013-2014 Eğitim Yılı kentimizde “Cemil Meriç Yılı” ilan edildi. Üniversitemizde adını taşıyan bir araştırma merkezi kuruldu. Adına yarışmalar düzenlendi.

Reyhanlı Belediyesi geçtiğimiz birkaç yıl içinde kendi değerini gerçekten sahiplendi. Doğduğu ev restore edilip müzeye dönüştürüldü. İki yıldır lise öğrencilerine yönelik ödüllü yarışma düzenlendi.

20 Şubat 2010 tarihinde, ATSO tarafından “Düşünce Hayatımızda Cemil Meriç” sempozyumu düzenlendi. Sempozyumda sunulan bildiriler yine Reyhanlı Belediyesi tarafından kitaplaştırıldı. (Devam edecek)

Exit mobile version