Keyifli bir Antakya esintisi…
Ak Parti Hatay Milletvekili Hüseyin Yayman’ın davetiyle geldiği Hatay’da birçok ziyaret gerçekleştiren ve geride kalan bir kaç gün için, “Bu üç günde ömre sığmaz dostlar edindim, inanmazsınız…” diyen Sabah Gazetesi’nin usta ve deneyimli yazarı Hıncal Uluç’un durak noktalarından biri, Türkiye’nin son Ermeni Köyü, Vakıflı oldu.
25 Eylül’de tarihli yazısında İstanbul’da Hatay Günleri’ni kaleme alan ve herkesi, İstanbul’a gelen Hatay’a davet eden, ederken de, “Maltepe sahilinde kurulacak stantlarda zengin Hatay mutfağı da ziyaretçilere sunulacak. Sini kebabından kâğıt kebabına, oruktan künefeye kadar Hatay’a özgü yemeklerin yanı sıra zeytin, zahter, defne sabunu gibi yüzlerce yöresel ürün de orada olacak. Yani… Çarşamba’dan Pazar’a bir zaman bulup ailecek Maltepe sahiline gidin ve harika bir gün geçirin. Hem de harika lezzetli bir gün. Erken davranırsanız, bir gün daha gitme fırsatı bulursunuz” ifadelerini kullanan, Sabah Gazetesi’nin usta ve deneyimli yazarı Hıncal Uluç, geçtiğimiz günlerde Antakya’ya geldi ve birçok ziyaret gerçekleştirdi.
-SON KÖY-
Ak Parti Hatay Milletvekili Hüseyin Yayman’ın davetiyle geldiği Hatay’da Vali ile görüşen Uluç’un ziyaret ettiği yerlerden biri, Türkiye’nin son Ermeni Köyü, Vakıflı oldu. Burada, Vakıflı Köyü Vakfı Başkanı Cem Çapar tarafından karşılanan ve Köy sakinleriyle bir araya gelen Uluç, köyün geleneksel ürünlerinin ikram edildiği samimi bir atmosferde ağırlandı.
İstanbul’a dönüşünde, geride kalan Hatay adına Sabah Gazetesi’ndeki köşesinde duygularını ve sohbetlerden ona yansıyanları paylaşan Hıncal Uluç, “Hatay dünyaya bir armağandır!” adlı bir köşe yazısı ile de kelimelerini okuyucularıyla paylaştı.
-64 YIL SONRA-
64 yıl sonra yeniden Hatay’da olmaktan dolayı keyifli olduğunu ifade eden Uluç’un yazısına eklediği düşünceleri şöyle:
“Eskiler, seyahatten dönenlerin etrafına toplanır, ‘Yediğin içtiğin senin olsun. Bize gördüklerini anlat’ derlerdi.
Eğer, Hatay dönüşü siz de bana böyle diyorsanız… ‘Bu yazı burada bitti… Nokta!’
Şaka tabii… Ama hani nasıl her şakada bir gerçek payı var, bunda da öyle… Müthiş bir mutfakla karşılaştım, tam 64 yıl sonra yeniden gittiğim Hatay’da. Anlatacağım, sırası gelince…
Ama asıl anlatacağım, insanlar… Hatay’ın insanları… Cumartesi akşam üzeri indim Antakya’ya. Salı öğlen de uçağımız havalandı. Yani bir Pazar, bir Pazartesi yaşadık orda, ağbimle. Yani nerden baksan, topu topu iki tam, iki de yarım gün. Yani toplasan üç güncük! Ama bu üç günde ömre sığmaz dostlar edindim, inanmazsınız.
Hatay’da kaç tane evim var biliyor musunuz şimdi? Ya da kaç Hataylının İstanbul’da ve de Urla’da evi var şimdi? Öylesi dostluklar kurduk, o üç günde… Ben o dostlukları, on yıllardır içinde olduğum Sabah’ta kuramadım.
Her gün asansörde birbirlerinin yüzüne bakmayan, gülümsemeyen, ‘Allah’ın selamını esirgeyen’ insanlarla inip çıkmaktan, bu köşede kaç kez şikayet eden, ama o asık suratları bir türlü gülümsetemeyen ben, Hatay’da nasıl sıcak kanlı, nasıl cana yakın, nasıl gülen, koşan, sarılan insanlar buldum. Yani istisna falan değil… Hemen hepsi öyle.
Hatay insanı ayrı bir tür, ırk, ayrı genetik dersem, inanın… Oysa Hatay, Babil Kulesi gibi… Etnik olarak, inanç olarak… Mesela Araplar var. Sünni Araplar. Şii Araplar. Ortodoks Hıristiyan Araplar. Yani Arab’ı bile üç çeşit… Yahudiler var. Ermeniler var. Nusayri Alevileri, Kürtler, Çerkesler, Arnavutlar var. Ve çoğunluk, bir bölümü Balkan göçmeni olmak üzere, Türkler. ‘Ve bu insanlar asırlardır, kavgasız, dövüşsüz bir arada yaşıyorlar. Komşuluk ediyor, sevgiyle kucaklaşıyorlar’ dedi, bir nezaket ziyareti için gittiğim, Mülkiyeli Kardeşim Vali Erdal Ata. ‘Hâlâ da öyle yaşıyorlar…’
Havasından mı, suyundan mı bilmem. Hatay, bir medeniyetler buluşması, daha önemlisi, bir ‘İnançlar Buluşması’ diyarı. Gittim… Gördüm… Aralarına girdim… Yaşadım… Valimizin her sözü hem de öyle doğru ki…
Dünyanın ilk kilisesi burada. Anadolu’nun ilk camisi de burada. Eski Antakya’da bir sokağa girdik. Sokağın bir başında cami, tam karşısında kilise. Kiliseyi geç. On adım sonra Sinagog. Üç büyük dinin mabetleri, dünyaya örnek olsun diye sanki, yan yana, ayni daracık sokakta. Dünyaya örnek olmalı gerçekten Hatay.
Ağbim Öcal, bir sohbette, ‘Yahu senin ortayı, benim liseyi okuduğum Hatay ne âlemde acaba? Bir gitsek de görsek’ demişti.. Ben de ‘İyi olur’ demiştim.. O gün akşam telefonum çaldı. Kültür Bakanı Yardımcısı iken tanıdığımız ve ağbi kardeş çok sevdiğimiz Hüseyin Yayman telefon etti. Yayman, son seçimde siyaseti seçti, Hatay Milletvekili oldu. Yazdım, hatırlarsanız. ‘Kültür Bakanlığı kaybetti. Hatay kazandı’ dedim.
‘Hıncal Ağbi, çocukluğunun Hatay’ına ne zaman geleceksin’ dedi. Hemen bağladık. Bu seyahat öyle doğdu.
Hatay delisi bir Hatay çocuğu Yayman. Vali ziyaretinden çıktıktan sonra, ‘Hatay, Nobel Barış Ödülüne aday olmalı’ dedi.
Top sesleri duyulacak kadar yakın İdlib’de kıyametler koparken, her dilden ve dinden insanların Hatay’ındaki bu dostluk, bu kardeşlik, bu sevgi, bu bağlılık dünyaya örnek olmayacak, ‘Bakın, dünyanın her yerinde asırlardır savaşan ırklar, inançlar burada nasıl bir arada yaşıyorlar, hem de asırlardır, gelin görün’ demeyecek de, kim, ne, nere diyecek?
Hatay’a Nobel Barış Ödülü verilmeli ki, dünya duysun, imkânsız sanılanın nasıl yaşandığını. Duysun. İnanmazsa gelsin görsün.
Hüseyin, tanıdığım en düşünen, en projelendiren, en yapan, uygulayan insanlardan biri. Bu fikrin arkasında duracaktır, göreceksiniz. Hatay’ın Nobel Barış Ödülü alması, Hatay’a değil, Dünya’ya armağan olacaktır!” -Tamer Yazar-