Hasan Âli Yücel, 28 Aralık 1938’de Maarif Vekilliği’ne (Milli Eğitim ve Kültür Bakanlığı) getirildiğinde 41 yaşındaydı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nü bitirmiş, öğretmenliğe başlamış, 1934 yılında Cumhuriyet Halk Partisi’nden, İzmir Milletvekili olarak Meclise girmişti.
Üniversite reformu, Köy Enstitüleri’nin kurulması, dünya klasiklerinin Türkçeye çevrilmesi, ilk resmi ve telifli Türkçe ansiklopedi olan İnönü Ansiklopedisi’nin ön çalışmaları onun bakanlığı döneminde gerçekleşti. Başlattığı büyük çeviri hareketi, yalnız klasiklerin değil, aynı zamanda Türk kültürünü ve tarihini de ilgilendiren yapıtları dilimize kazandırılmasını da amaçlıyordu.
Türk aydınlanmasını sağlamak üzere Doğu ve Batı klasiklerinin Türkçeye kazandırılması ve devlet eliyle basılması yolundaki ilk karar 1938’deki Birinci Neşriyat Kongresi’nde alınmıştı. Bunu 1940’ta Orhan Burian, Saffet Korkut, Azra Erhat, İrfan Şahinbaş, Vedat Günyol, Nurettin Sevin ve Bedrettin Tuncel gibi dönemin tanınmış yazarlarından oluşan “Tercüme Bürosu”nun kurulması izledi. Büronun başına önce Nurullah Ataç, sonra Sabahattin Eyuboğlu getirildi. Tercüme Bürosu’nun çevirileri ülkenin düşün dünyasında çok önemli zenginlikler üreten, bir anlamda dünyaya açılan bir aydınlanma penceresi oldu.
1940’ta Dünya Savaşı’nın en karanlık günlerinde başlayan aydınlanmacı atılım birkaç yılda büyük bir aşama kaydetti. 1946 sonunda, dünya edebiyatı klasiklerinden 496 yapıt Türkçeye çevrildi. Bu yapıtların yanında, özellikle felsefe ders kitabı sıkıntısı nedeniyle önemli kimi filozofların kitapları Türkçeye kazandırıldı. İki ayda bir Tercüme dergisi yayımlandı.
Yücel, çağdaş uygarlığın bilinçli bireylerini yaratmak için geçmişin yapıtlarını iyi bilmek, tanımak, özümsemek gerektiğini her fırsatta dile getirdi. İyi vatandaş olmak için iyi insan olmanın zorunluluğunu anlatan “İyi Vatandaş İyi İnsan” adlı kitabında şunları söyledi:
“Kültür ne sadece bilgi, ne de ezberleyip tekrar edilmiş tecrübe formülleridir. Kültür, bütün bu bilgilerin ve tecrübelerin insan ruhunda ve zekâsına hazmedilmiş, benimsenmiş, öz varlığa sinmiş halidir. Garp medeniyetinin hümanizma adıyla eski Yunan medeniyetinden alıp bugüne kadar getirdiği anlayış, buna işaret eder. Bizim kanaatimizce kaynağı ve pınarı eski Yunan’la da tahdit etmeyip daha arkalara ve başka diyarlara gitmek, nerede insan ruhunun kendine göre mana taşıyan bir izi ve eseri varsa onları da içine alarak en geniş kavramıyla hümanizmayı bütün insanlığı kucaklayan bir anlayış halinde görmek lazımdır. Klasikler yayınını Milli Eğitim Bakanlığı’na işte bu anlayışla yaptırdık. Eflatun’un Diyaloglar’ı yanında Konfüçyüs’lerin, Mevlana’ların, Sadi’lerin eserleri bu anlayışla ve beraberce Türk şuuruna doğdular.”
Cumhuriyet Aydınlanması’nın en önemli kişilerinden Hasan Âli Yücel, Türkiye sorunlarına felsefeyle baktı. Aydınlanma devriminin ilk aşaması sayılan Hümanizma’yı kavramadan, köklü bir kültürel kurumlaşmaya gidilemeyeceğini düşünüyor, bilgi toplumu yaratmanın, kitapla olabileceğini yürekten inanıyordu. 1941’de yayımlanmaya başlayan klasiklerin başına şu açıklamayı yazdı:
“Hümanizma ruhunu anlama ve duymada ilk aşama, insan varlığının en somut anlatımı olan sanat yapıtlarının benimsenmesidir. Sanat dalları içinde edebiyat bu anlatımın düşünce öğeleri en zengin olanıdır. Bunun içindir ki bir ulusun, diğer ulusların edebiyatlarını kendi dilinde daha doğrusu, kendi düşüncesinde yinelemesi, zekâ ve anlama gücünü o oranda artırması, canlandırması ve yeniden yaratması demektir.”
Cumhuriyet tarihine adını onurla yazdıran Hasan Âli Yücel, Köy Enstitüleri üzerinden yapılan haksız ve dayanaksız saldırılar sonucunda 5 Ağustos 1946 tarihinde bakanlık görevinden ayrıldı. Yazdıkları, yaptıkları, düşünceleri o dönemde anlaşılmak istenmedi. Ülkede sanatın, kültürün yaygınlaşması anlamında yoğun emek harcamış, bu yıllarda yaptıklarıyla hümanist bir hareketin öncüsü olmuştu. Yedi yıl, yedi ay ve yedi gün süre ile yaptığı efsanevi Maarif Vekilliği, ne kendisinden önce ne de sonra aynı görevi yapan kişilerce gösterilebilmiş inanılmaz bir başarıydı. Oğlu, şair Can Yücel, ardından şu şiiri yazdı:
Ben hayatta en çok babamı sevdim.
Karaçalılar gibi yerden bitme bir çocuk
Çarpık bacaklarıyla -ha düştü ha düşecek-
Nasıl koşarsa ardından bir devin
O çapkın babamı ben öyle sevdim.
Bilmezdi ki oturduğumuz semti.
Geldi mi de gidici -hep, hepp acele işi!-
Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi.
Atlastan bakardım nereye gitti,
Öyle öyle ezber ettim gurbeti.
Sevinçten uçardım hasta oldum mu,
Kırkı geçerse ateş, çağırırlar İstanbul’a
Bi helâllaşmak ister, diğ’mi, oğluyla!
Tifoyken başardım bu aşk oyununu,
Ohh dedim, göğsüne gömdüm burnumu,
En son teftişine çıkana değin,
Koştururken ardından o uçmaktaki devin,
Daha başka tür aşklar, geniş sevdalar için
Açıldı nefesim, fikrim, canevim
Hayatta ben en çok babamı sevdim.
Orhan Tüleylioğlu
YORUMLAR