Atatürk, eğer 10 Kasım 1938’de gerçekten ölmüş olsaydı, 79 yıl sonra bugün hala onu öldürmek isteyen bu kadar çok nankör olur muydu?…
VEDA, ¨BENİ HATIRLAYINIZ¨
Çankaya’da Cumhurbaşkanlığı Köşkü Belgeler arşivinde yedi beyaz sayfa… Üzerinde Atatürk’ün el yazısı… Bazı sözcüklerin üzeri çizilmiş, yenileri yazılmış. Bu sayfalar, 29 Ekim 1933 günü, Cumhuriyet’in 10’uncu Yıldönümü kutlanırken Ankara’da, Hipodrom’da milletine konuşan liderin elindeydi. Atatürk, geçen yılların muhasebesini yapıyor ve yapılacakları işaret ediyordu. Bu yedi sayfayı gece yazmıştı. Birinci sayfa: “Türk Milleti, Kurtuluş Savaşı’na başladığımızın on beşinci yılındayız” sözleriyle başlıyordu. İkinci cümle, “Bugün Cumhuriyetimizin onuncu yılını doldurduğu en büyük bayramdır. Kutlu olsun.” şeklinde devam ediyordu.
Son sayfada, son cümle: “Türk Milleti! Ebediyete akıp giden her on senede bu büyük millet bayramını, daha büyük şereflerle, saadetlerle, huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim. Ne Mutlu Türküm diyene!” sözleriyle bitiyordu. Bu son cümleden önce, Atatürk’ün sesinden duymadığımız, ancak kâğıda yazdığı şu sözler duygu yüklü, hüzünlü bir veda gibiydi: “Bu söylediklerim hakikat olduğu gün, senden ve bütün medeni beşeriyetten dileğim şudur: Beni hatırlayınız!” Atatürk, taslak olan yazısını düzeltirken, bu cümleye geldiğinde duygulanır. O anda, yanında bulunan Hikmet Bayur’un da etkisiyle, bu mutlu günde milletine veda anlamı vereceğini düşünerek bu cümlenin üzerini çizer ve törende okumaz.
VASİYETİNE SON ŞEKLİ VERDİ
8 Haziran 1938 günü doktor çağrılır. Hastalık kötüleşmiştir. Bu arada, Hatay’a Türk askerinin ne zaman gireceği konusu görüşülür ve Türk askerinin giriş tarihi kararlaştırılır. Hatay, O’nun son davasıydı, ancak kendisini de bitirmişti. Hatay denildiğinde; mükemmel stratejik öngörüsü, kararlı, onurlu ve son derece istikrarlı dış politikası ile Atatürk akla gelir. Tek kurşun atmadan, Hatay Türkiye’ye katılır. Milletinin lideri, Türk askerinin Hatay’a giriş zaferini kutlamak için, çocuk coşkusuyla küçük bir motorla boğazda gezintiye çıkar. Ateşi 39 dereceyi aşmış ve artık yatağa düşmüştü.
5 Eylül 1938 günü vasiyetine son şeklini verdi. Cumhuriyet’in 15’inci yıldönümü törenlerine katılmak ve Ankara ile son kez kucaklaşmak arzusundaydı. Belki, 5 yıl önce 10’uncu Yıl kutlamaları konuşma metninde üzerini çizdiği, “Beni Hatırlayınız” cümlesini bu kez söyleyecekti. Fakat ne yazık ki yolculuk yapması mümkün değildi.
NOT DEFTERİNE SON SÖZLERİ YAZILDI
10 Kasım 1938 Perşembe günü saat 08.00’de, Dr. Mehmet Kamil Berk ve Dr. Nihat Reşat Belger, Atatürk’e serum verdiler. Saat 09.00 olduğunda, göğsü hızla inip kalkmaya başladı. Muzaffer Başkomutan, dünyadaki son beş dakikasına gözleri kapalı giriyordu. Saat 9’u 5 geçiyordu. Atatürk birden gözlerini açtı. Sonra gözlerini kapayarak, başını sağa çevirdi ve sonsuzluğu karıştı. Genel Sekreter Hasan Rıza Soyak, sağ elini ellerinin arasına alıp öptü. Soyak’ın ardından Muhafız Birlik Komutanı İsmail Hakkı Tekçe de, aynı eli öptü ve yorganın içine koydu. Prof. Dr. Mim Kemal Öke, Atatürk’ün açıkgözlerini kapattı. Nöbet Defteri’ne şu son sözler yazıldı: “Saat 9’u 5 geçe, Büyük Şefimiz derin koma içinde terki hayat etmişlerdir.”
Atatürk’ün yaveri Salih Bozok şuursuzca sarayın merdivenlerinden aşağı koştu. Alt katta boş bulduğu odaya geçip kapıyı kapattı. Az sonra içeriden tek el silah sesi duyuldu. Odaya koşanlar onu kanlar içinde buldular. Kalbine sıktığı tek kurşunla devrilmişti.
CENAZE NAMAZI KILINDI
Atatürk’ün cenaze namazı, 19 Kasım 1938’de Dolmabahçe Sarayı’nın tören salonunda, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Ord. Prof. Şerafettin Yaltkaya tarafından kıldırıldı. Cenaze namazından sonra, Atatürk’ün tabutu Dolmabahçe Sarayı’ndan alınarak top arabasına konuldu ve Ankara’ya uğurlandı.
Atatürk öldüğünde cebinden 95 kuruş çıktı. Bunun dışında nakit parası yoktu. 1933’te ve 1937’de malı mülkü ne varsa milletine bağışlamıştı.
EN YAKIN ARKADAŞI KİTAPTI, AĞACI ÇOK SEVERDİ
Okumak, O’nun vazgeçilmez bir parçasıydı. Yaşamında, yaklaşık yaklaşık 5 bin kitap okudu. Bu sayıya çeşitli kütüphanelerden ödünç aldığı kitaplar dâhil değildir. Bu büyük işleri nasıl başardın? diye soranlara: “Ben fakirdim, çocukluğumda elime geçen iki kuruştan birini kitaplara vermeseydim, şu anda yaptığım işlerden hiç birisini yapamazdım.” cevabını vermişti.
Ağacı severdi, çevreciydi. 1930 yılı Haziran ayında bir gün Yalova Köşkü’ne geldiğinde, ulu bir çınar ağacının köşke zarar veren dallarını kesmek üzere kendisinden izin isterler. Atatürk, ağacın dalının kesilmesini reddeder ve köşkün kaydırılarak ağaçtan uzaklaştırılmasını emreder. Çalışmaları bizzat takip eder ve 8 Ağustos 1930 günü saat 15.00 civarında Köşk raylarla yürütülür. Bina, üç günde 4 metre 80 santimetre kaydırılır ve ağaç kurtarılır.
KADINA HAKLARINI VERDİ, TÜRKİYE’Yİ BM’E DAVET ETTİRDİ
Türk kadınına seçme ve seçilme özgürlüğünü 1934 yılında verdi. 1935’te 18 kadın milletvekili meclise girdi. Fransa ve İtalya kadına seçme, seçilme özgürlüğünü 1946’da, İsviçre 1971 yılında vermiştir. 8 Şubat 1935’teki kadınların milletvekili seçilme hakkının verildiği ilk milletvekili seçimlerinde 383 erkek, 18 kadın milletvekili seçilmiştir. Bu %4,8’lik oran, 2007 yılına kadar kadınların mecliste temsil edildiği en yüksek orandır.
Dünyanın saygı duyduğu, ülkesinin ve milletinin itibarını en üst düzeye çıkaran bir liderdi. 1932 yılında Türkiye, Milletler Cemiyeti’ne (Birleşmiş Milletler) girmek istiyordu. Fakat Atatürk, katılımın Türkiye’nin başvurusuyla değil Milletler Cemiyeti’nin davetiyle yapılmasını istedi. Bunun üzerine, Milletler Cemiyeti Genel Sekreteri, Türkiye’nin üye olma şeklini görüşmek için Genel Kurulu, 1 Temmuz 1932 tarihinde toplantıya çağırır. Ülke temsilcileri, Milletler Cemiyeti’ne üye olması için Türkiye’ye davet yapılmasını oybirliği ile kararlaştırdı ve Türkiye Cumhuriyeti, tüm üyelerin daveti üzerine Milletler Cemiyeti’ne girdi.
Atatürk’ün doğumunun 100’üncü yılının tüm dünyada kutlanması konusu Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü’nde (UNESCO) görüşülmüş, 152 ülkenin katıldığı oylamada tüm ülkelerin oy birliği ile bir bildiri yayımlanmıştı. Bildiride, şu ifadeler yer almıştır: “Atatürk kimdir? Atatürk, uluslararası anlayış, işbirliği ve barış yolunda çaba göstermiş üstün bir kişi, olağanüstü devrimler gerçekleştirmiş bir devrimci, sömürgecilik ve yayılmacılığa karşı savaşan ilk önder, insan haklarına saygılı, dünya barışının öncüsü, bütün yaşamı boyunca insanlar arasında; renk, din, ırk ayrımı gözetmeyen, eşsiz bir devlet adamı, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu.”
¨SEZAR, BÜYÜK İSKENDER, NAPOLYON AYAĞA KALKIN…¨
İtalyan radyosu, Atatürk öldüğü gün şu anonsu yaptı: “Sezar, İskender, Napolyon ayağa kalkın, büyüğünüz geliyor.” Atatürk’ün dünya savaş tarihinin en iyi komutanı olduğu, bu yedi sözcükle anlatılmıştı. Sezar, İskender, Napolyon kıskanmışlar mıdır bilinmez ama Atatürk’ün önünde büyük bir saygıyla eğilmişlerdir.
General Birdwood, Çanakkale’de Mustafa Kemal’in karşısında savaştığı İngiliz generaldir. ANZACLAR’ı iyi yönetmesiyle ün kazandı. Mareşalliğe kadar yükseltildi. Çanakkale’de savaştığı Mustafa Kemal’e duyduğu saygıdan dolayı, 21 Kasım 1938’de Ankara’da Atatürk’ün cenaze törenine ayağı şiş olduğu halde katıldı. Düşman generalin, Atatürk’e duyduğu saygı derecesinin bir ölçüsüydü bu.
Orhan Seyfi Orhon’un şu şiiri Haber gazetesinde yayımlandı:
¨Gidiyor, rast gelemez bir daha tarih eşine;
Gidiyor, on yedi milyon kişi takmış da peşine…¨
Cumhurbaşkanı İsmet İnönü: ¨…Eşsiz kahraman Atatürk! Vatan sana minnettardır¨ diyerek, Atatürk’ün hizmetlerini bir cümlede anlatmış oldu.
Başbakan Celal Bayar’ın 12 Aralık 1938’de söylediği şu sözler, Atatürk’ün ölümsüzlüğünü kanıtlar gibiydi: ¨Atatürk seni sevmek Türk milleti için bir ibadettir.¨
YOLCULUKLAR VARDIR, BİTTİ SANILAN YERDE TEKRAR BAŞLAR
Yolculuklar vardır, bitti sanılan yerde tekrar başlar. Atatürk’ün; 1915’te Çanakkale’de başlayıp, Hatay ve Adana’ya, Samsun’a, Erzurum’a, Sivas’a çıkan ve sonra Ankara’ya, İzmir’e ulaşan yolculuğu böyle bir yolculuktu. Bu yolculukta hep engellerle karşılaştı.
Osmanlı Devleti’nin 1683’te başlayan geri çekilişini ve felaketle sonuçlanan toprak kaybını, 1921’de Sakarya Meydan Muharebesi’nde durduran Harp Tarihi’nin en büyük Strateji ustası ve komutanıdır Atatürk. Ulusunun lideriydi. Çünkü kendi koşullarında, yaşadığı atmosferde kendi hammaddesini yoğurarak, kendi kendini yarattı. Mücadelesi, sadece kendi ulusunun değil, tüm ezilmiş milletlerin kaderine damgasını vurdu. Ve gerçekleştirdiği mucize devrim, yaşadığı çağa yön verdi.
Mustafa Kemal Atatürk’ün devrimci yönünü, devlet adamlığını, askeri dehasını sorgula. Sorgularsan, Atatürk’ün “çağdaşlaşma hedefi”ne yönelirsin. Ve eğer gerçekten sorgularsan, işte o zaman sen Atatürk’e minnet duyarsın. Her gün dua edersin. Dua ettiğin için de sevap kazanırsın… Unutma! Atatürk; akıl, bilim, tam bağımsızlık ve anti emperyalizm demektir… Ve Atatürk, bu milletin ebedi lideridir…
Atatürk, eğer 10 Kasım 1938’de gerçekten ölmüş olsaydı, 79 yıl sonra bugün hala onu öldürmek isteyen bu kadar çok nankör olur muydu?…
Kaynakça: Hikmet Bayur, Atatürk’ten Anılar, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1998; Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, 1981; Hikmet Özdemir, Atatürk’ü Yeniden Düşünmek, 2008; Bilal N.Şimşir, 10 Kasım Günlüğü, 2014; Yüksel Mert, Bilinmeyen Atatürk, 2010; İ.Güntürkün Kalıpçı, Her Yönüyle İnsan Atatürk, 2004; İ.Güntürkün Kalıpçı, Esprileri ile İçimizden Biri Atatürk, 2007; Sinan Meydan, Akl-ı Kemal, 1.Cilt, 2014; Genelkurmay ATASE Başkanlığı, Düşünce ve Davranışları ile Atatürk, 2009; Milliyet.com.tr, 28.10.2010.
YORUMLAR