Eline kalem alan herkes tedirgin!
Medyadaki tekelleşmeye işaret eden Çalışkan, “Yorumcular biliyorlar ki aykırı yorum yaptıkları takdirde istihkakları kesilir, bir daha ekranlara çıkamazlar” dedi ve ekledi: “Bunların konuşmaları, yalnızca iktidarın icraatlarını savunmak, lehine yorumlar yapmak, tasarruflarına kılıf uydurmak, yanlışlarına mazeret üretmek yani iktidar borazanlığından ibaret.”
Medyanın ‘yandaş’ kimliği, basının özgürlük tartışmaları, tutuklanan ve gözaltı yaşayan haber başlıkları arasında ilerleyen Türkiye’de bu alanın ciddi bir baskı süreci yaşadığını söyleyen, Saadet Partisi Genel İdare Kurulu üyesi, Partinin Hatay’daki önemli ve güçlü ismi Doç. Dr. Necmettin Çalışkan, “Tek parti dönemini hatırlamak çok mümkün olmasa da günümüz jenerasyonu açısından benzer bir dönemi 20 yılı aşkın bir süredir yaşıyoruz. Medya, peyderpey kontrol altına alındı. Başlangıçta büyük haber kanallarının Parti yönetimi veya destekçileri tarafından satın alınması sağlanarak, finanse edildi. Falanca medya gruplar vs. derken, neredeyse tümüyle el değiştirildi” tespitinde durdu.
El değiştiren medya organlarının geldiği hali de oldukça çarpıcı ifadelerle ortaya koyan Çalışkan, bu konudaki eleştirilerini ara başlıklar halinde şöyle sıraladı:
-İKTİDAR BORAZANLIĞI-
Şimdi bu kanallarda her gün belli insanların, sözüm ona her alanda uzman olduğu, konuştuğu bir noktaya geldik. Öyle ki, hangi konu olursa olsun her konuda uzman olmak, her konuyu değerlendirebilmek gibi büyük yeteneklere (!) sahipler. Hemen her gün ekranlarda görmekten gına geldiğimiz bu tipler; dış politikadan eğitime, adaletten tarıma, ekonomiden sağlığa kadar her alanda rahatça konuşuyorlar. Bunların konuşmaları yalnızca iktidarın icraatlarını savunmak, lehine yorumlar yapmak, tasarruflarına kılıf uydurmak, yanlışlarına mazeret üretmek, yani iktidar borazanlığından ibaret. İncili Çavuş’un çağdaş versiyonları!
-TEKELLEŞME-
Çünkü bu yorumcular biliyorlar ki, aykırı yorum yaptıkları takdirde istihkakları kesilir, bir daha ekranlara çıkamazlar. Hal böyle olunca, insanlar, haber alma özgürlüğünü sosyal medya üzerinden, bazı basın mensuplarının kişisel bloglarından veya yerel basın üzerinden elde ediyor. Ulusal basın tekelleştiğinden, bu mecralar kısmen özgür bir alan sayılıyor.
-YANDAŞ YAYINLAR-
Ülkedeki basın özgürlüğü ve yandaş yayın organlarının iktidarın tasarruflarının savunmaktan başka, değer diye bir mefhumları da yoktur. Zülfü yâre dokunmadıkça, milli ve manevi değerlere aykırı yayın yapmakta da beis görmezler. Örneğin sabah kuşakları programları, öğle sonrasındaki realite şovlarda neler döndüğünü tüm Türkiye görüyor. Polisiye vakalar sıradan olaymış gibi, ahlaksız diziler aile düzenini yok eden yayınlar rahatça gösteriliyor, bilinçaltı propagandası yapılıyor.
-TROL ORDULARI-
Yayınlar özgürdür! Ne zaman ki ucu saraylılara dokunacak bir eleştiri yaparsınız, önce sosyal medyadaki trol orduları devreye girer. Sonra işi kendine trollük addetmiş hatta üst düzey politikacılar da dahil herkesin herkesle muhatap olduğu ilginç keşmekeşlikle karşı karşıya kalırsınız.
Halkın tarafsız haber alma organlarından yerel basın, mali bunalımda. Büyükleri gibi finanse edilmediğinden, büyük sıkıntılar içerisinde yayın faaliyetlerini devam ettirmeye çalışıyorlar. Bir yerlerden de finanse edilen de ona uygun yayın yapmak zorunda bırakılıyor.
-HERKES TEDİRGİN-
Türkiye’de basının özgür olduğunu, herkesin her şeyi rahatlıkla söylediği konuşulurken, bir taraftan da dünyada en fazla “tutuklu gazeteci” bulunan ülkelerden birisiyiz. Rakamlara yansıyan bu tablo, her şeyi anlatmaya yetiyor. Sıralamada daha kötülerin olması iyi olduğumuz anlamına gelmez.
Eline kalem alan herkes tedirgin. Köşe yazarı “hangi yazımdan başım belaya girecek?”, muhabir “hangi haberim beni çetelerin hedefi yapacak?”, siyasetç “hangi eleştirim Cumhurbaşkanına hakaret sayılacak?”, fikir insanı “hangi açıklamamdan dolayı gece yarısı evimden alınacağım, ifade vermeye gideceğim?” korkusu yaşıyorsa, yorumcu “hangi cümlem vatana ihanet suçuyla yaftalanmama, terörist damgası yememe neden olacak?” korkusu taşıyorsa, burada bir sorun var demektir. Nitekim yayın kuruluşu yöneticileri de “hangi programımıza RTÜK’ten ceza yağacak?” diye endişeleniyor.
Çok daha ağır suç ve ithamlar hiçbir tahkikata bile tabi değilken, sosyal medyada sıkça rastladığımız Cumhurbaşkanı ile ilgili söylenen herhangi bir sözden/paylaşımdan dolayı, “Şu anda ifade vermek üzere adliyeye çağrıldım, ifade vermeye gidiyorum” gibi o kadar çok haber okuyoruz ki, artık sıradanlaştı.
-YAFTALANMA-
Günümüzde muhalif olan herkes, her durumda ya FETÖ’cü ya da PKK’lı etiketine pekâlâ maruz kalabilir. Bu suçlama için herhangi bir somut delile ihtiyaçta yok. Sadece bir yorumunuz veya sözünüz, terörle yaftalanmanız için yeterli! En basit bir hadiseden, “vatana ihanet” yaftası pekâlâ yersiniz. Bugün on binlerce hakaret davası, hatta yanlış anlaşılabileceğiniz cümlenizdeki tek bir kelimeden ya da bütünlük içerisindeki cımbızla çekilen bir cümle, sizi bir şekilde terör damgası yemeye açık hale getirebilir.
Evet, geçmişte pek çok cumhurbaşkanı, başbakan gördük, ama hiçbirinde bu kadar dava açılmamıştı. Bu da yeni sistemin getirdiği “partili cumhurbaşkanı” uygulamasının olumsuz yansıması olarak karşımıza çıkıyor.
-SÖZDE ÖZGÜRLÜK-
Türkiye’de basın özgürlüğü ve yayıncılık, teminat altına alınması gerekiyor. Basın özgürlüğü sözde varken, fiili durum da ortada yok. Bugün böyle bir ortamda, muhalefetin de kendini rahatça anlatabileceği bir yayın mecrası/organı da yok. Herhangi bir haber kanalına, ancak izin verildiği kadar çıkabilir. Sadece kenardaki üç-beş belli kanala açıklama yapmak zorunda bırakılır. İktidar, basının bütün organlarını kontrol altına almış, istediği gibi koordine ediyor, istediği haber yayınlanıyor, istemediğinde de es geçilebiliyor.
-CİNAYET-
Başkentin ortasında, ideolojik kimliği olan bir akademisyen, bir kurumun genel başkanlığını yapmış bir kişiye yönelik işlenen cinayet, haber değeri bile taşımıyor. Zaten yayılmasını istemedikleri konuda olay yerine kolluk kuvvetleri, sağlık ve kurtarma ekibi ulaşmadan yayın yasağı getiriliyor. Yayılmasını istedikleri haberlerde ise göz yumuluyor. Yayın yasağı, kamu yararından ziyade siyasi iradeye etkisi üzerinden değerlendiriliyor.
Bu da bütünüyle yapılan işin iktidarın lehine mi aleyhine mi olacağı ile ilgili bir durum. Bugün, sokak röportajlarıyla vatandaşlar kendilerini ifade edebildiğinden, şimdi onu da engelleme yoluna gitmiş durumdalar. İktidar, basın özgürlüğünü sadece bir hamaset/retorik olarak kullanıyor.
Evet, basın; ekonomik olarak dar boğazda, psikolojik baskı altında, haber yapma özgürlüğü olmayan, yaptığı haberle altından kalkamayacağı, pekâlâ her türlü cezaya maruz kalabilecek, kaleminden çıkacak tek bir kelimenin başına neler getirebileceğini düşünmek zorunda kalınan bir devirde. Böyle bir ortamda, ne kadar aksini iddia ederseniz edin, bağımsız basından, güçlü medyadan ve fikir özgürlüğünden söz edilemez.
-Haber/Tamer Yazar-