Ağustos ayının son günleriydi. Cumhuriyet gazetesinde okuduğum “Okla vurulmuş leyleğin göçü” başlığını taşıyan bir haber yüreğimi sızlatmıştı:
“İstanbul Çekmeköy’de özel bir sitede bulunan evin çatısına dün sabah boynundan okla vurulan bir leylek kondu. Leylek, itfaiye emekçisinin yakalamaya çalışıldığı sırada çatıdan uçarak, gözden kayboldu. Leyleğin çatısına konduğu yurttaş, “Oku fark edince itfaiyeyi aradım. Tedbirli gelmemişler, yakalamaya çalışırlarken hayvan kaçtı. Gayet güzel uçabilecek durumdaydı” dedi.”
Leyleklerin göç mevsimi, insanların tatil yörelerinden evlerine dönmeye başladığı zamanlardı. Bu acı haberi okuduktan sonra, birçok soru üşüşmüştü kafama: Uygarlık nedir? Uygar bir toplumda mı yaşıyoruz? Bir toplumu uygarlaştırmaktan alıkoyan nedir? Okçuların leylekleri vurma hakkı var mıdır? Ya da bunu yapanın kendisini uygar saymaya?
Ne yazık ki bu olay ülkemizde hayvanlara yönelik şiddetin ne ilk, ne de son örneğiydi. Hayvan düşmanlığı neredeyse iki yıldır, bütün hızıyla sürmekteydi. Kolları ve bacakları kesilmiş halde bulunan kediler; topluca zehirlenen sokak hayvanları, belediye araçlarıyla şehir dışına atılarak ölüme mahkûm edilen köpekler; av tüfekleriyle vurulup cesetleri sosyal medyada sergilenen geyikler, keklikler, güvercinler…
Bu arada, sokak hayvanları ortadan kalksın diye dernekler kurulmuş, sokak köpeklerinin yaşadıkları yerleri harita üzerinde gösteren ve onları “av” haline getiren Havrita adlı bir internet sitesi açılmıştı. Bundan sonra hayvan hakları savunucuları da hedef haline getirildi. Birçok ilde kanlı saldırılar oldu. En feci olay İzmir’in Bayraklı ilçesinde yaşandı. Bir adam, sokakta köpek besledikleri gerekçesiyle aynı aileden üç kişiyi tabancayla vurarak öldürdü.
Hayvana şiddetin sonu gelmiyordu. Derken, Konya Büyükşehir Belediyesi Hayvan Rehabilitasyon Merkezi’nde bir köpeğin kafasına kürekle vurularak katledilmesine ilişkin haber ve görüntüler önümüze düştü. Bir vahşetti yaşanan… İnsanın ne kadar kötüleşebileceğinin bir kanıtı…
Erasmus’un bir sözü geliyor aklıma: “Hayvan, hayvan olarak doğar; insan, insan olarak doğmaz, oluşturulur.”
Peki, insan nasıl oluşturulur? İnsan oluşumun kaynağı eğitimdir. Eğitimin kaynağı ise kitaptır. İnsan oluşmak için en büyük gücü kendinden alır. Okuyarak, düşünerek, çalışarak, bilinçli olarak yetiştirir kendini, var eder. Kendi kendini var eden insan, barbarca tutkulara kapılmaz, sokak hayvanlarının canını hiçe saymaz, onların yaşam hakkını savunur. Onları ortadan kaldırmak için harekete geçenlerin karşısında durur. Toplumun bir parçası saydığı hayvanlara yönelik şiddeti durdurmaya çalışır. Olup bitene sessiz kalmaz, susmaz…
Uygarlık yasalarla veya zorla benimsetilemez. Uygarlık, bir yaşam davranışı, bir düşünce ve duygu bütünüdür. Uygarlığa giden yol bilgiden, iyilikten ve güzellikten geçer. İnsan kendini bu değerlerden oluşturmamışsa ne uygar olabilir, ne de gerçek bir insan!
otuleylioglu@dafnekitap.com