Bilerek mi gömdük?
Binlerce yıllık geçmişin tarihine dair ciddi bir şeyler ortaya çıkıyor. Bizler bunu gündeme taşımaya ve merakı gidermeye çalışırken, düne kadar ‘kuru’ olan nehir yatağında birden bire sular yükseliyor ve ortaya çıkan şey sulara gömülüyor… Tesadüf mü?
Geçtiğimiz hafta içinde sayfalarımıza taşıdığımız bir haberin, gerek Hatay Arkeoloji Müzesi gerekse de İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü yönetimlerini harekete geçirmesini bekledik. Çünkü bu ‘beklenendi’. Olması gerekendi. Sürecin işleyişinde ‘atılması gereken adımların’ ilkiydi. Zira daha 15 gün önce, İstanbul’da yapımı süren metro hattının Beşiktaş istasyondaki kazısında bulunan tarihi kalıntılara ilişkin konuşan İstanbul Kültür ve Turizm Müdürü Coşkun Yılmaz, “Sadece İstanbul tarihi açısından değil, Türkiye, dünya ve insanlık tarihi açısından da önemli” demiş, bizleri de Antakya noktasında benzer bir açıklama beklentisine sokmuştu. Ancak beklentiler sessizliğe gömüldü. Ortaya çıkan şey de sulara!
Oysaki Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun “Haber Verme Zorunluluğu” başlığında ilerleyen 4. Maddesi şöyle der:
“Taşınır ve taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarını bulanlar, malik oldukları veya kullandıkları arazinin içinde kültür ve tabiat varlığı bulunduğunu bilenler veya yeni haberdar olan malik ve zilyetler, bunu en geç üç gün içinde, en yakın müze müdürlüğüne veya köyde muhtara veya diğer yerlerde mülki idare amirlerine bildirmeye mecburdurlar.
Bu gibi varlıklar, askeri garnizonlar ve yasak bölgeler içinde bulunursa, usulüne uygun olarak üst komutanlıklara bildirilir.
Böyle bir ihbarı alan muhtar, mülki amir veya bu gibi varlıklardan doğrudan doğruya haberdar olan ilgili makamlar, bunların muhafaza ve güvenlikleri için gerekli tedbirleri alırlar. Muhtar, aynı gün alınan tedbirlerle birlikte durumu en yakın mülki amire; mülki amir ve diğer makamlar ise on gün içinde, yazı ile Kültür ve Turizm Bakanlığına ve en yakın müze müdürlüğüne bildirir.
İhbar alan Bakanlık ve Müze Müdürü, bu Kanun hükümlerine göre, en kısa zamanda gerekli işlemleri yapar.”
Kanun’un ilgili maddesi bu kadar açıkken, soralım mı, ne yapıldığını ve şu ana kadar hangi işlemlerin hayata geçirildiğini? Asi Nehri’nin çamurlu sularına gömülen ve eski bir ‘Roma’ buluntusu olduğu ifade edilenlerin muhafaza ve güvenlikleri için gerekli tedbirlerin alınıp alınmadığını da soralım mı? Devlet malı niteliğindeki tarihi ve kültür varlığı noktasında şu ana kadar yapılmayanların bize ne anlatması gerektiğini de buradaki sorularımıza ekleyelim mi?
-BAKANLIK BİLİYOR MU?-
İlgili kanunun 10. Maddesi, “Her kimin mülkiyetinde veya idaresinde olursa olsun, taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının korunmasını sağlamak için gerekli tedbirleri almak, aldırmak ve bunların her türlü denetimini yapmak veya kamu kurum ve kuruluşları ile belediyeler ve valiliklere yaptırmak, Kültür ve Turizm Bakanlığına aittir” der. Tam da bu noktada merak edilen şey, Asi Nehri yatağında iş makineleri yardımıyla çıktığı sanılan ve ‘sulara’ gömülmesine izin verilen parça başlığında Bakanlığın bilgilendirip bilgilendirilmediği… Merak edilen bir diğer nokta, eğer ilgili Bakanlık bilgilendirilmediyse ve yaşananlar da bundan kaynaklanıyorsa, sürecin sorumluluğunda kent idaresi bünyesinde kimin durduğu!
-BAŞKA BİR ÜLKE!-
Konuya ilişkin konuşan ve ortaya çıkan şeyin eski dönem bir “Roma” sütun başlığı olduğunu söyleyen Harbiyeli Mozaik Ustası Mehmet Daşkapan, ‘yükseltilen’ Asi suları altında kalan parçanın şu an ki halinin kendisini üzdüğünü söylerken, kurumsal sessizliğe bir anlam veremediğinin de altını çizdi. Merak edilen… Hakkında haber yapılan böylesi bir parça, Avrupa’da, içinden nehir geçen her hangi bir kentte ortaya çıkmış ve haberi yapılmış olsaydı, ne olurdu?
Mesela, İtalya’nın Floransa kentinin hemen yanı başındaki Arno Nehri’nde… Macaristan’ın Budapeşte kentinin orta yerinden geçen Tuna Nehri yatağında… Ya da İngiltere’nin başkenti Londra’yı ikiye bölen Thames Nehri kıyısında… Ne değişirdi?
-NE DEĞİŞİRDİ?-
Buna cevabı Antakyalı bir turizmci versin mi?
“Sadece saydıklarınız değil, ama Paris’in Sen Nehri de buna dahil ya da İsviçre’nin Basel kentine komşuluk eden Ren Nehri de… Düşünsenize, bu nehrin bir köşesinde böylesi bir ‘Roma’ eserine ulaşıldığını! Ne değişirdi diye soruyorsunuz ya… Çok şey! Bence çok şey değişirdi ve hatta süreç buradakinden çok farklı işlerdi. Bir kere, bulunana öyle bir PR (tanıtım) eklenirdi ki ve bulunana ekli süreç öylesine iyi kullanılırdı ki, sanki kocaman bir tapınağın kendisi bulunmuş sanırdınız! Avrupa şehirleri böylesi buluntulara aç kentler, ki bizim ‘tokluğumuz’ mu asıl sorun, bakın ben de bunu merak ediyorum. Bizde şöyle bir şey var sanki… Bu, ‘hallederiz’ ruh hali! ‘Erteliyoruz’ anlayacağınız. Sanki elde o kadar çok var ki, son ‘bulunan’ ama henüz resmi anlamda ‘netleşmeyen’ şey adına, umursamıyoruz. Bize verilen imaj bu. Bana söylediğiniz bir şey var, haber yapılmasının ertesinde bu parçanın oradan alınıp incelenmesi beklenirdi, değil mi? Normali budur. Ama bizde ne oldu? Bekledi, bekletildi ve sonunda da, uzun zamandır kuru olan nehir yatağı birden sularla doldu! Sanki o parça görünmesin istendi. Ya da tartışmalara konu olan şey, su altında beklesin istendi. Ciddi ciddi buna ben de inanmaya başladım. Saçma gibi, ama değil de! Ne diyeyim ki? Türkiye’ye hoş geldiniz!”
-Tamer Yazar-