Her toplumun geçmişinde yaşanan acı olaylar vardır.
2 Temmuz 1993, ülkemizin yaşadığı en acılı günlerinin başında geliyor.
2 Temmuz 1993, kuşaktan kuşağa anlatılacak bir acının, bilincimize kazıdığı en kara günlerden biri.
Bundan 27 yıl önce, 2 Temmuz 1993 günü, Sivas’ta aydınlar, ozanlar, sanatçılar yakıldı. Yakılanlarına arasında on iki, on üç yaşında çocuklar vardı.
Bu insanlar Cumhuriyetimizin temellerinin atıldığı Sivas’a kavgaya değil, bize dayatılan yoz kültüre karşı Anadolu kültürünü yaşamaya ve yaşatmaya gelmişlerdi. Türkülerini söylemeye, semaha durmaya; birikimlerini sanat insanlarıyla paylaşmaya gelmişlerdi.
Halep çarşısında Nesimi’nin derisini yüzen, Hallac-ı Mansur’u darağacına gönderen zihniyet 35 güzel insanı, 35 güzel canı, diri diri yaktı. Yaşananlar Ortaçağ’da değildi. Yüzyıllar önce değildi… 27 yıl önce, 1993’teydi.
O kırımda yakılan ozanlardan Muhlis Akarsu bakın ne diyor bir deyişinde:
O kırımda yakılan ozanlardan Muhlis Akarsu bakın ne diyor bir deyişinde:
“Akarsuyum yansam da
Kül olup savrulsam da
Bazı bazı gülsem de
Yine gönlüm hoş değil”
Böyle büyük bir kıyım karşısında insanın gönlü hoş olabilir mi ki?
”Ben buraya bebe hakkı için geldimdi / ben kimdim unuttum, bebeler kimdi” demişti Metin Altınok,
“Halkı savunma, adalet, özgürlük, kardeşlik ve yüceltme, insanlara hoşgörüyle yaklaşma… Bütün bunlar sadece Türkiye toplumunun değil insanlığın ortak özlemidir… Bu bakımdan Pir Sultanlar ölmez, yaşıyor.” demişti Asım Bezirci,
“Çok seviyorum düşüncelere dalmayı ve de Einstein gibi düşünerek kendimden geçmeyi… Düşündükçe düşünceyi, sevdikçe beynimin düşünceden çatlamasını istiyorum.” demişti Ahmet Özyurt.
“İnsanın bol olduğu yerde akla kıtlık çekilmezmiş dediler, inandım. Akıl danem delindi.” demişti Uğur Kaynar,
“Rüzgârlarla gidiyorum. Ama boşluğun dibi de değil. Yaşam; sizlerin gereksinmelerinizi, benim de sevgimi dolduran bir yaşam olmadıysa, bırakın başka bir yaşamda, buluşabilmemiz için verilmiş bir sözümüz olsun.” demişti Mehmet Atay
“Seni yazıyorum bembeyaz ak güvercinin kanadına ve sevgimi gönderiyorum onunla sana, yakala… Seni görüyorum kalbimin aynasında, dağların doruk noktalarında… Coşkun ırmak sularında.” demişti Yeşim Özkan
“Ah bir çoğalsa sevgiler… Çoğalsa da üstümüzdeki o kısır bulutlar, içimizdeki yalanlar, katılıklar, kinler, öfkeler, bencillikler sıyrılıp gitse… Ne olur o zaman?.. Yeni bir sevgi güneşi doğar dağların doruklarında… Gökyüzü narçiçeğine döner, yeryüzü papatya yapraklarına.” demişti Gülsüm Karababa,
Ahmet Özer’in deyimiyle, “Sivas’ta yakılanların oluşturduğu acı, burada ölenlerin geride bıraktığı ailelerin yüreğinden tüm yurda, oradan da insanlığını yitirmeyen, insanın en yüce varlık olduğunu bilenlerin bilincine uzanıyor.”
İnceliğin, kardeşliğin insanıydı onlar. Onları unutmadık, unutmayacağız… Unutturmayacağız.
Not: Genco Erkal’ın yazıp yönettiği oyun “Sivas 93” ve Fazıl Say’ın “Metin Altıok Oratoryosu”. halen çevrimiçi yayında. İzleyin lütfen!
YORUMLAR