Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

İstanbul doğumlu

Antakya sevdalısı İstanbul’da doğan,

Antakya sevdalısı

İstanbul’da doğan, orta / lise ve üniversite eğitimini İngiltere’de tamamlayan, 2007 senesinde Mithat Kuseyrioğlu ile evlenen Lale Kuseyrioğlu’nun bizdeki hikâyesi, 2014 senesinde Antakya’ya taşınmasıyla başladı. Bundan sonrasını, onu anlatan kısa bir paragraf devam ettirsin…

Lale ‘Çavuşoğlu’ Kuseyrioğlu, Richmond Üniversitesi İngiltere’de BA Pazarlama eğitimi aldı. 1994’te, Çavuşoğlu – Davies Danışmanlık Şirketi’ni kurdu. Şirketlere; eleman yerleştirme, iletişim, liderlik eğitimi, yeniden yapılanma, yönetim organizasyonu hizmetleri verdi. Antakya’ya, eşinin şehrine taşınıp, 2016 senesinde Pales Süt Ürünlerini kurdu. Antakya’nın yöresel peynirlerini “artisanal” şekilde üretmeye başladı. Coğrafi işaretleri alınan peynirlerin, üniversiteden aldığı danışmanlık ile uluslararası standarda uygun üretip ulusal pazarda satılmasını sağladı. Pales’in yöresel ürün gamına Antakya mezelerini de ilave ederek, bunları da ulusal pazarda satmaya başladı. Slow Cheese organizasyonu davetiyle, Bra İtalya’da ve Cheese Berlin Almanya’da, ürettiği peynirleri tanıtmak üzere konuşmacı olarak yer aldı. Misyonu, Unesco tarafından gastronomi şehri olarak seçilmiş Antakya’ya ait yöresel lezzetleri dünyada tanıtıp, hak ettiği yere gelmesi.

-HİKAYEM-
Antik Roma’da, sürülerin koruyucu tanrıçasına verilen isim olan ‘Pales’ ile yarattığı başarı hikâyesine dair konuşurken, “Kanımca en büyük değerimiz, içinde yaşadığımız, asırlar boyu farklı medeniyetlere kucak açmış ve bu medeniyetler sayesinde farklı kültürel birikimlerimizin olmasını sağlamış bu topraklar…” diyecek kadar Antakya sevdalısı olan Lale Kuseyrioğlu anlatsın bundan sonrasını, en çok da kendisine dair olanları, inandığı bu şehir adına dünde yaptıklarını ve yarın yapacaklarını…
“İstanbullu bir ailenin kızı olarak dünyaya geldim. Orta ve lise tahsilimi İngiltere’de kız okulunda yatılı olarak tamamladım. Üniversite eğitimimi yine İngiltere’de pazarlama üzerine yaptım. 1990 senesinde Türkiye’ye döndüm. Birkaç işte profesyonel olarak çalıştıktan sonra, danışmanlık şirketim Çavuşoğlu-Davis’i kurdum. Yabancı ortaklı şirketimde; yönetim danışmanlığı, iletişim eğitimi ve eleman yerleştirme işleri yapıyorduk.
Eşimle evlendikten sonra, hiç aklımızda yokken, eşimin babasının rahatsızlığı nedeniyle, doğduğu şehir olan Antakya’da kendimizi bulduk.
Hayatımda küçük bir şehirde hiç yaşamamış bir kişi olarak ilk başta çok zorlandım. Her şey bir başka idi. Hayat, epey bir sene geri gitmişti adeta. Ancak eşimin ailesi ve edindiğim dostlarım sayesinde bu şehirde yaşamayı becerdim. Sonra verimli zaman geçirmek için bir arayışa girdim. Bu süreçte, Antakya’nın çok ciddi değerleri olduğu, ancak bir standart olmadığı için bunların pek şehir dışına satılamadığı veya tanınmadığını gözlemledim.
-SÜT VE PEYNİR-
Eşimin çiftliği Suriye sınırındadır. Suriye’deki otorite boşluğundan kaynaklanan kaçakçılık, genelde bizim ve etrafımızdaki çiftçilerin arazilerinden yapılıyordu. Bir gün hudut komutanı, eşimin ziyaretine geldi ve yakalanan canlı hayvanlar için geçici olarak yedieminlik yapıp yapamayacağını sordu. Çiftlikte, mevcut ahır, personel ve tesisler yeterli olduğundan, eşim, kaçak yakalanan ama yoğunluk nedeniyle itlafı anında mümkün olamayan bu büyükbaş hayvanların bakımını üstlendi. Bir kaç gün sürebileceğini düşündüğümüz bu iş, sürecin uzamasıyla, bize yeni bir ufuk açtı. Bedelsiz baktığımız bu birkaç hayvan sayesinde hayvancılığı öğrendik. Karantinayı öğrendik. Hayvan hastalıklarını, korunma yollarını ve mücadeleyi öğrendik. Çiftliğimizde doğan birkaç yavru, bize süt inekçiliğinin kapılarını açtı.
Eşim, bu süreçte hayvan alımına başladı. Bir anda, 1970’lerin, modern ama günümüz şartlarında ilkel kalmış çiftliğimizde, ineklerimiz ve pazarlanmakta zorlandığımızdan ne yapacağını bilmediğimiz sütlerimiz oldu. Çünkü satılan sütlerin bedeli, yemlerin bir kısmını çiftliğimizde yetiştirdiğimiz halde, hayvanlarımızın bakım giderlerine yetmiyordu. ‘Ne yapabiliriz’ diye araştırmaya başladım ve katma değerli ürün yapmamız gerektiğine karar verip, sütlerimizden peynir yapmaya karar verdim.
Antakya’ya gelin gelene kadar hiç tatmadığım, bazı yöresel, katkısız peynirler olduğunu keşfettim. Bu ürünleri hijyenik şartlarda üretip, başta İstanbul olmak üzere, tüm Türkiye’ye satmaya karar verdim.
Böyle bir tesisi kurabilecek belki bir bilgi birikimimiz vardı, ama yeterli maddi imkanımız yoktu. O noktada, KOSGEB’in yeni girişimcilere desteklerinden haberdar oldum. Girişimci kursuna gittim, çok çalıştım, araştırdım, projemi kaleme aldım ve benim bugünlere gelmeme vesile olan yatırım projem onandı.
-COĞRAFİ İŞARET-
Proje hazırlık aşamamda yapacağım çalışmalara bilimsel bir zemin hazırlama amacıyla, Mustafa Kemal Üniversitesi ile temasa geçtim. Üniversitenin Gıda Bölüm Başkanı, süt ürünleri konusunda ihtisas sahibi Prof. Dr. Yahya Kemal Avşar Hoca ile tanıştım. Coğrafi işaretleme hususunda yaptığı çalışmalarla tanınan Hoca, 17 senedir bu şehirde yaşıyor ve yöresel ürünler üzerinde ilmi çalışmalar yapıyordu. Bana, yöresel ürünlerin pazarlarda hak ettiği yeri bulamadığından bahsetti. Bunun sebebinin, üretim standardı ve hijyene önem verilmemesi olduğunu söyledi. Bu, bizim misyonumuzu oluşturdu.
Şehirdeki evimin altında, butik üretim yapan, yöresel ürünleri kapış kapış satılan ve hatta önceden sipariş edilen 40 senelik bir peynirci beyle bir sene istişarede bulundum. Kendisinden, yöresel artizan peynirlerin nasıl üretilmesi gerektiğini personelime öğretme ve üretimime bir standart getirmeme yardımcı olma sözü aldım.
Henüz imalata başlamadan, ev şartlarında ürettiğim numuneleri, her biri ayrı bir gurme olan aile büyüklerine tattırıp onaylarını aldıktan sonra, Metro Gross Marketlere sundum ve onlara ürünlerimi pazarladım. Sıra, üreteceğimiz ürünlere isim bulmaya geldi. Uçsuz bucaksız Suriye dağlarına, büyük bir yerleşim birimi olan İdlip şehrine ve geniş zeytinliklere bakan çiftliğimize kapandım. Araştırmalarıma başladım. Sonunda bu toprakların dokusunda olan medeniyetlerden, Antik Roma imparatorluğu döneminde, sürülerin koruyucu ve bereket tanrıçası olan ‘Pales’ ismini buldum. Pales ayrıca, bu Doğu Roma şehrinin koruyucusu idi ve her sene 21 Nisanda festivali vardı. 21 Nisan, aynı zamanda benim doğum günümdü. Aynı şekilde, imalathanenin üretim izni de 21 Nisanda çıktı ! Tesadüfler, hedeflediğim yolda tökezlediğimde ilerleme gücü verdi.
-YATIRIM ZAMANI-
KOSGEB’de projem onaylandıktan sonra, yatırım zamanı geldi. Bu gibi desteklerde masrafları önce sizin yapmanız, yaptığınız belgeli masraflar için kısmi destek talep etmeniz gerekiyor. Yani önce tüm masrafları siz cebinizden yapmak zorundasınız. Benim de bu yatırımların tamamını karşılayacak param yoktu. Eşim ve ailemin destekleri, düğünümde ve çocuğumun doğumda takılan ziynetler, işimin başlangıç sermayesi oldu.
Tesisimin inşa aşamasında boş durmadım. Elimdeki mahdut sermayeyle, çok lezzetli bulduğum, Antakya bölgesine ait zeytinleri Metro Grubu’na pazarladım. Ancak iş pazarlama ile bitmiyordu. Şehrimiz her ne kadar bir ihracat şehri olsa da, uluslararası standartlarda gıda denetimleri geçebilecek bir gıda paketleme tesisi yoktu. Araştırdım. İzmir’de bir tesis ile anlaşıp, zeytinleri, orada gıda ve ambalaj standartlarına uygun bir şekilde paketlettim. Sonrasında, ‘niye dünya, İtalyanların balzamik sirkesini bilsin de bizim nar ekşimizi bilmesin!’ düşüncesiyle, yine bu bölgeye ait katırbaşı narlarından nadir olarak üretilen gerçek nar ekşisini, şık şişe ve ambalajda Metro’ya pazarladım.
Bu arada işletmemde, peynirlerin deneme üretimine başladım. Ürettiğim her yeni malı, aileme ve arkadaşlarıma denetletiyordum. Haziran 2016 ayında, ilk satışımı Antakya’daki bir yerel süpermarket zincirine ve Metro Gross Marketlere gerçekleştirdim. O dönemde çiftliğimizden gelen günlük 250-300 kg sütü işliyordum. İşlediğim sütün parasını bile zor çıkarıyordum. Personel giderlerini ise sermayemden karşılamam gerekiyordu. Daha sonra Adana’da yerleşik bir süpermarket zinciri olan Groseri’lere ürün satmaya başladık. İşin güzel tarafı, özel ürün ürettiğimizin farkına varan firmalar, bizi koruma altına alıp teşvik ediyorlardı.
Temmuz ayında ürünlerimi EATALY’e sundum ve onlardan da olumlu yanıt aldım. Ağustos 2016 ayında, şirkete, Ziraat Bankası hayvancılık kredisi ile 17 adet hamile düve (bir yıllıktan gebelik dönemine kadar olan inek) aldık. Hayvancılık için gerekli malzeme ve ekipmanları satın aldık. Kaliteli süt üretimi için hayvan konforu çok önemliydi. Ahırlarımızı modernize ettik. Artık çiftliğimizde hayvanlarımızın yemlerini yetiştirip, yetiştirdiğimiz yemlerle beslediğimiz hayvanlarımızdan kaliteli süt üretiyor duruma geldik. Hayvanlarımızı çoğaltmaya da devam ettik ve mini bir entegre tesis haline gelmeye başladık.
-MARKALAŞMA-
Bu arada, Yahya Kemal Hoca ile birlikte, künefelik tuzsuz taze peynirin raf ömrünü 12 güne çıkarmayı başardık. Sade tuzlu yoğurdu geliştirip, baharatlı tuzlu yoğurt üretimine başladık. Patent ve markalaşma sürecine başladık. Pales’in marka tesciline başvurup, onu da temin ettikten sonra, İstanbul’da ‘Sarıyer’ adlı marketler grubuna, internet alışveriş sitesi olan Taze Masa’ya, İstinye Park AVM’de yer alan Balcı Şarküteri’ye, Nezih Gurme’ye Halkalı’daki Eva Food’a, Samsun da Dafne Gurme’ye, Dream Grup’a, Ekol Gıda’ya ‘Anadolu Peynirleri’ markası altında ve Ankara’daki Lival Çiftliği’ne, yine kendi markaları altında ürün vermeye başladık. Bir ziyaretimizde, İstanbul’da kaliteli el yapımı dil peyniri açığını görüp, sulu haşlama dil peynirini de ürün gamımıza kattık.
-ÖNCE SAĞLIK-
Bizim doğal yöntemlerle, tamamen el işçiliğiyle imalatını yaptığımız, sürk peyniri, sünme peynir, künefelik peynir, haşlama peynir, tuzlu yoğurt, hiç bir bölgede üretilmiyor. Yayık tereyağının tadı o kadar unutulmuş ki, insanlar ürünümü, sütün kremasından yapılan, esans katkılı tereyağı ile mukayese edip, ‘bu tereyağı gerçek mi?’ diye soruluyorlar.
Bence her şeyden önemlisi, hepimizin, kendi vücudumuzu sağlıklı tutmak gibi bir borcumuz var. Artık sadece fabrikasyon ürünler yemek dışında, vücudumuza, sağlığımıza iyi gelecek doğal, katkısız ürünleri bulmak, talep etmek ve tüketmek zamanı.
-KOLAY OLMUYOR!-
Hiç bir şey, anında, sihirli bir değnek değmiş gibi gerçekleşmiyor. Zorlu, çakıl taşlı, bol tökezlenen bir yoldan geçiyorum. Bir hayalim var. Hayalime inandım. Bütün olumsuzluklara, çelme takmalara, uykusuz gecelere rağmen, daha önümde gerçekleştirmek istediğim yığınla projem var. Kanımca en büyük değerimiz, içinde yaşadığımız, asırlar boyu farklı medeniyetlere kucak açmış ve bu medeniyetler sayesinde farklı kültürel birikimlerimizin olmasını sağlamış bu topraklar. Bunları bulup, değerlendirip, bir standarda getirip dünyaya sunabilmemiz gerekiyor. Asıl hedef, keşfedilmemiş, unutulmuş ya da özelliklerini yitirmek üzere olan değerlerimizi tekrar toplumumuza kazandırmak olmalı.
İnanıyorum ki, bu değerlerimize sahip çıkmazsak, ne ülkemiz ne de bizler kalırız. Hepimiz, taşın altına elimizi koyup, bu ülkeyi hak ettiği yere getirmek için çabalamalıyız.”
-MESAJ NET!-
Anlatılan, bir yaşam hikâyesi, aynı zamanda da bir başarı hikayesi, ama en çok da… Yaşadığı coğrafyaya inananların neleri başarabileceklerinin işareti. Tam da bu noktada, hem önemli hem de çarpıcı bir mesajı var, Lale Kuseyrioğlu’nun, ki bizlerin üzerine oldukça fazla haber yaptığı ‘coğrafi İşaretler’ konusunda.
“Ticaret Odası’na yaptığımız baskılar ile önce Antakya’nın baharatlı çökeleği coğrafi işaret aldı. Şimdi tuzlu yoğurt için çalışma yapılıyor. Coğrafi işaretlenme şu anda bir akım ve moda olarak görülüyor ve detay düşünülme-den coğrafi işaretlenme alınıyor. Ancak coğrafi işaretlenme aslında çocuklarımızın geleceği. Bölgelerde üretilen ürünlerin o standartta asırlar boyu üretilmesini sağlamak yani geleceğimiz demek! Bu nedenle çok ciddiyetle yaklaşılıp tüm detayları düşünülerek yapılması gereken bir çalışma. Ama maalesef ‘mış’ gibi yapılıyor ve korkarım, ileride problem olarak bize geri dönecek.” -Tamer Yazar-