Ardından, Antakya’yı!
Bugün, İstanbul’u ziyaret edecekler için İstanbul Valiliği tarafından rotalandırılmış ufak bir şehir turu yapalım beraberce ve ardından da benzer bir rehberliğe biz neden ‘sahip değiliz’ sorusunda duralım, ki böyle bir rehberlik bizleri şehrin neresine götürür, en çok da bu kısımda mola alalım! Çünkü kent merkezinin tarihi ve kültürel derinliği değil ama… Hali oldukça düşündürücü!
İstanbul’dayız! Bugün, bu koca kentin sadece Sultanahmet kısmında ufak bir yürüyüş yapacağız. Ama bunu yaparken de, İstanbul Valiliği’nin ücretsiz rehberliğinde adımlarımızı atacağız. İlk adımdan son adıma, hayal ederek ilerleyin ve noktanın ardından Antakya için beraber yürümeye hazır olun!
O zaman, başlayalım…
–
1985 yılında UNESCO Dünya Miras Listesi’ne alınan Tarihi Yarımada’nın en önemli lokasyonu olan Sultanahmet Kentsel Arkeolojik Sit Alanı, İstanbul’un tarihi zenginliklerini keşfetmek isteyenler için önemli bir kültür ve yürüyüş rotası olarak değerlendirilebilir.
Bu yürüyüş rotasında; tarihi eser kalıntılarını görebilir, cami ve müzeleri ziyaret edebilir, mısır, kestane gibi sokak lezzetlerini deneyebilir, çarşılardan hediyelik alışverişlerinizi yapabilirsiniz.
Sultanahmet tramvay istasyonundan başlayan yürüyüş rotasında, ilk olarak Yerebatan Sarnıcı’ndan sonra, İstanbul’da ikinci büyük su sarnıcı olarak kabul edilen “Binbirdirek Sarnıcını” gezebilirsiniz. Sarnıç gezisinin ardından sola dönerek, içerisinde yemek ve oturma alanlarının olduğu Mehmet Akif Ersoy Parkı’ndan geçerek, Bizans döneminin açık hava stadyumu “hipodromun” yer aldığı, Osmanlı döneminde “At Meydanı”, günümüzde Sultanahmet Meydanı olarak adlandırılan alana ulaşabilirsiniz.
Sultanahmet Meydanı’nda, sırasıyla Alman İmparatoru II. Wilhelm’in İstanbul’a hediyesi olan ve 1901 yılında bulunduğu yere yerleştirilen Alman Çeşmesi’ni, meydanın ortasına doğru ilerlediğinizde, M.Ö. 1450 yılında Firavun III. Thutmosis’in anısına yapılmış ve 390 yılında da İmparator Theodosius emriyle İstanbul’a getirtilen Dikilitaş’ı (Theodosius Sütunu) görebilirsiniz. Dikilitaş’ın sağ tarafında ise, barındırdığı eserler bakımından en önemli İslam sanatı müzesi içerisinde yer alan Türk ve İslam Eserleri Müzesi’ni ziyaret edebilirsiniz.
Müze ziyareti sonrasında, meydandan yürüyüşe devam ederek, M.Ö. 478’de Yunan şehir devletlerinin birleşerek Persleri yendiği savaş anısına yapılıp, Delfi’deki Apollo Tapınağı’nın önüne dikilen ve 330’lu yıllarda İmparator Konstantin tarafından İstanbul’a getirilen Yılanlı Sütun’u (Burmalı Sütun) görebilirsiniz. Yılanlı Sütun’un biraz ilerisinde ise Örme Dikilitaş’ı görüp fotoğrafını çekebilirsiniz. Dikilitaş’ın ilerisinde, Sultanahmet Meydanı’nın sonunda yer alan Marmara Üniversitesi Cumhuriyet Müzesi ve Sanat Galerisi’ni ziyaret edebilirsiniz.
Müze ziyaretinin ardından, sağ tarafa doğru yolu takip ettiğinizde, Doğu Roma Dönemi’ne ait; M.S. 450-550 yılları arasına tarihlenen mozaiklerin sergilendiği Büyük Saray Mozaikleri Müzesi’ni keşfedebilirsiniz. Müzenin çıkışı, sizi çeşitli hediyelik eşyaların satıldığı dükkânların yer aldığı Arasta Çarşısı’na yönlendiriyor. Müze çıkışından sol tarafa doğru ilerlediğinizde, çarşıdan çıkabilir, burada yer alan kafelerde mola verebilirsiniz. Çarşının bitiminden sola doğru yürüdüğünüz yol, sizi Ayasofya Meydanı’na çıkaracak. Meydanda, öncelikle Sultanahmet Camii’nin hemen önünde, Alman Çeşmesi’nin çaprazında yer alan Sultan 1. Ahmed Türbesi’ni ziyaret edebilirsiniz. Ardından, yurt dışında Mavi Cami (Blue Mosqiue) olarak bilinen, Sultan 1. Ahmet’in isteği doğrultusunda Mimar Sedefkâr Mehmet Ağa tarafından inşa edilen, ilk Selatin (Sultan) Camii olma özelliği taşıyan Sultanahmet Camii’ni gezebilirsiniz.
Camiden ayrıldıktan sonra, meydanın ortasında yer alan havuzdaki su gösterilerini izleyip, fotoğraf çekebilir, seyyar tezgâhlardan mısır alıp yiyebilir ve banklarda dinlenebilirsiniz. Meydanın sonunda yer alan, Ayasofya’ya girmeden önceki Haseki Hürrem Sultan Çeşmesi’ni ve Hürrem Sultan Hamamı’nı görebilirsiniz. Dünyanın en önemli mimari yapılarından biri kabul edilen, bahçesinde Şehzadeler türbesini de barındıran Ayasofya’yı keşfederek, yürüyüş rotasını sonlandırabilirsiniz.
-SIRA BİZDE!-
Kısa bir İstanbul turuna imza atan İstanbul Valiliği’nden sonra, şimdi sıra bizde, Antakya’da! Nereden başlayalım? Nasıl bir rota izleyelim? Peki, Antakya kent merkezinde ve yakın çevresinde bizleri neler bekliyor? Hangi ziyaret noktaları? Hangi tarihi ve kültürel adresler? Mesela su kemerleri… Roma mimarisinden kalanlar… Arkeolojik kalıntılar… Kazı alanları… Mozaik buluntular… Eski evler… Tescilli bir kentin bakımlı hikâyesi… Ve tüm bu trafiğin mola noktası olacak, Künefe’nin tescilli tarifinde kısa bir lezzet aralığı…
-ELDEKİ Mİ?-
Garip ama, kent merkezinde, Habib-i Neccar ve Ulu Cami dışında, bakımlı ve gezilebilecek tarih noktamız yok! Eski kent, kirli ve bakımsız. Duvarlar sprey boya içinde. Birçok ev terk edilmiş. Kurtarılanların kalabalığında ise belli bir disiplin yok! Restorasyon çalışmaları, tüm bu yorgunluğun içinde vaha alanları gibi!
Peki, trafiğe kapalı Hürriyet Caddesi içinde, etrafı ‘balkon demirleri’ ile çevrili eski Roma hikâyemiz ne durumda? Bu tür bir rotaya uygun mu? Sorunlu restorasyon süreci ardından eskisinden daha yeni hale getirilen ‘tartışmalı’ görseli ile anlatılacak halde mi?
Ona ters bir yönde ilerleyelim mi? Asi Nehri’nin, DOĞAKA yönünde bizi bekleyen terk edilmiş su kemerlerine doğru… Onlar ne durumda? Bir dönem haklarında ‘projelendirme yapalım’ diyenlere rağmen, durum değişmemiş! Onlara bakıp da ne olduklarını anlayan çok çıkmıyor artık! Kalabalıklar, yanlarından geçip gidiyor… Hatta, kalabalıklar ona çok uzak duruyor… O halde, bu da rotamız dışında!
-UZUN ÇARŞI!-
Peki, elde ne kaldı? Yemeklerimiz mi? Tatlılarımız! Uzun Çarşı içinde ilerleyelim o halde… Yıllar içinde hakkında çokça proje üretilip sözlerin verildiği çarşımız içinde yürüyelim! Kurtuluş Caddesi kısmından girince, yıllar içinde başlanan bir proje karşılıyor sizi. O da yarım kalmış! Birkaç dükkândan öteye gidememiş yapılan… Eski Emniyet’in olduğu cadde üzerinden girenleri ise bu defa yakın geçmişin bir başka projesi karşılıyor. Konsept farklı! O da yarım kalmış ama. Karar verilmiş mi, net değil! Ama her şeye rağmen, Antakya içinde ilerlemek isteyenlerin rotasında, bu çarşı hala vazgeçilmez bir adres. En çok da Kurşunlu Han noktasında! Eski bir Osmanlı hikâyesi sunuyor gelenlere. Ama bu alana girenleri de, devasa dolaplar ve taş meydanı tamamen dolduran masa sandalyeler karşılıyor. Kalabalık, biraz da ürkütüyor. Taş yapıya sonradan eklenen demir merdiven ise şaşırtıyor. ‘Madem ihtiyaçtı, en azından kesme taştan mı olsaydı’ diye düşündürtüyor!
-YORGUNLAR!-
Kent içinde, kadim coğrafyanın çok anlatılan dün hikâyesini dinlemek için yürüyenleri karşılayanlar arasında farklı modelde yapılandırılmış çeşmeler de karşılıyor. Ama neredeyse hiç birinin restorasyonu yapılmamış. En dikkati çekeni de, Uzun Çarşı içinde olanlar… Bazıları öyle kötü durumda ki, düşen taşları el yordamıyla, alçı ile tutturulmuş! Buna izin veren kurumsal algıya ise bu görüntü ‘sınıfta kaldın’ demiş! Ama yıllar içinde ne sonuç değişmiş, ne de beklenti içinde olanların umudu omuzlanmış. Onlara bakanlar mı? Gördüklerinin onlara fısıldadığı yorgun ve bitik kelimelerin hikâyesinden, bu kent adına ‘olmaması’ gereken bir özet çıkartmış…
-DEFNE OLSA!-
Rotamızın, Antakya bitişiğindeki Defne adresi mi? Bir dönem, Uğur Mumcu Meydanı’nda keşfedilen (!) arkeolojik zenginliğin, bu alanı bir açık hava müzesi haline getirebilecek kadar derine inen kalıntıları için umutlananlar, bugün, betondan koca bir meydanın orta yerinde duruyor. “Eldeki için ne kadar mutluyuz” sorusunu sormak gerekiyor! Ardından da, “Bulunanları ‘merkeze alan bir çözüm’ üretilseydi, bugün bu meydan ne kadar turist çekerdi” kısmında soluklanmak ve düşünmek gerekiyor! O yüzden de burası da rota dışı!
Peki, elde kalan mı?
-SON SÖZ!-
İstanbul’u ziyaret edecekler için İstanbul Valiliği tarafından rotalandırılmış ufak şehir turundan herkesin keyif aldığını söylemek sanırım mümkün! Peki, Hatay Valiliği’nden de aynı şeyi istesek, ortaya bizim anlattığımızdan farklı ne çıkar? Nasıl bir rota çıkar? Asıl olarak da… O rotada bizleri ne karşılar?
Bundan sonrasını, hayatını İstanbul’da sürdüren Antakyalı bir turizmci sürdürsün…
“Bir kere kent içinde bir destinasyon, yani buna dair bir tarih ve kültür rotası yaratmak istiyorsanız, elinizde o noktaları birbirine bağlayacak bir şeyler olması şart. İstanbul hikâyenizde, o yolu oluşturan her bir noktada biriken koca bir tarih var, eşsiz bir kültür var, ama her birinin size görsel olarak anlatacak bakımlı da bir hikâyesi de var. Bizdeki sorun bu! Noktalar var, ama… Hazır değiliz!
Su kemerleri dediniz… Durumlarını, ne halde olduklarını bilmiyor muyuz? Trafiğe kapalı caddede bulunan ise ayrı bir trajedi! Hem restorasyonu hem de sunumu açısından! Eski evler demeyin… Bir kere o sokakların hepsinin tadilattan geçirilmesi gerek. Hem de hepsinin. Orijinale uymayan o kadar çok şey eklenmiş ki zaman içinde, eski kenti yeni kent yapma telaşı var adeta. O asfalt yollar bu durumun zirve noktası.
Üzücü olan, eviniz bu kadar dağınık ve kirli, ama siz ha bire misafir davet ediyorsunuz. Peki, gelen misafir ne düşünüyor, biliyor musunuz? Dönünce ne anlatıyor?
Bakın, şunu diyor… ‘Tepsi et çok güzeldi… Künefe mükemmeldi… Çok güzel yedik, içtik!’ Peki, Antakya özelinde, bu coğrafya, bu mu? Sadece yemek ve içmek mi? Hani tarih? Hani kültür? Hani yöresel? Hani kent kimliği?
Davet, erken! Sadece bunu bilelim ve bir an önce evi toparlayalım! Belki sonrasında, misafir ağırlamaya başlarız!” -Tamer Yazar-