Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

İster inanın ister inanmayın, Eski yıl yeni bir yıl doğuracak!

Jozef Naseh/Arkeolog Kültür; bir

Jozef Naseh/Arkeolog

Kültür; bir toplumun üyesi olarak insanın kazandığı bilgi, inanç, gelenek, görenek, sanatsal çalışmalar, erdem, ahlaki değerler ve diğer yetenek ve alışkanlıkları içeren karmaşık bir bütündür. Kültürlü olmak; anlamak, görebilmek, gördüğünden anlam çıkarmak ve bu yolla bilgilenerek aklı yetkinleştirmektir. İnanç ise; engelsiz ve koşulsuz olarak ulu yaratana iman yolu ile bağlanmaktır. Bu düşünce ışığında; insanlığın ortak coşkusunu anlatan yıl döngüsü gibi özel günleri, inanç değil, ‘inanç kültürü’ bağlamında incelemeliyiz.

İnsan, varoluş sürecinden günümüze kadar beslenme, barınma ve üreme gibi yaşamsal sorunlarını güven altına almak ve sürdürebilmek için bir takım somut ve soyut önlemler geliştirmiştir. Bu amaçla, bilinmezliklerinden kaynaklanan korkularını gidermek için yer ve gökyüzü hareketlerini sürekli izlemiş, bundan yeni öğretiler elde etmiştir. Bu öğretileri, yol gösterici ve yaşamsal bir önlem olarak yaşam kültürü ile özdeş tutmuştur. Örnek vermek gerekirse… İlkbahar aylarında doğanın uyanışını simgeleyen Nevruz ve Hıdrellez kutlamaları; Buğday, üzüm, zeytin gibi kutsanmış tarım ürünlerinin, hasat zamanında, bir nevi şükür anlamında yapılan kutlamaları örnek verebiliriz. Bu ve buna benzer birçok kutlamalar, günümüzde festival veya şenlik anlamında ‘‘Yıl döngüsü” olarak kutlana gelmektedir.

Yerleşik düzene geçen tarım toplumları; düzenli tarım yapabilmek ve ektikleri ürünün bereketini artırmak için, yer ve gökyüzünün değişken ve karmaşık hareketlerini izleyerek tohumun toprağa ekim zamanını tespit etmek zorundaydılar.

Bunu başarabilen topluluklar, tarımla ilgili planlanmış zamanı keşfettiler. Bizler bu zaman dilimine takvim diyoruz.  Yani başlangıcı ve bitişi olan bir zaman diliminden söz ediyorum.

Atik toplumlarda bu zaman, diliminin başlangıcı, bulundukları coğrafyanın iklim koşullarına ve yerkürenin hangi kısmında yer aldığına göre değişkenlik gösterir.

Bu değişiklikler, Dünya, ay ve yıldızların, yer değiştirmesine bağlı olarak, oluşan ekinoksla oluşur. Ekinoks, gece ve gündüzün eşit olduğu gündür. Yıl içinde, baharda ve son baharda olmak üzere iki kere tekrarlanır.

Bu yüzden iki başlangıç ve iki de bitiş vardır.  Yani yıl döngüsüne bağlı olarak iki kez yılbaşı kutlanır! Örneğin, uygarlığın doruk noktasına ulaşan Sümerler ve inanç takvimini ekinoksa göre düzenleyen Yahudi inancına sahip olan kardeşlerimiz yıl döngüsünü, bir takım ritüellerle kurgulayarak, törenler düzenleyip iki kez kutlarlar.

Güneş ay ve yıldızların yer değiştirmesine bağlı olan bu zaman dilimini kimler planladı? O konuda yeterli bir bilgimiz yok! Ama bu süreci, yerleşik düzene geçen tarım toplumlarının geliştirdiğini söylemek yanıltıcı olmaz sanırım.

Tarım toplumlarında, bu zaman dilimini kim planlar? Doğa bilgisine ulaşabilenler! Yani yeryüzü ve gökyüzü bilgisine sahip olanlar!

Her insan bu bilgiye ulaşabilir mi? Ulaşmaz? Bunun için, insanın sakalının ve saçının ak olması lazım? Bu yeterli mi? Elbette yeterli değil? Bir de yaşamı boyunca, yeryüzü ve gökyüzü hareketlerini inceleyip bilgilenmesi gerekir.

Tarihi süreç içinde, bu kimliğe sahip olanlara “Aksakallı, bilge insan, kâhin, Kohen, Episkopos”  gibi sıfatlar verildi. Bu sıfatlar,  farklı dillerde ayrı ayrı yazılsa “Bilinmezlik dünyasından bilineni getiren” kimlik anlamında kullanılır.

Mitoloji, inanç kültürü, sosyal ve kültürel yaşantımızın, yol göstericileri olan bu bilgeler, bizlere doğa yasasına uyumlu olan yaşam takvimini armağan ettiler.

Yaşam takvimi diyorum? Çünkü insan, doğum ve ölüm arsında geçen, sınırlı yaşamına anlam kazandırmak için nerde başladığı, nerde bitiğini bilmediği bir evrenin içinde, bir takım ritüeller sergileyerek doğa yasasına uyum sağlayarak yaşar.

Bu uyumu sağlamak için, ondan önce yaşama katılan öncülerin, bilgisine, gelenek ve göreneklerine gereksinim duyar. Bir nevi, kültürel belleğin zamanla olan ilişkisinin aktarımıdır.

Bunun sonucun da, toplumlar kendilerine bir yaşam takvimi kurgular.

Bu sayede toplumlar; önemli günleri ve olayları takip edebilir, üretim faaliyetlerini düzenleyebilir ve dini ritüellerini gerçekleştirebilirler.

Yakın döneme kadar ilk ay takvimini Sümerlerin geliştirdiği biliniyordu? 2013 yılında İskoçya’nın kuzeyinde araştırmalar yapan Arkeologlar, Aberdeenshire bölgesindeki Crathes Kalesi civarında yaptıkları kazılarda, Ay’ın hareketlerini gösteren ve kameri ayları izlemeye yaradığı sanılan oyuklar keşfetti.

Günümüzden 10.000 yıl öncesine tarihlenen bu oyukların, avcı-toplayıcı topluluklar tarafından bir nevi takvim olarak kullanıldığı düşünülüyor? Bilimsel anlamda, her ne kadar kanıtlanmasa da, ayın döngülerini göstermesi açısından çok ilginç bir buluş!

Güneş yılına dayalı takvimi ilk geliştirenler Mısırlıları idi. Mısır’da yaşam Nil taşkınlarının etrafında dönüyordu. Gece göğünün en parlak yıldızı olan Sirius, her yıl Nil’in taştığı zamanlarda, gün doğumundan hemen önce parlardı. Mısırlılar, takvimlerini bu olayla ilişkilendirerek, takvimlerini geliştirdiler.

Kadim uygarlıkların birçoğu,  Güneş ve Ay takvimini kullandıkları gibi, bazı uygarlıklar her iki takvimi de birlikte kullanarak yaşamsal düzenlerini ve inançlarını kurguladılar.

Kültürel bellek aktarımı ile günümüze kadar ulaşan bu sistem, bazı günlerimizi özel kıldı ve o günü coşku ile kutlamamıza neden oldu.

Bu özel günlerden biri de, 22 Aralık günü gün ışığı ile başlayan, 24 Aralık akşamına kadar süren karanlık ve aydınlığın üç günlük savaşımını simgeleyen yıl döngüsü kutlamasıdır. Gerçekte, en uzun gecenin kısalıp en uzun güne dönüşmesinin başlangıcı olan, bir doğa yasası olayıdır. Günlerin uzaması; güneşin daha fazla görünmesi, doğayı ve insanları daha fazla ısıtması ve aydınlatması, insanlara güven, umut ve sevecenlik duygusu yarattı. Dolaysıyla, bu doğa olayını, kendi inanç ve kültür yapılarına göre bir takım kültürel semboller ve ritüeller kullanılarak, törenlerle kutlarlar.

Bu anlamda bu kutlamaları ilk yapan topluluklardan biri, İslam öncesi Orta Asya Türkleri olmuştur.

İSLAM ÖNCESİ ORTA ASYA TÜRKLERİNİN YIL DÖNGÜSÜ ‘NARDUGAN’ COŞKUSU…
22 Aralık’ta, gece ile gündüz savaşının yenmesini zaferlerini akçam ağacının altında kutlayan Türkler, güneşin zaferini ve güneşin yeniden doğuşunu kutlarlardı. Güneşin yeniden doğuşunu, “yeni bir doğum” olarak algılarlardı. Türkler, Güneş’e “nar” diyorlardı. Günümüzde dilimize “doğan” olarak gelen ve “doğmak” anlamına gelen ‘tugan’ doğan ise yüz yıllardır aynı anlamını koruyarak günümüze kadar kullanılagelmiştir.

Türkler, her yıl geleneksel olarak kutladıkları Narduğan “Güneşin Doğuşu” kutlaması yaklaştığı zaman, yaşadıkları çevreyi ve evlerini temizlerlerdi. Kutlama günü ise en güzel ve temiz elbiselerini giyerlerdi. Tanrı Ülgen’e sunacakları hediyeleri de yanlarına alıp, gruplar halinde şarkılar söyleyerek, bulundukları yere en yüksek ve en gösterişli akçam ağacının yanına gider, Tanrı Ülgen’e ulaşması için hediyeler bırakır, dua ve şükür ederlerdi. Hatta bu ritüelde, Ayaz Ata’nın yanında bir de torunu olarak kabul edilen “Kar Kız” da yer alırdı. Genç kızlar ve kadınlar, ağacın dallarına bağlamak için, aile fertlerine yetecek kadar bantlar hazırlar ve herkese dağıtırlardı. Koyun, keçi gibi hayvanların kılını eğrilerek yapılmış ve dokunmuş bu bantların üstünde hayat ağacı motifleri işlerlerdi. Herkes, akçam ağacının dallarına bu bantları dilek dileyerek bağlardı. Yüz yıllardan bu yana yapılan bu gelenek, günümüzde de evliya, yatır vb. mezarlarına ya da o mezarların yakınında bulunan ağaçların dallarına bağlanarak devam etti.

ANADOLU’DA LUVİLER

M.Ö. 2000-1100 yılları arsında, Akdeniz ve İç Anadolu Bölgesi’nde 900 yıllık bir egemenlik süren, haklarında çok az bilgiye ulaştığımız, Işık İnsanları olarak da bilinen Luvi’lerin eski yılı uğurlama, yeni yılı karşılama ‘Yıl Döngüsü’ kutlama geleneği vardır. Bu geleneğin uygulamaları azalmakla birlikte, Anadolu da Sivas, Tunceli, Erzincan, Bingöl ve Muş illerimizin kırsal alanlarında ‘eski yılın uğurlanması, yeni yılın karşılanması anlamını taşıyan’ KHAL KAGAN ismi ile halen sürdürülmektedir. Khal Kagan kutlamaları, Aralık ayının son haftasına gelen, ‘Khal Khelk’ adı verilen ak saçlı, aksakallı, pak yüzlü yaşlı bir adamın köy çocukları ile beraber kapı kapı dolaşarak çocuklar için hediyeler toplaması ile başlar, yeni yılın ilk gününde kurulan ayin-i cem ile sona erer.

Luvi’lerin bir zamanlar egemenliklerini sürdürdükleri Antalya bölgesinde, Roma dönemindeki adı Myra, günümüzdeki adı Demre olan antik kentte M.S. 3. yüzyılda yaşadığı var sayılan Noel Baba’nın kimliksel yapısına ne kadar da çok benziyor değil mi? Acaba bu insancıl kimliksel yapı, binlerce yıllık bir kültürel aktarım izi olabilir mi? Varsayım olsa da… Olabilir mi?
Çünkü insanlığın gelişimsel sürecine olumlu katkıları olan her inanç, gelenek ve görenek; kültürel gelişme, felsefi görüş, toplumsal bellekte iz bırakmış efsanevi olaylar, sözlü veya yazılı kültürel aktarım ile başka topluluk veya inanç grupları tarafından yararlı görülmüş ve kullanılmıştır. Myra (Demre) kaynaklı ‘Noel Baba’ düşünüsü, Orta Asya’dan Anadolu’ya ve buradan da batıya taşınmış olabilir.

Hıristiyanlıkta binlerce yıl önce doğa yasası olarak kutlanan bu geleneksel düşünüden esinlenmiş, kendi inanç kültürü ve ritüeline bulunduğu coğrafyanın yerel kültür değerlerini ekleyerek, inanç kültürü bağlamında Hz. İsa’nın doğuşu ile özdeş tutmuştur.

NOEL, CHRISTMAS, MİLAT GECESİ NEDİR?

‘Noel, Christmas, Milat’ sözcükleri, farklı dil ve kültürlerde ifade edilse bile, anlamı ‘yeniden doğuş ve başlangıç’ olarak aynıdır. Bu kutlama, bizlerin algıladığı, 1 Ocak’ta kutlanan yılbaşı değildir. 24 Aralık’ı 25 Aralık’a bağlayan gece, ‘Hz. İsa’nın beden alıp dünyaya geliş’ kutlamasıdır. Yani Hz. İsa’nın doğum günüdür. Bu geleneksel yöntem, M.S. 354 yılından itibaren her yıl 25 Aralık’ta coşkularla, bir bayram havasında kutlanır. Yalnız sizi bir yanılgıya düşürmemek için kısa bir açıklama yapmam gerekir.

Noel kutlaması, doğu Hıristiyan toplumlarında 6 Ocak tarihlerinde kutlanır. Bunun nedeni, hem kullanılan dini takvim, hem de Hz. İsa’nın gerçek doğumunun hangi tarihte olduğunun bilinmemesidir. Bu sorunlar, Hıristiyanlığın, inanç kültürü bağlamında zamanlama açısından uzlaşamadığı ve bugüne kadar çözüm bulamadığı çok karmaşık sorunlardır.

NOEL KUTLAMASININ SEMBOLLERİ NEYİ ANLATIR?

Noel kutlamalarında, insanlığa umut, güven ve sevecenlik veren çok sayıda simge kullanılır. Bu simgelerden bazıları şöyle sıralayabiliriz: Mutlu ve huzurlu bir yuvayı anımsatan, şöminesi yanık, bacası tüten, üzeri karlarla kaplı bir yuva… Bu yuvanın içinde, yaşam döngümüzü simgeleyen, tepesinde gökyüzünün en parlak yıldızı sirus (şira yıldızı) olan, süslenmiş ve ışıklandırılmış bir çam ağacı… Evin ortasında ve yemek masasının etrafında, birbirine sevgi ile kenetlenmiş, temiz veya yeni giysiler giyinmiş çekirdek ailenin bireyleri… Etraflarında, zorlu yaşamı paylaştıkları evcil hayvanları… Masanın üzerinde, yeni yılın tarihi yazılı ve mumları yanık olan bir pasta ve emekle kazanılmış kutlu bir sofra, her tarafı aydınlatılmış bir evle simgelenir. Bu evin dışında, bacadan girmeye hazırlanan (?), kırmızı giysileri, başında Firig’ya Tarbuş’u, içine çocuklara dağıtacağı hediyeleri koyduğu, sırtında taşıdığı çuvalı, bir elinde geldiğini haber veren çanı, aksakalı, pak ve güleç yüzlü yaşlı bir insan ve hemen onun yanında aynı giysilerle donanmış, üzerinde yeni yılın tarihi yazılı olan yeni doğan bir çocuk sembolü bulunur.
Noel veya yıl döngüsü ile ilgili yaptığım bu tanımlama, gerçekte insanlığın gelişim sürecindeki kültürel ve sosyal yaşam birikiminin günümüze yansımış birer mit-sel izdüşümüdür. Neden mi? Birlikte göz atalım… İsterseniz önce sedir ağacından söz edelim. Sedir ağacı, iğne yaprakları ile sürekli yeşil kalan, boyu 30-40 metreye kadar ulaşan, ortamı uygun bulduğu zaman bin yıl gibi uzun bir süre ile yaşamını sürdürebilen çam ailesine ait bir ağaç türüdür. Sedir ağacının vatanı Lübnan dağları ve çevresidir. Anadolu’nun Akdeniz’e bakan yamaçlarında, boyları Lübnan’dakiler kadar uzun olmasa bile, türdeş anlamında sıkça görülen bir ağaç türüdür. Pagan inancına göre, sağlıklı ve ölümsüz bir yaşamı simgeler. Bu yüzden, yaşamı kutsayan bir ağaç türü olarak kabul edilir. Yani yaşam ağacımızı simgeler!

Ağacın süslemeleri arasında, tepede bulunan yıldız, gökyüzünün en parlak yıldızı olan Sirus (şira) yıldızını anımsatır. Rahmetlik Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk’ün tefsirlerinden birine göre, İslamiyet’te ‘şurlanmayı’ (bilinçlenmeyi) ifade eder. Şimdi sormak gerekir… O yıldız, yaşam ağacımızın tepesinde ne arıyor? Acaba bizlere, ‘yaşamınız boyunca bilgilenin, bilgilendikçe bilinciniz açılır’ mı demek istiyor? O zaman yıldızımızı parlatıp ağacın tepesine asalım.
Noel Baba’nın frigaya usulü konik tarbuşu, bilgeliği simgeler. Aynı şapkayı; Ayaz Ata Nemrut’taki tanrılar, sema gösterilerinde Mevleviler ve Hacı Bektaşi Veli de takmıştır. Antik dönemlerde külahı andıran bu baş giysisi, erdemli ve bilge insanı tanımlamak için kullanılmıştır. Doğrusu, bizlere erdemli ve bilgece yaşamı anımsatmak için, evimizin kapısı kapalı olsa bile, bacadan girip bize konuk olan Noel Baba’ya da çok yakışmış. Öyle değil mi?

Ağacımızda asılı olan elma, Hz. Âdem ve Havva’nın ilk günahına bir gönderme olarak, işledikleri gizemli ilişkiyi yaşam ağacımızda anımsatmak için kullanılır. Mumlar, aydınlık bir geleceği… Çan, yeni bir yaşama çağrıyı, yeni doğan, gelecekteki sağlıklı nesilleri… Simli şeritler, ışıltılı yeni bir yaşamı… Çeşitli kurabiye ve yiyecekler, bereketin sürmesini simgeler. Şömine, sıcak bir yuvayı, sofra, ise birlikte onur ile çalışılarak kazanılmış emeğin sonucu olan kutlu ürünün mutluluk ve huzur içinde eşitçe paylaşımı anlatır. Yani bir nevi şükürdür.
Evrensel kültür algılaması ile benimsediğimiz bu kültürel geçişli gelenek, birçok inanç ve kültür kümeleri tarafından; sağlıklı, huzurlu, mutlu ve bilgece bir yaşamı simgeleyen anlamını koruyarak, kendi yerel kimlik ve mitolojileri eklenerek kullanıldı.

Batılı kültürü, Noel Baba sembolünü Anadolu’dan almış, önce İtalya’ya götürmüş ve sonra da… Kendisine, karların üzerinde rahatça yolculuk yapabilmek ve hediyelerini rahatça dağıtmak için altına bir kızak ve bu kızağı çeken altı ren geyiği vererek kuzey Avrupa’ya götürmüş ve kendi inanç kültürüne kazandırmıştır.

Noel Baba, sanıldığı gibi batılı bir sembol değil, Anadoluludur. Bu toprakların düşsel ürünüdür. Üstelik batılı Hıristiyanlar, Noel Baba sembolünü yeni yılın kutlaması olarak değil, Hz. İsa’nın, 24 Aralık’ı 25 Aralık’a bağlayan gecedeki doğum anını müjdeleyen bir ışıksal (Nur) simge olarak kullanır.

İnsanoğlu, bu gibi geleneksel ve kültürel kazanımlarını; geçmişten geleceğe değişim ve dönüşümü önceleyen, tüm insanlığın ortak yararını gözeten, gelişimsel sürecine insancıl temelli bir yöntemle aktarmıştır. Bunun için, evrensel anlamda kullandığımız ve benimsediğimiz kültürel ve inançsal kutlamalar, bir kümeye, bir ırka veya bir inanca tümü ile mal edilemez. Bu eylemlerdeki tek ortak noktamız, erdemlerle donanmış ve yetkinleşmiş ak pak insan bilincidir.
‘Yaşam ağacınızı’ arınmış bir bilinçle süslemenizi diler, yeni bir başlangıç döngünüzü hangi dilde söylerseniz söyleyin;

Felicita Anno Novo…

Newroz pırobze…

Yangi yıl bilan…

Kutlu ve mutlu olsun.

Sevgi ve saygılarımla.