Antakya’da biriktiriyor hikâyelerini…
Okudukça, Antakya sokaklarında adımlıyorsunuz. Kelimelerin kalabalığında oluşan cümleleri sırtladıkça da, hikâyelerin ‘dün’ yorgunluğundaki unutulmuşluğuna şahitlik ediyorsunuz.
İzmir ‘İlk Ses’ Gazetesi’nden Sultan Gümüş imzalı bir haber, “İzmir’in kalbi olarak bilinen Basmane’yi her defasında genel hatlarıyla ele almıştık. Bugün ise Osmanzade Yokuşu’nda bulunan tek bir konaktan bahsederek, kadim bir terk edilişi gözler önüne sereceğiz. İşte Asmalı Konak…” diyerek başlıyor. Başlarken de, her kelimesinde ve vurgusunda, adeta Antakya hikâyesinde mola veriyor. Önce detaylar gelsin, ardından da Antakya’nın kendi kelimeleri…
–
1922 yılında Yakup Kadri Karaosmanoğlu tarafından edebiyatımıza kazandırılan ‘Kiralık Konak’ kitabı… 2004 yılında Çağan Irmak yönetmenliğinde televizyon dünyasında adından söz ettiren ‘Çemberimde Gül Oya’ dizisi… Her iki eserin de işlenişi farklı dahi olsa, anlattıkları konu benzer. Etnik kimliklere sahip birden fazla insan, tek bir konakta yaşıyor, tek bir avlu etrafında yaşamlarını sürdürüyor. İşte Basmane’nin her bir sokağında bu duyguyu soluyorsunuz. Gözleriniz, birlik beraberlik içerisinde yaşayan, farkı kültürlere sahip olsalar dahi aynı çatı içerisinde barınan insanları arıyor. Fakat Yaşar Kemal’in de dediği gibi, ‘O güzel insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler.’
60’lı yıllarda başladı bu terk ediş. Basmane, zaman içerisinde yoğun bir göçe maruz kaldı. Bahsi edilen konaklar, bekar odalarına, barınaklara döndü. Defineciler tarafından kapıları, pencereleri çalınan konakların artık ne avlusu kaldı, ne de birbirine sığınan insanları… Osmanzade Yokuşu’nda bulunan Asmalı Konak da onlardan biri. Üst katında Urfalı bir aile yaşıyor, hemen arka tarafında ise Suriyeli bir aile. Tarih bu kez maalesef tekerrür etmiyor. Çünkü her iki aile de birbirinin varlığından habersiz, selamsız, hatırsız bir yaşam sürüyor.
Basmane’deki bütün konakların içini acıttığını söyleyen Araştırmacı-Yazar Abdülkadir Hazman, şu cümleleriyle her şeyi özetliyor aslında…
“Adı bile ne kadar güzel, değil mi? Asmalı Konak… Asma ağacından, üzümden bahsediyoruz. Üzüm, iki gözüm demez miyiz? Bin derde deva değil midir? Ege’nin en güzel yemeklerinin başında gelmez mi? Fakat şimdi asma da, üzüm de ne hale geldi.”
Hazman, bölgeye ilişkin neler yapılabileceğini ise şöyle sıralıyor:
“Tarihi yarımada gibi projelendirilmesi lazım. Buralar; çeşitli el sanatlarının, kültür faaliyetlerinin, ressamların, nalbantçıların, unutulmuş tüm mesleklerin icra edilebileceği sokaklara dönüştürülmeli. Buraya bir teleferik yapmakla burası kurtarılmaz. Binaların, planlı bir şekilde restore edilmesi gerekiyor. Sokaklar yolgeçen hanına dönmüş.”
–
Okudukça, Antakya sokaklarında adımlıyorsunuz. Kelimelerin kalabalığında oluşan cümleleri sırtladıkça da, hikâyelerin ‘dün’ yorgunluğundaki unutulmuşluğuna şahitlik ediyorsunuz. Peki, çözüm nedir? Sorunları bildiğimiz halde, cevaplardan bu kadar uzak kalışımızın sebebi nedir? Peki ya yaşadığımız proje bolluğuna rağmen, sorunların yumak halinde büyümesine olanak
verenler kimler?
-SIKINTI AYNI!-
Bir tarafta Hatay Büyükşehir Belediyesi’nin birçok sokak ve ara yolda başlattığı Doğu Antakya Restorasyonu, diğer tarafta ise Antakya Belediyesi’nin, Bakanlık katkılı ve 5 Milyon TL hibeli Kurtuluş Caddesi açılımı! Peki, olanı biteni izleyenler mi? Sıra onlarda…
C.K. >> Yapsınlar da, başka bir şey istemiyoruz artık. Yeter ki yapsınlar. Uzun zamandır korkuyoruz, içinde yaşadığımız mahallelerin bakımsızlığından, kullanılmayan evlerin yıkık dökük hallerinden. Belki bir ilaç olur, çare olur.
H.J. >> Yapılanların olduğu yerden geçiyoruz bazen. Büyük ninem vardı, anlatırdı bize eskileri. Onun anlattıkları geliyor akla. Aynısı olmaz belki ama, yine de hatırlattığına göre, var iyi bir şeyler. Sonunu beklemek gerek.
K.Ş. >> Kurtuluş Caddesi’ndeki eski evlerin sağlıklaştırması mı dediniz? Peki, kaç tane öyle ev kalmış? Neredeyse hepsi apartman. Hepsi beton. Çok geç kaldılar, bir şeyleri kurtarmak için. Buna da şükür, demeyeceğim. Çünkü şükretmek için elde bir şeylerin olması gerek. Elde ne var, söylesinler! Ne kalmış, göstersinler!
Y.S. >> Her yanımız kafe, her yanımız restoran oldu. Peki, bu kadar kafe, bu kadar restoran ne olacak? Bir sınırı yok mu bunun? Bir de birçoğu dışarıdan fark edilebilmek için renkten renge sokuyor kendini. Bu durum da normal mi?
T.B. >> Kurtuluş Caddesi’nde toplanan binlerce insanın yürüdüğü zamanı hatırlıyorum, tarih ve kültür için. Hangi zamandı hatırlamıyorum ama! O zaman da bugün de söylediklerimiz aynı. Beklentilerimiz aynı. Sorunlarımız aynı. Sorularımız aynı. Bir şey daha aynı! Cevap yok! Cevap veren de! Bir de, o günden bugüne bu kent daha da azaldı. Olanlar eksildi, çöktü, yıkıldı, terk edildi. Alkış almayı sevenler bir de iş yapmayı sevse ya… -Tamer Yazar-