Toplumsal uzlaşı ile kurgulanmış, ortak yaşam kültüründen söz ederken, yaşam çemberimizde, oluşturduğumuz, mitolojik, inançsal sosyokültürel ve bizleri bereketlendiren değerler bütününün geçmişten geleceğe belleğimizde oluşturduğu iz düşümlerden söz ediyorum.
Belleksel aktarımla oluşan bu sürece, sosyolojik kavram olarak, Şehrin veya Medine’nin yaşayan ruhu tanımlaması yaparız.
Antakya bu ruhu taşıyan nadir şehirlerden biri, belki de sonuncusuydu?
Kadim Antakya şehrinin ruhunu, tanımlamadan önce, Şehir, Medine,kent ve ruh kelimelerinin, ne anlama geldiğini, tanımlayabilmek için kısa bir sorgulama yapmak isterim.
Şehir kelimesinin, etimolojik (kökbilim) sorgulamasını bir kenara bırakırsak, dilimize, kültürel aktarımla, Farsçadan giriş yapmıştır.
Farsça da, güç, egemenlik, kudret, hakimiyetin yönetildiği yer anlamında kullanılır.
Arapçada, Şehir için Medine kavramı kullanılır. Bu kelime , bir taraftan, yaşamsal düzeni, tanımlarken , diğer taraftan yüce yaratanın, koyduğu kurallar çerçevesinde, ona kulluk ederek birlikte yaşamı ifade eder.
“Deyyan” Yaşamın karşılığında ulu yaratana kulluk borcu , ‘’ Deyn borçlu , “Din’’ Ulu yaratanın hukuku, yasası, ‘’Medeniyet” Ulu yaratana bağlı , onun adil hukuku için de, birlikte eşit ve kardeşçe yaşama anlamlarını taşır. Bu kelimelerin tümü, Medine kelimesinin alt kök bilim kavramından esinlenerek yaşamsal düzeni ifade etmekte kullanılır.
Kent kelimesinin kökeni de, Farsçadır. TDK sözlük anlamı ilçe ya da ilçeden büyük olan yerleşim yeridir. Genelde nüfusunun çoğu sanayi, ticaret ya da hizmet alanında çalışan ve tarımsal etkinliklerin de yapılmadığı yerleşim alanlarıdır. Kentlerde teknoloji ve sanayi daha çok gelişmiştir.
Kısacası, Kent kelimesini kullandığımız zaman, tarımsal alanlarından, beslenme gereksinimi olmayan, yerleşim alanlarından söz ederiz.
“Akıllı kentler’’ dediğimiz zaman, tam da bunu ifade ederiz.
Oysa, Şehir ve Medine kelimelerini kullanırken, ulu yaratanın egemenliğinde olan, onun yasalarına bağlı ve onun bereketlediği toprakların yaşamsal çemberinden söz edilir.
‘’Medeniyetler’in beşiği kadim Antakya” derken, geçmişten geleceğe, sosyal, kültürel, mitolojik inançsal ve erdemli bir yaşamın, bir olmak için birlikte yaşandığımız şehrimizi tanımlarız.
Sosyolojik kavram olarak, bu sürece “şehrin yaşayan Ruhu” tanımlaması yaparız.
Ulaşabildiğim kaynaklara göre, ruh kelimesinin kökeni Arapça olup, Farsçada ‘’can ‘’ anlamını taşır. Türkçede , ruh can, hayat, nefes kelimeleri ile eş anlamda kullanılır.
‘’Ruh’’ kavramını , imansal olarak ,genelde, Yüce yaratanın, toprak ve kilden yaratıldığına inandığımız , Hz. Ademe üfleyerek verdiği ve insan soyunun yaşamsal sürecini başlattığı anı tanımlamak için kullanırız.
Onun için hepimiz, doğarken, ulu yaratanın ruhundan bir parça alarak yaşam sürecimizi başlattığımıza inanırız.
Can, canım, canlar, ruhum benim gibi kelimeleri kullandığımız zaman, bu sürece atıfta bulunuruz.
Ruh kelimesinin Etimolojik (kökbilim) kaynaklarını incelediğimizde, bir çok, dil ve kültür guruplarında, yazılımı farklı olsa da, anlam bakımından ,hepsi, canlılığı, yaşamı, hayatı, doğum ve ölüm arasındaki süreci tanımlamak için kullanılır.
Söz gelimi ‘’Ruhunu teslim etti ‘’ dediğimizde, yüce yaratanın, üfleyerek bize bahşetti yaşamsal sürecin sona erdiği anlamını taşır.
Ruh kelimesinin yaşamsal sürecimizdeki, farklı kullanımlarını inceleyebilmek için, etimolojinin (kökbilimin) derinliklerine inmek gerekir.
Gelin, boğulmadan birlikte kısa bir dalış yapalım!
Etimolojide, kelimelin ilksel kullanımını araştırırken sesli harfler okunmaz.
Örneğin , ‘’RUH’’ kelimesinin içinde yer alan ‘’U’’ harfi okunmaz. Geriye ‘’Rh‘’ harfleri kalır. ‘’Rh‘’ harfleri tıpta, canlılığa aracılık eden kanı tanımlar. Yani ruhun devamlılığını sağlamak için gerekli olan maddeyi.
Rahim, rahman, rahmet, rahle , rahhul gibi kelimelerin hepsinin kökeni ‘’ Rh’ harflerin kökeninden gelir. Hepsi de can veren , yaşam kanyağını ifade eder.
konunun özünden kopmamak için diğer örnekleri vermek istemiyorum.
İnsanlığın gelişimsel sürecinde , şehirler kurulurken veya yeni bir kimliğe bürünürken , insan ve uhrevi dünya arsındaki ilişki , geçmişin bütüncül yaşam değerleri ötelenmeden , sevgi , saygı ve erdemler öncelenerek birbirinin üzerine inşa edilir.
Bu süreç şehrin yaşayan ruhunu oluşturur. Yani canlılığını!
Deprem sonrası, yönetsel erk tarafından, yapılan planlama ve onarım çalışmalarının kadim şehrimizin ruhu ötelenerek yapılması kuşkusu hepimiz sardı.
Haksız mıyız?
Kadim şehrimizin, cadde ve sokaklarına, dini yapılarına, sivil mimari örneklerine, sosyal ve kültürel yapılarına yaşamsal ruhu katan bizleriz.
Eğer bir Medine’de,
Şehrin girişine, bir saat kulesi dikilmiş zamanın önsüz ve sonsuzluğuna vurgu yapılmışsa.
Şehrin kuruluşunda, yaşamsal sürecin koruyucusu , kollayıcısı ve bereketlendirici kültü Tike’nin sembolizması, döneminin yönetsel erkinin merkezi anlamına gelen vali Göbeğinde sergilenebiliyorsa!
Hazan’nın, Çan’ın Ezan’nın sesi , birbirinin özgürlük alanına girmeden, özgürce çağrı yapabiliyorsa,
Hz. Hızır ve Musa , ulu yaratanın bereketlediği topraklarda buluşabiliyor ve hayat ağacının gölgesinde birlikte Ab-ı Hayat suyu içebiliyorsa,
Habi-İ Neccar’ın çağrısı dilden dile dolaşıyorsa,
Aziz Alexios, Yusuf El Hekim hala şifa dağıtıyorsa,
Yavuz sultan selim caddesinin , Reyhanlı yolu kavşağında, iki elini semaya açan, ulu yaratandan, rahim ve rahman dileyen sanatsal bir yapıt konabiliyorsa,
Ve hala, rahim ve rahman’a şükrün bir ifadesi olan Bahhur (tütsü) yakanlar varsa,
Bu şehir de ölümsüz bir ruh demektir.
Bu ruhu bizler taşıyoruz. Şehrimiz yıkıma uğradı, ama ruhumuz hala yaşıyor.
Canımızı acıtan da bu.
Gelin canlar, Yönetim erkinin, bizlerin ruhunu öteleyen yeni planlama yapmasına izin vermeyelim. Uzlaşma yolunu defalarca deneyelim.
Yoksa canımız çok yanacak.
Saygılarımla
YORUMLAR