Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Av. Nabi İNAL

Kadının Yeri

Türkiye’nin modernleşme tarihine damgasını vuran günlerden biri, hiç kuşkusuz 5 Aralık 1934’tür.
Türk kadınına seçme ve seçilme hakkının tanındığı bu tarih, sadece bir hukuki düzenlemenin değil,
aynı zamanda bir zihniyet devriminin de miladıdır. Kurtuluş Savaşı’nın cephelerinde omuz omuza
verilen mücadelenin, Cumhuriyet’in ilk yıllarında toplumsal hayata taşınmasının en somut örneği
de budur.
Atatürk, genç Cumhuriyet’i inşa ederken hedefi açıktı: Çağdaş uygarlık seviyesini yakalamak, hatta
aşmak. Ancak bunun yalnızca erkeklerle, yalnızca toplumun yarısıyla mümkün olamayacağını
biliyordu. Kadınların sosyal, ekonomik ve siyasi hayattan uzak tutulduğu bir toplumun ilerlemesinin
imkansız olduğunu her fırsatta dile getirdi.
Nitekim 5 Aralık 1934’te Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kabul edilen yasa ile Türk kadınına
milletvekili seçme ve seçilme hakkı tanındığında, Atatürk şu tarihi sözleri söyledi:
“Bu karar, Türk kadınına sosyal ve siyasal hayatta bütün milletlerin üstünde yer vermiştir. Çarşaf
içinde, kafes arkasındaki Türk kadını artık tarihlerde aramak lazım gelecektir. Siyasi hayatta belediye
seçimlerinde tecrübesini yapan Türk kadını, bu defa da milletvekili seçmek ve seçilmek suretiyle en
büyük hakkını elde etmiş bulunuyor. Medeni memleketlerin birçoğunda kadınlardan esirgenen bu
hak, bugün Türk kadınının elindedir ve onu selahiyet ve liyakatle kullanacaktır. Ey kahraman Türk
kadını! Sen yerde sürüklenmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın.”
Gerçekten de öyle oldu. Türk kadını, önce belediye seçimlerinde edindiği deneyimi ulusal siyasete
taşıdı. 1935 seçimlerinde meclise 18 kadın milletvekili girdi; bu sayı, o dönem dünya
parlamentoları arasında Türkiye’yi ikinci sıraya taşıyordu.
Cumhuriyet’in ilk kadın vekilleri sadece meclis sıralarında değil, toplumsal hayatın her alanında
rehberlik ettiler.
Ancak bugün geldiğimiz noktada tablo ne yazık ki iç açıcı değil. Türkiye, kadın temsilinde 126.
sıraya kadar gerilemiş durumda.
O günlerde dünyaya örnek olan atılım, bugün bir özleme dönüşmüş gibi…
Bu sadece siyasi temsille sınırlı değil; kadına karşı şiddetten ekonomik eşitsizliğe kadar birçok
alanda kaybedilen hakların gölgesi hissediliyor.
Peki bu geri gidişin kader olduğuna inanmak zorunda mıyız? Elbette hayır.
Kurtuluş Savaşı’nın cephesinde mermi taşıyan, öğretmen kürsüsünde nesiller yetiştiren, tarlada
üretimi sırtlayan, bilimin her alanında varlık gösteren Türk kadını, yeniden hak ettiği yere
getirilmelidir.
Bunun için yasalar kadar, toplumsal zihniyeti de yeniden inşa etmek gerekiyor.
Temsilde eşitliğin sağlanması, fırsat eşitliğinin yaşatılması, kadınların karar mekanizmalarında yer
almasının desteklenmesi artık bir lütuf değil, bir zorunluluktur.
5 Aralık, bu yüzden sadece geçmişin bir hatırlatması değil; geleceğin nasıl olması gerektiğine dair
bir uyarıdır.
Türk kadını, yeniden dünyanın en ileri örnekleri arasında yer alacak güce, yeteneğe ve kararlılığa
sahiptir. Yeter ki toplum, devlet, siyaset ve bireyler olarak ona hak ettiği alanı açalım.
Unutmayalım: Bir millet, kadınları kadar güçlüdür.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

SON HABERLER