Yoksa Tarih ve Kültür mü?
İzmir’in en kalabalık bölgelerinden biri olan, İki Çeşmelik Caddesi üzerindeki Smyrna Agorası Kazı Başkanı Dr. Akın Ersoy’un son söyledikleri, binlerce yıllık bir geçmişi olan Antakya’nın yanı başında, Defne’nin Uğur Mumcu Alanı’nda çıkan, ancak ‘şehirleşme’ algısına ‘kurban’ edildiği sık sık tekrar edilen buluntuları hatırlattı. Hatırlatırken de akla şu soruyu getirdi…
Ne Hatay Arkeoloji Müzesi konuştu, ne de İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü. Her iki kurum da tek bir açıklama bile yapmadı. Defne ilçesinin Uğur Mumcu Alanı’nda gerçekleşen bir yol yapım çalışması sırasında ortaya çıkan binlerce yıllık mozaiklerin sırrını ise bu sessizlik içinde kimse çözemedi. Uzun sürmesi beklenen ‘kazı’ çalışmaları ise beklenenden kısa sürdü. Ardından verilen mesajda; bahse konu alanda kazı çalışmalarının sona erdiği, gereken tüm çalışmanın yapıldığı ve tüm buluntuların toprak altından çıkarıldığı bilgisine yer verildi. Ancak yaşanan ‘gizlilik’ ve bulunan hiçbir parçanın kamuoyuna yansıtılmaması, akla birçok soruyu getirdi. Sorulanlar mı? Hala aynı! Akla gelenleri bir kez daha tekrar edelim mi?
-KAZANAN KİM?-
Turizm Bakanlığı’nın ilk elden yetkili olduğu bir kazı çalışmasında, Bakanlığın şehirdeki yetkili ve sorumlu kurumları konumundaki Hatay Arkeoloji Müzesi ile İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nün konuşmadığı dönemde yetkilendirilen (!) Hatay Büyükşehir Belediyesi’nden kamuoyuna yansıyan kısım mı?
“Bu işe başlarken, oranın bir sit alanı olmamasını göz önünde bulundurarak, bir katlı kavşak yapmayı ve mevcut trafiği rahatlatmayı düşündük. Fakat süreç içerisinde önce bir hamam duvarı ardından mozaikler, kilise, mezarlık ve tarihi eserler çıktı. Hal böyle olunca, işin içine Kültür Bakanlığı ve onun buradaki birimleri girdi, ortak çalışmaya başladık. Kurtarma kazıları başlatan Bakanlığa, HBB olarak işçi ve arkeolog temin ettik. Kazı çalışmalarını en kısa sürede bitirebilmek için temin ettiğimiz işçi sayımızı 40’tan 60’a, arkeolog sayısını da 2’den 4’e
Eldeki ‘yetersiz’ ve ‘eksik’ açıklamaların, ama en çok da yaşatılan gizliliğin hemen yanı başında duranlar olarak, final sorumuzu soralım mı? Bu süreçte kazanan kim oldu? Cevabın ‘tarih’ ve ‘kültür’ olmadığını bilenler olarak, cevabı ‘beton’ ve ‘şehirleşme’ olarak netleştirip işaretleyelim mi?
“Defne ilçesi Uğur Mumcu Alanı ile çok ciddi bir ‘kentsel arkeoloji’ alanı yaratılabilirdi ve bunun uzun vadede bölgeye ekonomik çok daha fazla dönüşü olurdu” diyenlerin eleştirileri, bugün üzeri beton ve asfalt ile kapatılan alanın üzerinde fısıltı halinde uçuşmaya devam ediyor. Peki, soralım… Bu olasılığı hiç tartıştık mı?
Tam da bu noktada, akla, İzmir’in en kalabalık bölgelerinden biri olan, İki Çeşmelik Caddesi üzerindeki Smyrna Agorası’nda çalışmalar sürdüren Kazı Başkanı Dr. Akın Ersoy’un son söyledikleri geliyor. Türkiye’deki kentsel arkeolojik çalışmalara dair konuşan Ersoy, yaptığı değerlendirme ile bizlere adeta Defne’de neler kaybettiğimizi hatırlatıyor. Söyledikleri mi?
“Ülkemiz gibi kentlerimiz de gelişmekte ve büyüme eğiliminde. Bahsettiğimiz kapitalist ve modernist baskılar, modern kentlerin eski merkezlerinde baskıya neden olduğu zaman, tarihsel mirasın bir ‘engel’ olduğuna inananlar kadar mirasın ‘zarar’ gördüğüne inananlar da olur.”
-MÜZE KENTLER-
Antakya ve Defne, Hatay’ın kalbinde, ‘müze kentler’ olarak tasarlanabilecek kadar zengin bir birikime sahipler. Ancak Defne’deki son kötü örnek bu fırsatı toprağın altına gömerken, Antakya ise var olan emanetleri ile tartışmalı bir bakımsızlık örneği sergilemeye devam ediyor.
Dr. Akın Ersoy’un ‘müze kentler’ noktasında verdiği ‘turizmden kazanan’ kent örnekleri ise, Antakya ve Defne’nin aslında neler kaçırdığının da bir karşılığı oluyor…
“Müze kent tanımlaması ile yaşayan kentlerde, arkeolojik alanlara ilişkin olarak yapılan çalışmalar kastedilir. Bu tür çalışmaların yapıldığı en çok bilinen kentler içinde İstanbul, İzmir, Atina, Roma ve benzeri birçok kenti sayabiliriz. Kentsel Arkeolojik çalışmalar, gerçek anlamda 2. Dünya Savaşı sonrasında tahrip olan Avrupa kentlerinin yeniden ayağa kaldırılması sırasında arkeolojik mirasın ortaya çıkarılması kaygısından kaynaklanmıştır. Roma’da ve Atina’da gördüğümüz arkeolojik alanlar böyle bir başlangıcın ürünüdür. Bu ve benzeri kentlerde, sadece arkeolojik mirası ile değil, 18. ve 19. yüzyıldan gelen anıtsal yapıları ve bunların arasına serpiştirilen Barcelona’daki gibi sanatçı-mimarların modern tasarımları ile bütünleşen müze kentler ortaya çıkmıştır. Turizmden elde edilen girdiler de müze kentlerin korunması çabası için önemli bir etken olmuştur.” -Tamer Yazar-