KİMLER GELDİ, KİMLER GEÇTİ?

Antakya var olduğu sürece, Antakya gazetesi yaşayacaktır. N. Gassan Seyfettinoğlu

Yerel basın, demokrasi kültürünün yerelde, yayılması ve yerleşmesine katkı sağlayan, toplumsal iletişim araçlarından biridir.

Özgür, katılımcı, örgütlenmiş ve kurumsallaşmış bir yerel basın, yerelde, demokratik sistemin gelişmesine ve korunmasına, yaşamsal bir katkı sağlar.

İşlevsel olarak, etkileşim alanında bulunduğu bireylerin, sorunlarını dile getirir. Bunları ilgili yerel yönetimlere ve kuruluşlara duyurur.

Yaptığı duyurularının, yerine getirilip, getirilmediğini denetler, eleştirel bir bakışla sorgular, gelişmeler üzerinden kamuoyunu bilgilendirir. Böylece, yerelde kamuoyunun oluşmasına katkı sağlar.

Yerel basın, halkın gözü kulağı olduğu kadar, yerel yönetimlerin savunusunu da yapabilen bir görev de üstlenir.

Bu görevini üstlenirken, siyasetten, ekonomiye, kültürden sanata kadar, toplumun gelişimsel sürecine çok yönlü katkı verir ve yönlendirir.

Yerel basın bu görevini yaparken, bazen siyasi, bazen de yerel yönetimlerin kısıtlama ve yaptırımları ile karşılaşır. Bu süreç, yayın hayatını etkiler, bazen de kapanmasına neden olur.

Antakya, yerel basının, gelişimsel sürecinin tarihini incelediğimizde, bazen uzlaşmacı, bazen çatışmacı bazen de çok renkli süreçlerle karşılaşırız.

Bu gelişimsel süreci, Hatay Devleti’nin, Anavatan’a katılımından önce ve sonrası diye ikiye ayırabiliriz.

Öncesini, daha sonra incelemek üzere bir başka zaman dilimine bırakalım, biz sonrasını birlikte inceleyelim.

HATAY DEVLETİ’NİN ANAVATANA KATILIMI İLE BAŞLAYAN SÜREÇ

Hatay Devleti, 1939 yılında Anavatana katılır. Toplumsal örgütlenme, yeni bir anayasal düzenine uyma ve uzlaşı arayışına girer. Eğitimden kültüre, tarım toplumundan, sanayileşme sürecine kadar birçok gelişme, yeni toplum düzeninde yer bulma çabasına girer.

Kuşkusuz ki, bu sürece, uzlaşı anlamında, Atatürk’ün “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” söylemi yol gösterici olur.

Antakya, bu geçiş sürecini yaşarken, farklı etnik gurup ve kümelerin, eğitim, öğretim, basın-yayın ve günlük yaşamlarında kullandıkları dil yasaklanır.

Bu anlamda eğitim veren kurumlar ve farklı dillerde yapılan yayınlar kapatılır. Yerine, Anavatanın kullandığı Türkçe, toplumun ortak uzlaşı dili olarak, yeni bir toplumsal düzenin kurulmasına öncülük eder. Bu gelişmelere paralel olarak yerel basın, yayın sürecine Türkçe dilini kullanarak yol alır.

Bu süreç yaşanırken, 2. Dünya Savaşı baş gösterir, dünyadaki toplumsal düzen, sosyal, kültürel ve ekonomik anlamda düzensizliğe neden olur. Savaşın sonucunda, özgürlükçü anlayışı savunan ülkeler, savaşı kazanır.

Birleşmiş Milletler, NATO ve Varşova Paktı gibi yeni güç dengelerini oluşturan örgütlenmeler kurulur. Dünyanın yeni düzenini kurgulan maya başlarlar.

Demokrasi, komünizm ve sosyalizm gibi siyasal sistemler, insan hak ve özgürlükleri bağlamında sorgulanmaya başlanır. Paylaşımcı(!) bir anlayış ile insanca yaşam koşulları arayışı içine girerler?

Dünyadaki bu yeni bir düzen arayışı, ülkemizdeki siyasi ve sosyal düzenin sorgulanmasına neden olur. CHP’nin tek parti dönemi, 7 Ocak 1946 tarihinde Demokrat Parti’nin kurulması ile çok partili hayata geçerek son bulur.

Yeni bir siyasal düzen kurulur; demokrasi, kendine yeni bir yol arayışına yönelir. Demokratik anlayış, bu yolda ilerlerken, birçok engellerle karşılaşır. Siyasal düzeni kurgulayanlar, toplumsal uzlaşı kavramında ortak bir noktada buluşamazlar!

Bunun sonucu olarak, 27 Mayıs 1960 yılında, orduda albay rütbesinde bulunan 37 subay, mevcut bulunan, siyasal, sosyal ve ekonomik yapıyı, yeniden yapılandırmak üzere, ülke yönetimine el koyar. Orgeneral Cemal Gürsel’in başkanlığında kurulan, Milli Birlik Komitesi ülke yönetimini üstlenir.

Komite, ülke yönetimini kaosa sürüklediği gerekçesi ile dönemin başbakanı Adnan Menderes’i, çalışma arkadaşları, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ı idamla yargılar.

Bu yargılama, geçmiş dönemi sorgulamak için değil, dönemi kapatmak için yapılır. 17 Eylül 1961 tarihinde yapılan infazla, dönem kapatılır?

Ardından, 29 Eylül 1960 tarihinde, Demokrat Parti, ilerde iz sürücüleri tarafından açılmak üzere kapatılır. Yeni bir siyasal düzen arayışında bulunan demokrasi, bundan sonra, canı ile bedel ödeyenlerin, izini sürerek yoluna devam eder.

Kapatılan Demokrat Parti’nin, kök kültürü ve siyasi düşüncesinin izini sürdüğünü söyleyen, Adalet Partisi 11 Şubat 1961 tarihinde kurulur.

Hemen iki gün sonra, aydınların başını çektiği, etnik, kültürel ve sosyal gereksinmelerinin çözümü beklentisi içinde olan sınıfların ve sendikal haklarını Anayasa güvencesi altına almak isteyen işçi sınıfının oluşturduğu gurupların öncülüğünde Türkiye İşçi Partisi 13 Şubat 1961 tarihinde kurulur.

Bu gelişmelerin ardından, 2 Ekim 1962 tarihinde, Demokrat Parti yöneticileri için af çıkarılır. Tutuklu olanlar serbest bırakılır.

Bu gelişmeler yaşanırken, 2 Aralık 1962 tarihinde, Adalet Partisi 1. Olağan Kongresi’ni yapar.

CHP’nin devletçi anlayışına, farklı yaklaşımlarda bulunan, insan hak ve özgürlükleri temel alarak çözüm üretebileceğini öne süren, genellikle CHP’den ayrılanlar tarafından kurulan Sosyal Demokrat Parti, 21 Eylül 1964 tarihinde Türk siyasi hayatına katılır.

Bu süreçten sonra; Adalet Partisi 29 Kasım 1964 tarihinde olağan genel kurulunu yapar. Süleyman Demirel ezici bir çoğunlukla genel başkanlığa seçilir.

13 Ekim 1965 yılında yapılan genel seçimlerde; Menderes’in, 1950 yılında aldığı oy oranına yakın, bir oyla (%52.87) Adalet Partisi iktidara gelir. Türkiye, ileride liberal ekonomiyi benimseyen “Barajlar Kralı” olarak anılacak olan “Muhteşem Süleyman”la tanışmaya başlar. Bu seçimlerde, başarı gösteremeyen Sosyal Demokrat Parti, 11 Aralık 1965 tarihinde kendini feshederek CHP’ye katılır.

Bu süreçten sonra, devletçi bir anlayışla politikalar uygulayan CHP; bundan böyle “ORTANIN SOLU” kavramını ortaya atar. Merkeze devleti alarak, kominizim ve sosyalizme karşı politikalar üretir. Bu kavramı “Sosyal Demokrat” kimliği ile tanımlamaya çalışır.

CHP’nin bu yeni kimlik arayışına karşı, muhafazakâr bir kimlikle politika yapanlar, yeni bir siyasi kavram olarak, Merkezin solunda olan bütün siyasi düşüncelere karşı, genellikle Liberal ekonomiyi benimseyen “Merkez sağ” kavramı ile kendini tanımlamaya çalışır.

1940/65 yılları arasındaki, bu gelişmeler, Antakya’daki, siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik yaşamı büyük ölçüde etkiler. Bu gelişmelerden basın da payını alır! Siyaset ve basın, düşünce ve eylemde, buluştukları ortak noktalarda işbirliği içine girerler. Gazeteler, adeta siyasal parti ve görüşlerin sözcüsü durumuna düşerler.

Gençlik yıllarında, bu dönemlerin, sancılı geçen değişim ve dönüşüm süreci yaşayan Nezih Gassan Seyfettinoğlu kimliksel bir arayış içine girer. Bu sürecini toplumsal bilinçle paylaşmak için basın, yayın hayatına girmeye karar verir.

04 Eylül 1966 tarihinde Antakya Gazetesini ve basım tesislerini satın alır, yayın hayatına girer.

Yerel basının sağladığı iletişim olanağı ile siyasi ve kültürel çevresi gelişir, toplumun her kesimi ile iletişim kurma olanağını bulur.

Dönemin teknolojik koşullarında, dizgi kurşun harflerle yapılır, resimler ise anlık değil klişe (basmakalıp) olarak kullanılır.

Gassan Bey, gazeteciliğin tek başına yapılabilecek bir meslek olmadığını kısa sürede anlar, kendisine düşünü ve eylemde destek verebilecek çalışma arkadaşları arar. Bu çağrısı yanıtsız kalmaz.

Kırıkhan doğumlu Ali Göçmen, 1950 yılında Sınır Taşı Dergisi, 1959 yılında Dağyeli gazetesini yayınlar. Dönemin siyasi iktidarı, kendi düşünü anlayışına aykırı bulduğu bu yayınları kapatır.

O güne kadar, CHP kimliğini benimseyerek siyasi yaşamını sürdüren Ali Göçmen, CHP’nin, kendi kimliksel yapısını ve özgürlükçü anlayışını yeterince tanımlayamadığını düşünerek, sosyalist bir düşünü anlayışı ile siyaset yapan Türkiye İşçi Partisi’nin saflarına katılır. Gelişen bu süreçten sonra, sosyalist bir düşünü ile basın yayın yolunu tırmanarak sürdürmeye çalışır. Bu merdivenleri tırmanırken, N. Gassan Seyfettinoğlu’nun çağrısına olumlu yanıt verir.

İkinci bir yanıtta, özgürlükleri sosyalist bir anlayışla yorumlayan ve hukukun üstünlüğü ile savunan Av. Süleyman Galioğlu’ndan gelir.

Düşünü birliğinde olan bu üçlü, Gazetenin yeni yayın politikasını belirler ve birlikte yol alırlar.

Antakya Gazetesi, 14 Şubat 1967 tarihinde yayınlandığında, İmtiyaz (isim hakkı) Sahibi Ali Göçmen, Yazı İşleri Müdürü Av. Süleyman Galioğlu ve Müessese (işletme) Müdürü ise Nezih Gassan Seyfettinoğlu’dur.

Üç yoldaş, ezilmişlerin ve işçi sınıfının haklarını savunan, sosyalist bir kimlikle yayın hayatına devam eder. Daha sonraları, bu kadroya, Faik Çağlar ve Abdürrezzak Beşir gibi yazarlar da katılır.

Yayın hayatına sorgulayıcı bir usla devam eden Antakya Gazetesi, sendikal haklarla ve bürokrasi ile ilgili isteklerini, dönemin iktidarını çok sert bir dille eleştirerek, adeta tek başına bir muhalefet partisi gibi yayınını sürdürür.

Yayınında sık sık TİP Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar’ın açıklamalarına ve demeçlerine yer verir. Tarafı olduğu düşüncenin benimsenmesine çalışır.

Dönemin iktidar partisine yakınlığı ile bilinen yayın kuruluşları, Gazetenin bu yayın politikasından rahatsız olur. Manşetlere varan sert eleştirilerle buna yanıt verirler. Aralarındaki bu uyuşmazlık, ilerde yapılacak olan, askeri bir müdahalenin ardından uzlaşıya dönüşür.

1965/70 yıları arası, sosyal, kültürel ve siyasi yaşam, büyük ivme kazanır. Düzenlenen çeşitli etkinlikler, günlük yaşamın, çeşitlenmesine ve zenginleşmesine neden olur. Bu çalışmalar arasında, Kadınlar Kulübü’nün sosyal ve kültürel faaliyetleri, düzenlenen festivaller, Hatayspor’un kurulması, Ak-İş fabrikasının Antakya’nın ekonomik günlük yaşama katkıları ve bunun sonucunda, gözlenen sendika hareketleri söylenebilir.

Bütün bu gelişmeler, Antakya Gazetesi’nin yayın politikasını gözden geçirmesine neden olur. Günlük yaşamın izleri, bazen eleştirel, bazen de yergici bir dille toplumsal bilince yansıtılmaya çalışılır.

12 Mart 1971 tarihinde Askeri Müdahale olur. Ardından sıkıyönetim uygulanır. Sıkıyönetim uygulamalarına, ulusal basın gibi yerel basın da, düzene uygun bir yöntemle disiplin altında yayın yapmak zorunda kalır.

Bu süreç yaşanırken, Gazetenin yönetim kadrosunda büyük değişiklikler olur. Gazetenin imtiyaz sahipliğini N. Gassan Seyfettin üstlenir. Yazı işleri müdürlüğüne İbrahim Dibooğlu, müessese müdürlüğüne Faik Çağlar getirilir.

Gazetedeki bu yönetimsel değişiklik, ilerde N. Gassan Seyfettinoğlu’na büyük sorumluklar yükler, sorgulayan her gazeteci gibi o da düşünülerinden dolayı zaman zaman yargılanır ve tutuklanır.

Adana-Hatay Sıkıyönetim Komutanlığı’nın, disiplin uygulamalarına uymadığı gerekçesi ile askeri mahkemece yargılanır. Yargılama sonucunda dört aylık bir kısıtlama dönemi verilir.

Bu süreç yaşarken, aileye yeni bir doğan katılır. Adını, 1,5 yaşındayken kızamık hastalığından vefat eden “Sinan”ın adını koyarlar. Yeni doğan Sinan, aileye yeni bir coşku ve yaşam enerjisi katar. Aile, yüce yaratanın, Sinan’ı, kaybolanın yerine, bir armağan olarak gönderdiğine inanır. Sinan’ın sağlıklı yaşamı için, adaklar adanır kurbanlar kesilir. Sinan artık ailenin küçük kralıdır!.. Ona ailenin sonsuz sevgi tacını takarlar.

Küçük Kral, Antakya’da yapılan “En güzel Çocuk Yarışmasına” katılır. Birinci seçilir. Sinan’a krallık tacını Ahmet Özhan takar. O artık ailenin değil Antakya’nın çocuk kralıdır.

İnönü Hükümeti döneminde, çalışma bakanlığı yapan Bülent Ecevit, 4 Mayıs 1972 yılında CHP genel başkanlığına seçilir. Ecevit’in, çalışma hayatı ve işçi hakları ile ilgili söylemleri, Gassan Bey’in büyük ilgisini çeker. Bu süreç, Gazetenin yayın politikasını etkiler “sosyal demokrat” bir çizgiye yönelmesine neden olur. Bu düşünsel değişim, gazete okurlarının ve yazarlarının sayısının artmasına neden olur. Merkez soldaki düşüncenin Amiral Gemisi konumuna getirir.

Bu süreç, toplumsal uzlaşı arayışı içinde kendini sorgularken, 12 Eylül 1980 yılında, Genel Kurmay Başkanı Kenan Evren ve kuvvet komutanları tarafından yapılan askeri bir müdahale ile kesintiye uğrar.

Siyasi partiler kapatılır, liderleri gözetim altına alınır ve siyaset yasağı getirilir.

Ulusal ve yerel basın, bundan payını alır, bildiğiniz yöntemlerle, süreç sürdürülür.

7 Kasım 1982 yılında, yeni anayasa için halk oylaması yapılır.

Yeni anayasa yüzde 92 “evet” oyu ile kabul edilir ve yürürlüğe girer.

Ardından, 1983 yılında genel seçimler yapılır.

Eski liderlerin siyaset yasağı devam eder, Turgut Özal başbakan seçilir.

Yeni siyasetçiler, devreye girer. Yerel basın daha özgürlükçü, bir anlayışla yoluna devam eder. Basın, liberal ekonomiyi anlamaya ve benimsemeye çalışır.

Liberal ekonominin getirilerinden yararlanır. Ama hukukun üstünlüğünü önceleyerek yaptığı sorgulamalarda, insan hak ve özgürlüklerine dayalı, eşit ve adil bir sistem kurgulayacağından her zaman kuşkuyla bakar.

Bu gelişimsel süreçte, yerel basın yavaş yavaş tipo baskıyı bırakmış, yerine ofset baskı sitemine girmiştir.

Ofset baskı sitemine giremeyen gazeteler, ya isim hakkını devretmiş ya da kapanmıştır.

Bu zorlu süreçte, Antakya Gazetesi İmtiyaz Sahibi Nezih Gassan Seyfettinoğlu, yorgun düşmüş hakkın rahmetine kavuşmuştur.

Gassan Bey’in vefatından sonra, gazetecilik eğitimi alan, ailenin küçük kralı Sinan, babasından deneyimlediği yönetim anlayışını benimseyerek Gazetenin yönetimini üstlenir.

Yerel basın ve Antakya gazetesinin, tarihsel gelişim sürecini kısaca özetlediğim bu makalemde, yaşanan sürecin çok da kolay olmadığını sizler de sezinlediniz.

Geçmişte olduğu gibi, günümüzde de, gazete sahibi olmak, gazetecilik ve yazarlık yapmak çok zor bir meslek. Bazen siyasi baskılamaya, bazen de okurların sert eleştirilerine hedef olursunuz!

Bazen de, olağanüstü koşullar gelişir, düzene(!) uymak zorunda kalır, susarsınız? Suskunluğunuz da aslında bir yerde yerel bilinci bilgilendirmeye ve aydınlatmaya yöneliktir. Acı ama gerçek bu!

Acılar insanı olgunlaştırır mı? Bilmiyorum.

Şehrimiz ile bizler de yıkıldık? Yerel basın can çekişiyor? Bu duruma daha ne kadar dayanabiliriz? Onu da bilmiyorum.

Bildiğim bir şey var. Antakya’yı yeniden yapılandırırken, yerel basına ve taşıdığı ruhuna gereksinimimiz var. Onu da, ancak siz değerli okurlardan alabiliriz.

Rahmetli Gassan Bey’in, Antakya gazetesinin, yaşamsal sürecini tanımlayan “Antakya var olduğu sürece, Antakya gazetesi yaşayacaktır.’’ söylemi vardı. Bu sloganı her yerde onurla dillendirirdi. Hayatta olsaydı, bu sloganı değiştirir miydi? Bilmiyorum. Ama gazetesinin varlığı ile gurur duyar, Antakya’nın yok oluşuna çok, ama çok üzülürdü.

Rahat uyu Gassan Abi. Gazeten yaşıyor, Antakya da yaşayacak.

Yerel basının yaşaması ümidi ile Antakya Gazetesi’nin 57. kuruluş yıldönümünü kutluyor, basının bütün emekçilerine saygı ve sevgilerimi sunuyorum.

Exit mobile version