2002 yılı, Ağustos ayında emekliye ayrıldım. Emekliye ayrılır ayrılmaz çeşitli faaliyetlerde bulunmak üzere ( sergi, söyleşi, imza v.b) üç aylığına Avrupa’nın çeşitli ülkelerine (Almanya, Fransa, Lüksemburg, Belçika, Hollanda…) gittim. 52 yaşımdaydım ve ilk kez yurt dışına çıkıyordum.
2003 yılı Haziran ayında, bir grup Alevi-Bektaşi kanaat önderi ile birlikte, bu kez Doğuya, “dünyanın küskün olduğu, bizim ise komşuluğumuza rağmen pek tanıyamadığımız” bir ülkeye, İran’a, gittim. Birçoğumuz için İran, ancak Bety Mahmudi’nin “Kızım Olmadan Asla” filminden/ romanından ibaret. Oysa İran’ı, İranlı ozan Füruğ tek tümceyle ne güzel özetlemiş: İran, “ Doğunun penceresidir ve size çok şey anlatabilir. İran en kadim uygarlıklardan, dinlerden ve inançlardan bir demet sunar insana”
15 günlük gezi boyunca, İran’ın Nişabur, Erdebil, Tahran, Tebriz, Meşhed, Rey gibi kentlerini görme olanağı buldum. Gördüğümüz her kentin etkileyici yanları vardı.
Kum kenti aslında programda yoktu. Grubun isteği doğrultusunda praograma dahil edildi. Kum kentini görmek için de ısrarcıydım. Çünkü özellikle görmek istediğim iki mekan vardı. Biri, bir kubbesinden Mehdi’nin yeryüzüne ineceği cami, ikincisi “El Yazmalaarı Kütüphanesi”
Anımsarsınız 2019 yılını Mehdi tartışmalarıyla kaapattık. Biri çıktı, Mehdi’nin 2019’da görüneceğini inatla savundu. İkincisi, ordudan atılmış emekli bir general, Mehdi’nin zuhur etmesi için çalışılması gerektiğini savundu. Yıl bitti, bilmem tartışmalar bitecek mi?
Kum kenti, Kum ırmağının iki yakasında, Tahran’ın 125 km. güneyinde yer alan bir kent. 8. yüzyılda Şiiliğin merkeziydi. Bunun nedeni 8. İmam, Ali Rıza’nın kız kardeşi Fatma’nın buraya gömülü oluşu. Aynı zamanda İran’ın felsefe, fıkıh, ilahiyat v.b konularda uzmanlık eğitimi veren en büyük medrese bu kentte bulunmaktadır. Ayetullah Humeyni 1979’da ülkesine tekrar döndüğünde buraya yerleşti ve burayı kendine merkez yaptı.
Kum kenti bir evliyalar kenti de sayılabilir. Kent ve çevresinde on hükümdar, 400 evliyanın türbesi varmış. Şah II. Abbas 14 adet ipek halıyla bezenmiş bir türbede burada gömülüdür.
Kente girer girmez İslami kuralların hüküm sürdüğü bir kentte olduğunuzu hissediyorsunuz. Büyük bulvarları, yeşil alanları, lunaparkları ile Kum kenti çölde bir vahayı andırıyor.
Bir şehir turu attıktan sonra dünyanın en ünlü el yazma eserlerinin bulunduğu Necefi kütüphanesine gittik. Kütüphanenin girişinde, kütüphaneyi kuran Necefi’nin türbesi var. Vasiyetine uyularak girişte gömülmüş ve insanlar türbeye basarak içeriye giriyor. Çünkü Necefi’nin vasiyeti böyle: “Beni kitap okuyanların ayakları altına gömün.”
Sağ duvarda Necefi’nin insan seli tarafından taşınan tabutunun fotoğrafı asılı.
Burası İslam dünyasının üçüncü büyük İslami kütüphanesi. (Birincisi Mısır’da, ikincisi İstanbul’da) İçinde 235.000 el yazması mevcut. Bu sayıya her gün yenileri ekleniyor. En eski yazma yapıt 1300 yıl öncesine ait. Mevcut kitaplar 85 yılda derlenmiş. Necefi 25 yaşında bu işe başlamış. O zamana dek bu kitapları yabancılar toplayıp gidiyorlardı. Necefi de aslında yoksulluk çeken bir insan. Yemeğinden, giyeceğinden kısmış ve kütüphaneyi oluşturmuş.
Necefi parasızlık nedeniyle hacca bile gidememiş. Hiçbir zaman da 100 İran Riyali sahibi olamamış. Bazı kitapların üzerinde bu kitapları nasıl elde ettiğine dair notlar var. “Ben bu kitap karşılığında iki gün odun kestim.”, “Bu kitap karşılığında adamın yerine iki ay oruç tuttum………..”
Araştırmacılara her türlü hizmetin ücretsiz olarak sunulduğu bu kütüphaneye günde ortalama 2000 kişi geliyormuş.
İstanbul, Şehzadebaşı’ndan Fatih Camii’ne giderken yolun sol tarafında mütevazi bir bina görünür. Tarihî eser olduğu bellidir. Kapısında “Millet Kütüphanesi” tabelası vardır. Bir bahçeden girilen ana yapıda eşsiz el yazması, taş basması eserler bulunmaktadır. Bu kütüphaneyi dolduran binlerce cilt eser Ali Emiri Efendi’nin emeğinin, gayretinin, fedakârlığının, ürünüdür.
Ali Emiri Efendi otuz yıl boyunca İslâm Âleminin kültür merkezlerini dolaşıp, varını yoğunu harcayarak bu kütüphaneyi dolduran eserleri toplamıştır. Hiç evlenmeyen Ali Emiri Efendi, yaşamını, bilime, ulusunun kültürünü yükseltmeye adamıştır. Ne yazık ki bu değerli şahsiyet gelecek nesillere layıkiyle tanıtılmamıştır. Hatta kurduğu kütüphanede onun topladığı, kendi olanaklarıyla satın aldığı eserleri okuyanlar bile Ali Emiri Efendi hakkında fazlaca bilgiye sahip değillerdir.
Ali Emiri Efendi, İşkodra ve Yanya vilayetleri maliye müfettişi iken, sırf Yemen’deki değerli eserleri toplamak için, Yemen Defterdarlığına talip olmuş ve Yemen’e gitmiştir.
Ali Emiri Efendi’nin belki de dünyada tek nüsha olan Kaşarlı Mahmud’un değerli eseri Divan-ı Lügat’üt Türk’ü bulup kültürümüze kazandırmıştır. (Kaynak: Ana Britanica)
Necefileri, Ali Emirileri saygıyla anıyorum.
YORUMLAR