Kasım ayının ikinci haftası, her yıl “Dünya Çocuk Kitapları Haftası” olarak kutlanır. Bu hafta, çocuklara kitap okuma alışkanlığı kazandırmayı, onları kütüphanelerle tanıştırmayı ve okuma sevgisini yaşamlarının ayrılmaz bir parçası hâline getirmeyi amaçlar.
Öğretmenlik yıllarımda, her biri ayrı bir anlam taşıyan “belirli gün ve haftalar” arasında en çok önem verdiklerimden biri bu haftaydı. Çünkü çocuk kitapları, yalnız çocukları değil, dünyayı da güzelleştirir. O yıllarda öğrencilerimi her fırsatta kütüphanelere, kitapçılara götürür, ellerine kitap almanın, sayfaları çevirmenin sevincini yaşatırdım. Kitaplara ulaşmak kolay değildi ama o zorluklar bile bu değeri daha da büyütürdü. Üniversite yıllarımda sahip olduğum küçük kitap koleksiyonumu, okullarda sergiler düzenleyerek öğrencilerle paylaşırdım. Çocukların gözlerindeki o parıltı, hiçbir ödülle ölçülmezdi.
Dünya Çocuk Kitapları Haftası, 1919’da Amerika’da doğdu; 1947’den bu yana da ülkemizde kutlanıyor. Ancak hâlâ okuma konusunda iyi bir yerde olduğumuzu söylemek güç. Okullarımızda kitaplıklar var ama çoğu kitap, el değmeden bekliyor. Ne yazık ki birçok çocuk “Küçük Prens”i, “Robinson Crusoe”yu, “İki Yıl Okul Tatili”ni ya da Sait Faik’in “Son Kuşlar”ını okumadan mezun oluyor. Oysa kitap okumak, yalnız bir alışkanlık değil; bir insanın dünyayı, kendini, yaşamı anlamasının en insanca yoludur.
Suut Kemal Yetkin, “Canım Kitap” adlı denemesinde sorar: “Niçin okumalıyız?” Ve şöyle yanıtlar:
“Şu dünyadan kitaplar yok oluverse, yaşamak ne kadar güçleşir, çekilmez bir ağırlık olur. Romancı için yazmak nasıl bir ihtiyaçsa, okur için de okumak öyledir.”
Gerçekten de öyledir. Kitap, yalnızca bilgi değil, ruhun ilacıdır. Nurullah Ataç, ölüm döşeğinde dostuna “Hastalıkta ağrıları dindiren en iyi ilaç şiirmiş. Boyuna şiir okuyorum.” dememiş miydi?
Cevdet Kudret, yıllar önce şöyle demişti:
“Okullar, okuma alışkanlığı kazandırabilirse, başka hiçbir şey kazandırmasa da olur.”
İsmail Hakkı Tonguç’un 1943 tarihli bir mektubunda söylediği söz hâlâ geçerliliğini koruyor:
“Okuma isteği kıt öğretmenlerin çoğunlukta olduğu enstitülerde hayat basitleşir, durgun ve sıkıcı bir manzara gösterir.”
Köy Enstitüsü çıkışlı yazar Mahmut Makal’ın anlattığı şu sahne, okumanın bir ülkeyi nasıl aydınlattığının kanıtıdır:
2/2
“Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde gece nöbetine kalmış bir çocuğu gördüm. Elinde bir kitap vardı. Shakespeare okuyordu. Okuduklarını ertesi gün sahnede oynadıkları piyeste gördüm. Ömrümde bu kadar güzel bir tiyatro seyretmedim.”
Okuma sevgisi, işte o çocuğun elindeki kitaptan, gözlerindeki ışıktan doğar.
Yaşam, okudukça anlam kazanır. Önce biz okuyalım, sonra çocuklarımıza okumayı sevdirelim. Kitapları gösterelim, kitapları konuşalım, kitapların kokusunu içimize çekelim. Çünkü kitap, bir çocuğun ruhuna ekilen en güzel tohumdur.
Bu hafta vesilesiyle, gelin hep birlikte “Dünya Çocuk Kitapları Haftası”na kitapla, umutla, sevgiyle merhaba diyelim.

YORUMLAR