Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

Tasarım, tarım ile buluştu…

Buğdaya yepyeni bir soluk getirdi “Sağlıklı Yaşam” felsefesiyle ürettiği Buğday

Buğdaya yepyeni bir soluk getirdi

“Sağlıklı Yaşam” felsefesiyle ürettiği Buğday Çim Suyu ile hayata dair pratik ve sürdürülebilir seçenekler sunan Yüksel Ovalı Konukoğlu, 2 kuşaktır ticaretle uğraşan aile işi yerine kendi markası olan Ancient Greens ile yoluna devam eden başarılı bir kadın girişimci örneği olarak, bugünkü konuğumuz…

Röportaj: Av.Bekir Atahan

Türkiye’de girişimci kadınlar; yarattıkları sinerji, üretim gücü ve diğer kadınlar noktasında omuzladıkları cesaretle, başarı hikayelerinin vazgeçilmez örnekleri olmayı sürdürüyorlar. Bugün, onlardan birinde; doğal hayat, sürdürülebilir tarım ve sağlık konularında ilerleyen, başarı hikayesini de bu yönde inşa eden Yüksel Ovalı Konukoğlu’nda duralım istiyorum.
Salgının, küresel hayatlarımızda yarattığı yeni yaşam formları ile birlikte giderek daha fazla değişkenlik gösteren tercihlerimizle de paralel ilerleyen bir üretim gücünü işine yansıtan Yüksek Ovalı Konukoğlu ile beraber, “sağlığı ve doğal yaşamı destekleyen, doğaya ve insana saygılı bir üretim modeli” üzerinden ilerleyen, Ağustos 2018’de hayata geçen Ancient Greens noktasında konuştuk. Sohbetimizi ise “sıfır atık” sistemi ile çalıştıkları serada gerçekleştirdik.
O zaman, sorularımız gelsin ve hem bu başarı hikayesini, hem de hayatı omuzlayan bu cesur iş modelini yakından tanıyalım…

Yüksel merhaba. Öncelikle, yoğun programında bu teklifime olumlu yanıt verdiğin için çok teşekkür ederim. Bize kendini kısaca tanıtır mısın?

29 Mart 1993, Hatay doğumluyum. İlkokul ve liseyi Antakya Ata Koleji’nde bitirdikten sonra, Koç Üniversitesi’nde, Ekonomi üzerine lisans eğitimini tamamladım. Milano’da, Tasarım Yönetimi üzerine master yaptım. İtalya da; tarih, sanat ve doğa ile ilgili inovatif ve sürdürülebilir tasarımlarla farklı projelerde yer aldım. Ardından, buğday çimi üzerine, Porto Riko’da, Ann Wigmore Enstitüsü Buğday Çimi Suyu ve Canlı Bitki Bilimi eğitimini tamamladım.

Bugün seninle, ‘girişimcilik, tarım ve katma değer yaratan ürünler’ başlıklarını konuşmak istiyorum. Bildiğim kadarıyla, Milano ve Porto Riko eğitimlerinin sonrasında “Ancient Greens” markasını kurma fikrin filizlendi. Bize biraz, “Ancient Greens” hikayesinin nasıl başladığını anlatır mısın?

Ancient Greens, aslında aileme, bölgeme olan düşkünlüğüm ile başladı diyebilirim. Gittiğim, gezdiğim ve farklı kültürleri deneyimlediğim her yerde, aslında bizde de çok güzel değerlerin olduğunu ifade etmeye çalışırken buluyordum kendimi. Tarih bizde de var, mutfak da var, bitki örtüsü ve mevsim çeşitliliği de… Daha birçok değer sayabiliriz, ama maalesef, bu değerleri değil hakkını vererek kullanmak, koruyabildiğimizi dahi düşünmüyorum. Bu sebeple, her iş ve proje fikrinde kendimi bu noktalara odaklanmış buldum. Annemin beni, Teofarm Ruhu ve işleyişi yanı sıra koruduğu ve yaşatmaya çalıştığı değerlerle tanıştırması, potansiyelleri daha da keşfetmemi sağladı. Porto Riko’daki eğitimimden sonra, sera ile ilgili işe koyuldum.

Dikey tarım konusunda öğrenim gördüğün Porto Riko’daki eğitime ülkemizden tek katılanın ve oradaki en genç insanın sen olduğunu hatırlıyorum. Bu bilgim doğru mu? Avrupa ve Amerika, lisans sonrası alışkın olduğumuz bölgeler. Neden Porto Riko?

Evet, doğru. Ann Wigmore’daki eğitimimi tamamladığımda, hatta mezuniyet günü bu sertifikayı alan, dünyada en genç ve Türk olarak ise ilk olduğumu öğrendim. Bunun üzerine, seramı kurdum ve çalışmalara başladım. Ann Wigmore, buğday çim suyunun tıbbi etkisini bulan kişi. Hatta Hipocrate Health Enstitüsü’nün de kurucularından. Puerto Rico ise Ann Wigmore’un enstitüsünün bulunduğu yer. Buğday çim suyuna yönelik çalışmaların yapıldığı bu okul, hem özgürlük, hem de çalışma alanı sağlıyor her anlamda.

Ailen, 2 kuşaktır ticaret ile ilgileniyor. Sen, 3.kuşaksın. Genelde 3.kuşak da, eğitimini tamamladıktan sonra aile şirketinde çalışıyor. Sen, bu döngüye dahil olmadın ve kendi markanı yarattın. Tabii aile, tarım sektöründe de üretim yapıyor, fakat sen farklı bir iş kulvarındasın. Bu kararı almandaki gerekçelerin nelerdi?

Bu, bir gerekçeden ziyade, yetiştirilme tarzı diye düşünüyorum. Ailem, hiçbir zaman bana iş, eğitim veya gelecek üzerine bir yol çizmedi veya baskı yapmadı. Hakikaten, ne tarafa yönelsem, gerçekten istediğime inandıkları her alanda beni desteklediler. Bu yüzden hiçbir zaman bir seçenek kaçırmış veya vazgeçmişlik hissi oluşmadı. “Su akıp, yolunu buldu” diyebilirim.

İşletmende; buğday çimi biçilip, preslenip, suyu dondurularak, küpler, yani jubeslar üretiliyor. Bu “jubes”leri ben de kullanmaktayım ve çok faydasını gördüm. Jubes nedir? Bilimsel testlerde, “Ancient Greens” jubeslerinin faydaları neler olarak tespit edildi?

Buğday çim suyu, doğal bir gıda takviyesi. Fakat biz, olayı biraz daha eğlenceli ve keyifli bir hale getirmek için Jubes ismini verdik. Aslında “juice” ve “cubes” kelimelerinin birleşiminden ortaya çıktı. Buğday çim suyu, canlı bir sıvı ve sıkıldıktan belli bir süre sonra, tüm besin değerlerini kaybediyor. Zaten bu zorluğu sebebiyle, yaygın olarak bilinmiyor. Biz, bu canlı sıvı üzerine çalıştık. Özel dondurma yöntemimiz sayesinde, buz küpleri şeklinde, tüketiciye “besin değerleri korunmuş ve sağlıklı” bir şekilde ulaştırabiliyoruz.
Buğday çim suyu, dünyada, içerisinde en çok oranda klorofil barındıran bir bitki. Bu sebeple hücre beslenmesinde çok önemli bir role sahip. İnsanın en küçük canlı yapıtaşının hücre olduğunu biliyoruz ve tüm hastalıklar, aslında hücrede başlıyor. Buğday çim suyu da hücreleri beslediğinden, birçok farklı hastalık tedavisinde kullanılıyor.

Ben, hayatımda “buğday çimi suyu” ürünü olduğunu bilmiyordum. Bunu, senin teşebbüsün sayesinde öğrendim. Türkiye’de zannedersem sayılıdır. Senin, bu ürünü gıda kodeksine eklediğini biliyorum. Gıda kodeksi ve önemi nedir? Bu süreçte ne gibi zorluklar yaşadın? Yoksa tüm süreçler son derece rahat mı ilerledi?

Öncelikle, Türkiye’de Gıda Kodeksi’ne ürünü biz tanıttık, daha önce maalesef yoktu. Bu da hem laboratuarlar, hem üretim, hem de satış açısından ürünün tüketiciye sunulmasını imkansızlaştırıyordu. Bir ürünü, özellikle de takviye edici nitelikteki bir ürünü sunarken, testlerinin yapılmış ve kontrollerden geçmiş olması gerekli. Bu anlamda buğday çim suyu, “Bakanlık onaylı, laboratuarlarca kabul edilen, bir doğal takviye edici ürün” olmuş oldu. Maalesef konu ile ilgili Türkçe kaynak ve çalışma olmadığından, onay alımı sırasında büyük zorluklar oldu. Ama sonuç olarak geldiğimiz noktada, “hepsine değdi” diyebiliriz.

2 sene önce işletmeni gezdiğimde, “sıfır atık” ilkenden bahsetmiştin. Atıklar gübreye dönüştürülüyordu, yanlış hatırlamıyorsam. Sıfır atık nedir? İşletmende bunun için neler yapılmakta?

Yaptığım üretimde her zaman kendime hatırlattığım ve peşinden gittiğim felsefem, “kaynakların zenginleştirilmesi ve iyi kullanımı”. Etik temelli, sürdürülebilir bir üretim yapıyoruz. Bir sistemin sürdürülebilir olması için, o sistem, en az ömrü boyunca ihtiyacı olan enerjiyi üretiyor olmalı ve ömrünün sonunda da yenilenmesi için ihtiyacı olan enerjiyi üretebiliyor olmalı ki, o sisteme “sürdürülebilir sistem” diyelim. Açıkçası üretimimi, her zaman doğal ekosistemi örnek alarak kurmaya çalışıyorum. Mesela permakültür uygulamaları yapıyoruz. Bunu yaparken, tasarımsal anlamda doğaya bakıyoruz. Biz, sera sistemiyle, döngüdeki atığı ve enerji tüketimini aslında olabildiğince minimuma indiriyoruz. Tasarım metodolojisi içinse, öğeler arasında ilişki kurup, üretimi ona göre yönetiyoruz.
Biz aslında, bir gıda ormanı tasarladık. Buğday çim suyu ormanı… Sürdürülebilir bir şekilde, insan yardımıyla bir tasarım. Tasarımımızda, bir öğenin birden fazla vazifesi var. Öyle bir ağ ördük ki, ilk başta hayal bile edemeyeceğimiz hasadı alabiliyoruz. Normalde bir girdi olur ve çıkanı tüketir, biter. Fakat bizim tasarımımızda girdi, çıktıdan sonra, başka bir sistemin tekrar girdisi haline geliyor. Bu da, bizim seramızın gıda ormanı ekosistemi benzetmemizi ve tasarım metodolojimizi oluşturuyor.

Tarımda, katma değeri yüksek ürünler konusunda sıkıntımız malum. İstanbul’da son derece kaliteli dondurmacılarda, “Ancient Greens” dondurmaları yedik. Bu müthiş inovatif fikir nasıl gelişti? Hatay’da üretim, tedariki sağlıklı bir şekilde yürütmek (sonuçta jubes, kargo süreçlerinde eriyebilir ve bozulabilir) zor olmuyor mu?

Ürün geliştirme anlamında, projelerimizin yarısını bile henüz hayata geçiremedik diyebilirim. Yavaş ilerliyoruz, ama bu da, sağlam ilerlemeye çalıştığımız için oluyor. Katma değeri yüksek ürünler üretmek, esas hedefimiz. Bölgeye bir marka, bir değer kazandırmak da. Ürünümüz, dondurulmuş bir ürün olduğundan, lojistik anlamında sıkıntımız büyük. Türkiye’de, dondurulmuş gıda lojistiği çok kısıtlı ve son tüketiciye ulaştırma anlamında bir firma veya servis yok. Bu konuda tamamen kendi imkanlarımızla ilerliyoruz.
Şimdilerde, toz ürünümüzü geliştirdik ve bu sayede, lojistik sorununu da minimuma indireceğiz. Buğday çim suyu tozu ürününe bağlı, birçok farklı ürün geliştirmemiz de mevcut. Yani yakında satışta olacak diyebilirim.

Tarım, bizde erkek egemen bir noktada. Genç bir kadın girişimci olarak, tarım sektöründe işleri yürütürken, komik bulduğun ya da yadırgadığın olaylarla karşılaştın mı?

Hikaye çok. Çünkü öncelikle, yaş olarak zaten bir zorluğu var. Maalesef, iş yapacağım işletmeler, bir genç ile çalışmaya alışık değil ve sanki “para kazanamaz” gibi bir algı da var. Makine için bir firma ile görüşmeye gittiğimde, “Biz, okuldaki projeler ve ödevler için çalışmıyoruz” demişlerdi. Halbuki ne konudan, ne de boyutundan henüz bahsetmemiştik!
“Türkiye’de bu ürünü satamazsın. Sen, bu işi yapacağına, o bölgede şunu ek” gibi birçok öneride bulunanlar da oldu. Hatta Bakanlığa sunuma gittiğimde, “Sunuma girme reddedilirse, bir sonraki oturuma katılamazsın! Sen direk heyetin karşısına çıkma” diyen firmalar bile oldu.
Tarım alanında olmasının bir dezavantajı da, eğitim konusu. Maalesef, alanda çalışan ekip, eğitim anlamında yetersiz ve bazı kalıpların dışarısına çıkınca da kendilerini ne güvende ve ne de gerçekten iş yapıyor gibi hissetmiyorlar. Ürettiğimiz ürünü ve niteliğini anlatma konusunda epey zorluk yaşıyorum. Değil birlikte çalışmak, göz göze bile gelme konusunda zorlanan insanlar var, ama şunu söyleyebilirim… Saygısızlık hiç yok. Anadolu, bu yönüyle de o kadar kıymetli ki. Örf, adet ve gelenek… Bunlar, insanları bir arada tutuyor, sımsıkı insani bağlar oluşturuyor.
Samimiyetle söyleyebilirim ki, insani anlamda beni hayal kırıklığına uğratacak hiçbir şey yaşamadım. Evet, işlerimin aksadığı zamanlar oldu, anlatma ve bir sistem oturtma konusunda da çok zorlandım, ki hala da tam oturtmuş sayılmam ama… Eğitim sorununu çözmedikçe, bu, bize maddi-manevi kayıp olarak geri dönecek.

Teşekkürler…