“Yaşam boyu öğrenme esas alınmıştı”
Söyleşi: Orhan Tüleylioğlu
Hazırlıkları 1935’te başlayıp özgün biçimini 1937-46 arasında alan Köy Enstitüleri, yeni insanı yetiştirmeye ve ülkenin kalkınmasını desteklemeye yönelik büyük bir eğitim patlaması yaratmış, böyle bir başarının 2. Dünya Savaşı’nın ortalığı kasıp kavurduğu yıllarda sağlanabilmesi dünyayı şaşkına çevirmişti. Avrupalı eğitimciler Köy Enstitüleri’nden övgüyle söz ediyor, UNESCO konuya sahip çıkarak gelişmekte olan ülkelere öneriyordu. Ülkemizde tutucu çevreler ise, bilim dışı ve dayanaksız bir mantıkla Köy Enstitüleri’ne karşı çıkıyor, köylünün okumasının gerekmediğini öne sürüyorlardı.
Köy Enstitüleri neden kuruldu? Nasıl bir eğitim uyguladı? Nasıl sonuçlar alındı? Diğer okullardan farklı olan yanları nelerdi? Neden kapandı? Dahası, Köy Enstitüleri yeniden açılabilir mi? Merak edilen, sık sık gündeme gelen bu soruları aydınlığa kavuşturmak için Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı Başkanı Erdal Atıcı’nın kapısını çaldık.
Sevgili Erdal Atıcı, isterseniz ilk önce Osmanlı’dan başlayalım; Osmanlı Devleti’nin Türkiye Cumhuriyeti’ne bıraktığı eğitim mirası hakkında ne söylemek istersiniz?
Cumhuriyet kurulduğunda yüz erkekten 7’si, bin kadından yalnızca 5’inin okuryazardı. Yaklaşık 13 milyon nüfusun % 80’i köylerde ilkel koşullarda yaşıyordu. Köylerde okuryazar bulabilmek neredeyse olanaksızdı.
Bu yüzden, Mustafa Kemal Atatürk’ün ilk işi eğitim sorununu ele almak oldu…
Emperyalizme karşı dünyanın en büyük savaşını veren ve kazanan, büyük önder Mustafa Kemal Atatürk, köklü devrimler gerçekleştirilip, büyük dönüşüm sağlanamazsa, yeniden emperyalizmin pençelerine düşüleceğinin farkındaydı. O nedenle; daha Kurtuluş Savaşımız sırasında bu konularda okumaya, düşünmeye, fikir üretmeye ve arayışlara başlamıştı.
Sakarya Savaşı’nın hemen öncesine Ankara’da Öğretmenler Kurultayını toplaması, burada konuşma yapması ve “Asıl savaşın cehaletle savaş olduğunu ve bu savaşı öğretmenlerin yapacağını” ifade etmesi, bu eğitim devrimi düşüncesinin ürünüdür.
Cumhuriyet ilan edilince eğitim alanında büyük devrimler yapıldı…
Türkiye Cumhuriyetinin en büyük devrimleri 3 Mart 1924’te yapıldı. O gün; Halifelik kaldırıldı, Öğretim Birliği Yasası çıkarıldı. Şeriye ve Evkaf Vekâleti kaldırıldı. Bu yasaların çıkması; Laiklik yolunda en önemli adımların atılmasını sağladı. 1925’de Mustafa Necati Milli Eğitim Bakanlığına atandı. Mustafa Necati, Kuvayı Milliye içinden gelmiş, Mustafa Kemal Atatürk’ü en iyi anlayan kahramanlardan biriydi. Bakan olduktan sonra “Yeni Türk Abecesi” kabul edildi. Millet Mektepleri açıldı ve okuma yazma öğretme seferberliği başlatıldı. Bu arada Mustafa Necati’nin en önemli atılımlarından biri de karma eğitime geçilmesi oldu.
Mustafa Necati’nin çok genç yaşta ve ani ölümüyle (1 Ocak 1929) eğitim alanındaki bu hızlı dönüşümler sekteye uğradı. Tüm iyi niyetli çalışmalara rağmen, eğitim alanındaki gelişmeler yeterli olmadı. Öyle ki; 1935 yılına gelindiğinde; Türkiye’de 40 bin köyün hâlâ 35 bininde okul ve öğretmen yoktu. Okullu olan köylerle, okulsuz köyler arasında yaşam bakımından da çok fark yoktu.
Ama Mustafa Kemal Atatürk büyük bir arayış içindeydi değil mi?
Elbette, 1920 yılından 1935 yılına kadar geçen on beş yılda 18 Milli Eğitim Bakanı, 8 İlköğretim Genel Müdürü görev yapmıştı. Bu rakamlar bir arayışın olduğu ama bulunamadığının da belgesiydi.
Peki, Mustafa Kemal Atatürk ne yaptı?
1935 yılında yöntem değişikliğine gidildi. Atatürk’ün yakından tanıdığı asker kökenli Saffet Arıkan, Milli Eğitim Bakanlığına getirildi. Kendisinden Türkiye’de ilköğretim işini kısa sürede çözmesi istendi. Saffet Arıkan ilk iş olarak bu işin uzmanı olan İsmail Hakkı Tonguç’u İlköğretim Genel Müdürlüğüne getirdi.
Tonguç’a göre düzeltilmesi istenen işin mevcut durumu iyi bilinmeliydi. Bilimsel çalışmalar yapılarak rapor haline getirildi ve Bakana sunuldu.
Bu rapor hakkında bilgi verebilir misiniz?
Bu raporun saptadığı durum şuydu:
Asıl sorun nüfusun yüzde 80’inin yaşadığı köylerdedir. Köylerle kentler arasında köyler aleyhine oluşmuş büyük bir dengesizlik vardır.
Köylerin sorunu yalnız okul ve öğretmen olmaması sorunu değildir, köylerin başka ciddi sorunları da vardır.
Okulu olan köylerle okulsuz köyler arasında yaşam farkı yoktur. Okul köylerde yaşam değişikliğine neden olamamıştır.
Köyler nüfus bakımından çok farklılıklar göstermektedir. 16 bin köyün nüfusu 150’den azdır.
Türkiye’de bölgeler arasında da dengesizlikler vardır.
Sanırım bu rapor önerilerini de beraberinde sundu…
Rapora göre öneriler özetleyeyim kısaca…
35 bin okulsuz köyün okullaşması için uzun süre beklenmemelidir. Mevcut sistemle sorun ancak 80–100 yılda çözülebilir.
Az nüfuslu köyler için geçici de olsa farklı bir çözüm bulunmalıdır.
Köyde iyiye doğru değişiklik yapabilecek okul açılmalıdır. Bu değişikliği yapabilecek yeni tip öğretmen yetiştirilmelidir. Kalkınmada lider özelliği olan öğretmen yetiştirilmelidir.
Türkiye bütçesi eğitime çok kaynak ayıramamaktadır. Bu nedenle okul yapımında yeni yöntem bulunmalıdır. Köylünün katkısı düşünülmelidir.
Mevcut okullar sistemi, kentler için devam edebilir. Ama ihmal edilmiş geniş kitle için-o zaman köyde yaşayanlar- o kitleye öncelik veren sadece o kitle ile ilgili yeni bir sistem kurulmalıdır.
Raporun saptamaları gerçekti, yapılan öneriler denenmeye uygun bulundu, deneme süreci başlatıldı. (1936) Sonuçta köyler için yeni bir okullaşma sistemi oluşturulması kararı alınarak, yasalar çıkartıldı. Köy Enstitüleri ve Köy Enstitüleri Sistemi uygulaması başlatıldı.
İlk iş, köylerde çalışacak, başarılı öğretmeni yetiştirmekti. Hem köy öğretmeni hem köye yararlı olabilecek başka elamanlar yetiştirecek Köy Enstitüleri açılmaya başlandı. (17 Nisan 1940) Köy Enstitüsü mezunu öğretmen köyün canlanması, kalkınması için öğretmenlik dışında köy lideri olması özelliği taşıyacaktı.
Köy Enstitülerinin kendinden önce açılan öğretmen okullarından farkı neydi?
Kısaca onları da sıralayayım…
Köy Enstitüleri parasız yatılı kurumlardı. Öğrencisini köyden alıyorlardı. Öğretim programlarında kültür dersleri yanında tarım ve teknik dersler de vardı. Öğretim yöntemleri farklıydı. İş eğitimi ilkesi uygulanıyordu. İş içinde, iş aracılığıyla üretim amaçlı eğitim. Ezbere dayanmayan uygulamalı eğitim. Bilgi depolamayı amaçlamayan, öğrenme yollarını öğreten bir yöntem. Okuma alışkanlığı kazandıran bir yöntem. Ülkenin demokrasi aşamasına geçmesi istendiğinden Köy Enstitülerinde demokrasi yaşam biçimi haline gelmişti. Her enstitü sanki öğrencilerce yönetiliyordu.
Köy Enstitüleri bölgesel kurumlardı. Her enstitünün 2 – 4 ilden oluşan bir bölgesi vardı. Ülke enstitü sayısı kadar enstitü bölgesine ayrılıyordu. Enstitü, bölgesindeki köylerin her türlü eğitiminden sorumluydu. Öğrencisini bölgesi köylerinden alır, mezunlarını bölgesi köylerinde görevlendirirdi. Mezunları ile ilişkisini kesmez, onların başarılı olması için her türlü yardımı yapardı. Genel planlamaya uygun olarak bölgesi eğitim planlamasını yapmak enstitünün göreviydi.
Köy Okulları, Köy Enstitüleri ve Yüksek Köy Enstitüleri ile Köy Eğitim Sistemi oluşuyordu. Bu sistemle köylerin yetenekli çocukları ilkokuldan sonra Köy Enstitüsüne giderek ortaöğretim, Yüksek Köy Enstitüsüne giderek yükseköğrenim görmüş oluyorlardı. Böylece ülke yönetiminin çeşitli kademelerinde görev almalarının önü açılmış, kolaylaşmış oluyordu. Bu görev ortaklığını istemeyenler kapatılmasında önemli rol oynamışlardır.
Peki Erdal Hocam, Köy Enstitüleri neden kapatıldı?
Evet, Orhan kardeşim en can alıcı soru da bu…
II. Dünya Savaşı’nın hemen sonrasında Atatürk devrimlerine ve aydınlanmacı kurumlara karşı olanlar seslerini yükseltmeye başladılar. Köy Enstitüleri toprak ağalarını, din şeyhlerini ve katı devlet bürokratlarını tedirgin etmeye başlamıştı.
1946 seçimleri sonrasında Köy Enstitülerinin açılmasında önemli bir payı olan Hasan Ali Yücel, Milli Eğitim Bakanı olarak atanmadı. Köy Enstitülerinin kurucusu, kuramcısı ve uygulayıcısı İsmail Hakkı Tonguç İlköğretim Genel Müdürlüğü’nden alındı. Hasan Ali Yücel’in yerine Milli Eğitim Bakanlığına atanan Reşat Şemsettin Sirer, gerici ve tutucu bir politikacıydı. Tonguç’a ve Köy Enstitülerine karşı önyargılıydı. Enstitülerin kapatılması sürecini başlattı. Köylerde görev yapan enstitülü öğretmenlerin kurumları ile ilişkisi kesildi. Ellerinden araç gereçleri alındı. Yüksek Köy Enstitüsü 1947–1948 öğretim yılında kapatıldı. Öğrencilerin yönetimde söz sahibi olmalarına son verildi. Ders dışı çalışmaları kısıtlandı. Karma eğitime son verildi. Enstitüde okuyan kız öğrencileri iki enstitüde toplandı. Enstitü kitaplıklarında ‘sakıncalı’ görülen kitaplar ayıklandı ve yakıldı.
1950 Seçimlerinden sonra Demokrat Partinin Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri oldu. 27 Ocak 1954’de, daha önceden ilkeleri değiştirilen Köy Enstitülerinin adı da ortadan kaldırıldı.
Çok özetleyerek verdiğimiz Köy Enstitülerinin hangi gerekçelerle kurulduğunu, nasıl bir eğitim yaptığını, neden kapatıldığını düşündüğümüzde Köy Enstitülerinin bugün açılmasının bir iktidar sorunu olduğunu, çok güçlü bir irade gelmesi halinde çağımızın koşullarına uyarlayarak açılabileceğini söyleyebiliriz.
Köy Enstitülerinde uygulanan eğitim dizgesi; uygulamaların sonuçlarına bakılarak sürekli geliştirilmiş, geliştirilen sistem yeniden uygulamaya konulmuştur.
Köy Enstitülerini evrensel yapan ilkeler: Bu okullarda İş eğitiminin uygulanmış olması, öğrencilerin her türlü ezberden uzaklaştırılarak, işin içinde eğitilmesi ve iş sonucunda bir değer üretilmesidir.
Ayrıca enstitülerde; öğrencilerin yeteneklerinin ortaya çıkarılması için ortam hazırlanması esastır. Yine enstitülerde; okuma bilinci oluşturularak, onların ömürleri boyunca öğrenmelerinin sağlanması, imece usulüyle kendi gereksinimlerini üretmeleri, demokrasinin uygulamalı bir biçimde öğretilmesi, yaşam biçimine dönüştürülmesidir.
Köy Enstitüleri sistemi o zaman nüfusun %80’inin köylerde yaşaması göz önünde bulundurularak, köyü içten canlandırmaya yönelmiş ve başarılı olmuştur.
Vakıf olarak Köy Enstitüleri deneyiminden yararlanılması konusunda ne gibi önerilerde bulunabilirsiniz?
Köy Enstitüleri Sistemi, Türk Eğitim Sistemine birçok yenilik getirmiştir. Bugün bu yeniliklerden yararlanmak olasıdır.
1-Köy Enstitülerinde temel amaç ihmal edilmiş kitleyi okutup aydınlatmak ve köyü öğretmenler aracılığıyla içeriden canlandırmaktı. Bugün hedef kitle kentlerde yaşamakta ve yine ihmal edilmektedir. Bu konuda ihmal edilmiş geniş kitleyi hedef alan bir eğitim sistemi oluşturulabilir…
2-Köy Enstitüleri Sistemi, eğitimi Türkiye’nin kalkınmasına aracı olarak gördüğünden, enstitülerde kalkınmanın türlü yönleri ele alınmış, derslerde buna yönelik işlenmiştir. Bugün eğitimin kalkınma içindeki yeri yeniden saptanıp ona göre bir eğitim sistemi oluşturulabilir. Örneğin on binlerce ziraat mühendisi işsiz gezmektedir. Bu insanlar eğitim içinde değerlendirilip, ülke tarımı yeniden canlandırılabilir.
3-Köy Enstitülerinde eğitiminde Türkiye gerçeği dikkate alınmış ve bu gerçeğe göre hareket edilmiştir. Örneğin Anadolu’nun “İmece” geleneğinden yararlanılmıştır. Askerliğini çavuş olarak yapanlar altı aylık kurstan geçirilerek “Eğitmen” olarak okulsuz öğretmensiz nüfusu az olan köylere gönderilmişler, başarılı olmuşlardır. Enstitülerde çok yönlü öğretmen yetiştirilmiştir.
4-Köy Enstitülerinde, planlama yaşamsal kabul edilmiş, ciddi bir planlama yapılmıştır. Bugün böyle bir planlama söz konusu değildir. Öyle ki, on binlerce öğretmen atanamadığı için işsiz dolaşmaktadır.
5-Köy Enstitüleri demokrasinin uygulamalı olarak öğretildiği yerlerdi. Öğrenciler okul yönetimine doğrudan katılırlar ve her alanda söz sahibi olurlardı. Öğretmen olarak gittikleri yerde de demokrasi açısından güzel bir örnek olurdu. Bugün göstermelik uygulamalar dışında öğrenciler üniversitede bile yönetime katılamamaktadır.
6-Köy Enstitüleri eğitiminde toplumun çıkarları öncelenmiş, ona göre eğitim verilmişti. Bugünkü eğitim birey çıkarlarını öne çıkarmaktadır.
7-Köy Enstitülerinde mezun olan öğrencilerin kurumla ilişkisi hiç kesilmezdi. Her enstitü bölgesinden sorumluydu. Uygulama, denetleme ve yardımlaşma sağlanırdı. Bugün öğretmen yetiştiren kurumlar, yetiştirdikleri öğrencilerden sorumlu değildir. Meslek yaşamı boyunca da yalnız bırakılmaktadır.
8-Köy Enstitülerinde öğrenme okulla sınırlı değildi. Yaşam boyu öğrenme esas alınmıştı. Öğrenciye okuma alışkanlığı kazandırmaktaki amaç yaşam boyu öğrenmelerini sağlamaktı. Bugün çocuklarımız cep telefonlarının, online oyunların ve sosyal medyanın esiri durumuna getirilmiştir. Öyle birçok öğrencimiz cep telefonlarını 24 saat yanlarından ayırmamaktadır. Öğrencilerin konuşmaları ve yazmaları sosyal medyada sınırlı kalmaktadır.
9-Gezici Başöğretmenlik uygulaması, öğretmeni iş başında yetiştirmek için başlatılmıştı. Bugün maarif müfettişlerinin öğretmen yetiştirmek gibi bir özellikleri yoktur. Denetim yönleri öne çıkmaktadır.
Çok teşekkür ederim, çok yararlı bir söyleşi oldu. Antakya gazetesi okurlarına bir iletiniz var mıdır?
Ben de teşekkür ederim. Okurlarınıza sevgi ve saygılarımı iletiyorum.