6 Şubat’ta yaşadığımız büyük yıkımın ardından soluğu önce Ankara’da, ardından Eskişehir’in Odunpazarı’nda aldım. Tarihi bir Odunpazarı evine yerleşmem bana sözcüklerle anlatamayacağım bir huzur verdi. Çevrem sanat evleri, atölyeler, müzeler… Her adımda kültürün ve sanatın nefes aldığı, insana güç veren bir atmosfer. Bu dokunun içinde yaşamaya başlamak, sadece hayata tutunmak değil, aynı zamanda yeniden üretmek anlamına geldi benim için. Yazılarımı yazıyorum, kitaplığımı kuruyorum.
Geçtiğimiz günlerde Odunpazarı Belediyesi’nin düzenlediği seramik çalıştayında, minik kızların sahnelediği halk oyunları gösterisi izleyenleri büyüledi. Ardından kürsüye çıkan Belediye Başkanı şu sözleri söyledi: “Bizim görevimiz sadece yol yapmak değil, kenti bir kültür ve sanat kenti haline getirmektir.”
Ne kadar doğru bir söz! Çünkü bir kenti sadece asfaltıyla, kaldırım taşlarıyla değil; müziğiyle, tiyatrosuyla, edebiyatıyla, resimleriyle, şarkılarıyla yaşatabilirsiniz. Kültür, toplumun belleğini diri tutar; sanat, insanın ruhunu iyileştirir. Hele ki yaraların taze olduğu, acının ağır bastığı zamanlarda…
Odunpazarı ile Defne’nin kardeş kent olması beni daha da mutlu etti. Çünkü kardeşlik yalnızca coğrafi bir yakınlık değil, kültürel ve ruhsal bir bağdır. Birlikte üreten, birbirinin acısına ortak olan kentler geleceğe umut taşır.
Bugün belediyelerin, yerel yönetimlerin en önemli görevlerinden biri, şehri kültürle, sanatla beslemektir. Çünkü yol da yapılır, bina da dikilir; ama bir toplumun kimliğini, hafızasını, geleceğini yaşatan şey kültürdür. Kültürsüz bir şehir, ruhsuz bir bedene benzer.
Ben Odunpazarı’nda gördüm: Kültürle yoğrulmuş bir kent, insanına güven verir. Sanatla soluklanan bir yaşam, yaraları sarmanın en güçlü yoludur.

YORUMLAR