Hatay’ın geleneksel tatlısı künefenin tescilini Türk Patent ve Marka Kurumu nezdinde hayata geçiren kent yöneticilerinin, eldekinin hikâyesinde yaratmaya çalıştıkları ‘markayı anlatma çabası’ en sonunda heykelleşti! Büyükşehir Belediyesi tarafından hayata geçirilen ‘elinde künefe tepsisi tutan adam’ heykeli, görseli ve detaylarındaki sorunlar yüzünden şimdiden eleştiri konusu!
Tarihler, 2017 senesinin Temmuz ayını gösterirken, sessiz sedasız bir açılış gerçekleştirildi. Antakya’nın, künefecileri ile ünlü meydanına bakan bir noktada gerçekleşen bu açılış, ‘elinde künefe tutan’ bir adam heykeliydi! 23 Temmuz Hatay’ın Kurtuluşu Bayramı etkinlikleri çerçevesinde yapılan çalışmanın kurdelesini kesenler arasında CHP Hatay Milletvekili Serkan Topal da yer alırken, o güne dair mesaj Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı Lütfü Savaş’tan geldi.
“Antakya Köprübaşı’nda Künefeciler Meydanı’nı temsilen künefe ustası heykeli yerleştirdik. Hayırlı olsun…”
Ancak o güne dair haberimizde de ifade ettiğimiz gibi, anlaşılmaz bir sebepten ötürü, heykel, konumlandırıldığı yerden sadece bir gün sonra kaldırıldı. Aslında ‘apar topar’ kaldırıldı demek daha doğru olur. Çünkü haberi okuyup da heykeli konulduğu yerde ziyaret etmek isteyenler, ne bahse konu ‘tartışmalı’ heykeli bulabildi ne de ‘hayırlı olsun’ denilen heykelden geriye kalanları…
O güne dair haberimizin eleştirisinde şu cümle yer aldı:
“Eleştirilerden biri, Künefe Ustası olduğu ifade edilen heykelin elinde tuttuğu söylenen tepsi üzerindeki ‘HBB’ ifadesi! Hatay’ı temsilen bir heykeli şehrin orta yerine yerleştirenlere tam da bu noktada soru yönelten vatandaşlar, “Madem bir heykel yapılmış ve Hatay Künefesi de hikâye olarak seçilmiş, o zaman o tepsi üzerinde HBB değil de Hatay yazması gerekmez miydi?’ diye sormayı ihmal etmiyor. Haksızlar mı?”
-SİYAH DEĞİL, SARI!-
Görsel estetiği ve kullanılan siyah tonlarından dolayı ciddi şekilde eleştirilen o günkü heykel çalışmasının bir benzeri geçtiğimiz günlerde yine aynı noktaya yerleştirildi. Ancak eleştiriler çok fazla değişmedi. İlk heykelden farklı olarak, siyah ton yerine bu defa altın sarısı bir renk kullanılan heykele dair konuşan bir vatandaşın haklı ve çarpıcı tespitleri şöyle:
“İlkini çok iyi hatırlıyorum. Yapılabilecek en kötü çalışmalardan biriydi, ki zaten yapıldığı gibi de kaldırıldı. İlkinde bir ‘künefe ustası’ figürü kullanmışlardı, şimdi ise ‘garson figürü’ kullanılmış sanırım! İlki siyahtı, hani gece görülmeyecek kadar hem de! Şimdi ise altın varaklı bir heykel yapmışız! Siyahtan sarıya sert bir geçiş yapmışız ama! Bu sert geçiş o kadar sarsıntılı ki, eksiğimiz de çok yanlışımız da! Aslında insan merak ediyor; Mozaik ve heykel kültürü gelişmiş böylesi eski bir kentin son medeniyeti noktasında duran bizlerin ortaya çıkarıp çıkartabileceği şey bu mu, diye!”
Gördüğü yanlışları sıralayan vatandaşın tespitleri ise oldukça şaşırtıcı:
“Bir kere yapılan şeyde hatalar var! Mantıken düşünün… Sıcak bir künefe tepsisi tutan biriyseniz, tepsiyi tutmanıza yardımcı olacak bez ön kısımda olmaz mı? Yani size taraf kısımda olur! Tepsinin size bakan kısmında! Ama bu yapılan heykelde tepsiyi tutan kişi, tepsiyi karşı tarafından tutmuş! Bu şekilde tutulan bir tepside dengeyi nasıl sağlar insan? Tamam, bu bir heykel! Ama yapılan çalışma mantığı bu kadar mı savsaklar? Yani bunu yapan hiç mi düşünmemiş bu yanlışı? Bakanlar hiç mi fark etmemiş? Tepsiyi kavrayan ellerin tepsiyi kavrama biçiminin akla-mantığa uymadığını hiç mi tespit edememiş?
Bir diğer şey de… Sezar’ın hakkı Sezar’a! Şimdi bu tatlının tescili konusunda çalışanlar kimler? Antakya Ticaret ve Sanayi Odası… Kişilerin ismi önemli değil, ama kurum emeği var! Ama baktığınızda buna dair hiçbir şey yok. Evet, bir şey var! Heykelin yanına konulmuş çerçeveli demir bir levhada bir cümle var! Okudunuz mu? Garip bir mani, hani kim bulmuşsa…
Şöyle diyor orada: ‘Künefenin tadı başka, Antakya’da yenir aşkla, Akidi bol olursa, Tadı olur bambaşka… Künefeye doyum olmaz, Lezzeti anlatılmaz, Antakya’ya gelip de, Yemeden dönmek olmaz…’
Hep diyorlar ya, ‘tanıtım zafiyeti’ diye… Bu da ondan! Tamam, bu maniyi yazmışsın, ama hikayesini de versene! Tescili alınmış de! Bu kentin isminde kayıt altına alınmış de! Dedik ya, Sezar’ın hakkını Sezar’a teslim et, ardından da yaz altına istediğin maniyi… Yani ne rengi, ne detayları, ne görseli, ne de sunumu olmuş! Ama yine de ilkine göre daha iyi! Bu ise ‘buna da şükür’ hikâyesi anlayacağınız!”
-ELEŞTİRİ NET!-
Özetle, ilk heykelin eleştirisinde duranlar ve… “Bu kentin tarihi binlerce yıl öncesine dayanıyor. Bu topraklardan çıkarılan heykelleri görmek isteyenler sahip olunan Müze’ye bir zahmet gidip baksın. Sanat nasıl bir şeymiş, yakından bir baksın. Hatta bakarak öğrensin! Dünün heykel sanatındaki detaylara hayran kalıyorsunuz. Taşı ve mermeri adeta dantel gibi işleyen ustaların ellerinden çıkma heykeller önünde durup, ‘nasıl yapılmış’ deyip merakla bakakalıyorsunuz. Bir de bizimkine bakın. Ne görüyorsunuz? Hiçbir şey! Sahi, yaptığımız nedir? Heykel! Peki, nasıl bir heykel? Bu heykelle mi marka kent Antakya’yı anlatacağız? ‘Düne sahibiz, ama bizdeki bugün bu kadarmış’ mı diyeceğiz? Bence kaldırmaları iyi olmuş. Yerinde de bir daha hiç koymasınlar… Hatta şu heykel yapma işinden de uzak dursunlar” şeklinde konuşanlar, ikinci heykel için de benzer eleştirilerini muhafaza etmeye devam ediyorlar. Peki, düzeltir miyiz? Yoksa bu defa ‘YAPTIK VE OLDU’ kısmında ısrarcı mıyız? -Tamer Yazar-