KUR’AN’IN ÖNERİSİ LAİKLİK’TİR

Al-i İmran-7. ayette Muhkem /değişmez ana hükümler ve Müteşabih /değişken kurallar olmak üzere 2 türlü kural olduğu açıklanır. Sosyo-ekonomik yaşamla ilgili olan yasaklar ve yapılması istenenler olmak üzere 440 sayıda belirlemiş olduğum muhkem /değişmez ana kurallar evrensel, ebedî ve yorum gerektirmeyen kesinliktedirler. Ki bu özellikleri ile bu hükümler, bütün ülkelerin Anayasa ve kanunlarında bulunan ana […]

Al-i İmran-7. ayette Muhkem /değişmez ana hükümler ve Müteşabih /değişken kurallar olmak üzere 2 türlü kural olduğu açıklanır.

Sosyo-ekonomik yaşamla ilgili olan yasaklar ve yapılması istenenler olmak üzere 440 sayıda belirlemiş olduğum muhkem /değişmez ana kurallar evrensel, ebedî ve yorum gerektirmeyen kesinliktedirler. Ki bu özellikleri ile bu hükümler, bütün ülkelerin Anayasa ve kanunlarında bulunan ana hükümler şeklindedirler.

Müteşabih /değişken mesajlar ise o zamanki topluma /lara uygun olan kurallardır. Bu değişken özellikli mesajlar sayesinde Kur’an, ebedî ve dinamik bir kitap özelliğinde olmaktadır. Bu mesajlar, Kur’an’ın farz şeklinde uygulanması şart olmayan kısımlarıdır ve ilk Kur’an toplumuna sadece birer öneridirler. Hem zamanla, hem de toplumdan topluma değişkendirler. Ancak içleri fesat olanlar müteşabih mesajları da değişmez muhkem hükümler diye kabul edip, toplumları bunlara yönelik kanaatlerine göre yönlendirmeye çalışmaktadırlar. Buradaki tehlike, bu görüşte olanların Devlet yönetimini etkileyip, toplumu Devlet kararları şeklinde yönetme seviyesine ulaşmaları olacaktır.

İşte Laiklik yaklaşımı, Dine ait müteşabih kuralların, muhkemler gibi değişmez kabul edilip Devlet Kuralları haline dönüşmemesi, Devlet kurallarının da Dinle ilgili olan müteşabih kurallara göre uyarlanarak uygulanmaması demektir. Böylece de insanlar, müteşabih yorum ve kanaatlerden korunmuş olmaktadır. Burada Devletin rolü, insanların din denilen muhkem /değişmez ana kurallara dayalı uygulamalarında özgürlük sınırında olmak şartı ile serbestilerini sağlamak, korumak ve kollamak olacaktır.

Çünkü Devlet, Din kurallarında özellikle kanaate dayanan Müteşabih /değişken mesajlara göre belirleme işin içine girdiğinde, farklı kanaat gruplarının farklı görüş ve yorumları ile karşılaşmaktadır. Bu grupların kendi görüşlerini kabul ettirme uğraşıları ise durumu için içinden çıkılmaz karmaşaya götürecektir.

Laiklik prensibindeki demokrasilerde, halka ait olan millî iradeye göre ve halkın seçtiği TBMM başta olmak üzere, buna bağlı olarak oluşturulan görev kurulları, Kur’an’ın önermiş olduğu gibi birer şura (halkın oluşturmuş olduğu danışma ve karar verme) kurulu /ları olarak çalışırlar. Bu kurullar, Kur’an’ın yorumlara, kişi kanaatine dayanan müteşabih /değişken dinî kurallarına ve yapılan içtihatlara dayanmaksızın ve bu kuralları idarî kurallara karıştırmaksızın, diğer bir ifade ile dini devlet işlerine, işleyişine karıştırmadan, halk adına devleti idare etme yetkisini kullanırlar. Bu idarede devletin dine değil, dinin devlete uyması ve dinin müteşabih kurallarını dinamik tutup devletin işleyiş kurallarına, hukukuna ve yasalarına karışmaması yanında, kendini bunlara göre uyarlamaması söz konusudur. Devlet adına hükümet, farklı dinî, siyasî veya başka görüşteki grupların ve ideolojilerin hiçbirine uzak veya yakın değil, hepsine aynı mesafede ve yaklaşımdadır. Çünkü bir gruba veya ideolojiye hükümetin yakınlığı demek, o grup dışındakileri ötekileştirmek ve düşünce özgürlüğüne sınırlama getirmek demek olacaktır. Temel hedefi insanın huzuru olan din, dinamik müteşabih mesajların zaman ve toplumlara olan değişkenlikleri sayesinde devletin işleyiş kurallarına kendini kolayca adapte edebilecek üstünlüklere ve özelliklere sahiptir. Dolayısıyla demokraside toplum düzeni, Kur’an’daki yoruma açık müteşabih mesajları kurallaştırarak değil, toplumdan topluma farklı ve o zamana uygun olan değişkenliklere göre gerçekleştirilmektedir. Devlet düzeninde toplumsal ve insanların sosyal yaşamına yönelik hukuksal ve şekilsel kurallar yasalarla belirlenir. Böylece de hukuk kuralları, dinin muhkem hükümlerine uygun, fakat müteşabih kurallarından ayrılmış olur.

Devlet, dinin müteşabih mesajlarına dayalı kurallara dayanarak insanları yönlendirmez ve “din kuralı böyle diyor” diye müteşabihlerin yorumlanmaları temelli yasaklayıcı kararlar almaz ve devlet kendi somut kurallarını dinin bu müteşabihlerine göre değiştirip uyarlamaz. İnsanların özgürlüklerini, dine dayanarak kısıtlamaz. İnsanların gerek muhkem ve gerekse müteşabih dinî kurallara uyup uymamalarını ve dinlerini seçmelerini özgür kararlarına bırakır. Ayrıca hiç kimse devlet düzenini kısmen de olsa din kurallarına dayandırma amacı güdemez. İster Müslüman, ister Musevi ve Hıristiyan, isterse putperest veya ateist olsun, toplumsal işlerde ve olaylarda kişiye ne kendi dinine göre, ne de hükümette olan ekibin dinî görüşüne göre işlem yapabilir. Bu açıklamaya göre laik bir rejimde toplumsal suçları idarî otorite kovuştururken, din görevlilerinin oluşturduğu dinî otorite buna karışmaz ve sadece Kur’an’ı ve buradaki dinî mesajı hatırlatmakla yetinir. İdarî otorite de dinî yasağa karışmaz ve buna dayanarak yaptırımlar ve yasaklar koyamaz. Ancak inanç özgürlüğünün yanlış ve başkasına zarar verecek şekilde kullanılmasına yönelik bir suç unsuru tespit ettiğinde hukuksal yönden kovuşturur.

Aşırı dinci bir yaklaşım nasıl kabul edilmezse, aşırı laiklik yorumlarına dayanan dine karşı olan bir davranış da kabul edilemez ve her ikisi de birer bağnazlıktır ve sömürüdür.

Exit mobile version