Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

Marka kentin Marka’sında

Açılışa çok az kaldı

Açılışa çok az kaldı

St. Pierre Kilisesi’ne yakın konumdaki arazinin sondaj kazılarından çıkan kalıntılarla başlayan hikâyesinde ortaya koyduğu konseptiyle bir ilki başaran Hilton Antakya Müze Otel’de açılışa az kaldı. İnanç turizminin göbeğinde yükselen yapı büyük güne hazırlanırken, Antakya ne durumda peki?

Mimarisi ve sahip olduğu tarihi emanetlerin üzerinde yükselttiği görkemli gövdesiyle dikkatleri çekmeye devam eden Hilton Antakya Müze Otel’deki çalışmalarda sona yaklaşılıyor. Türkiye’de şu ana kadar ortaya çıkarılmış en büyük mozaik yapıya (850 m2’lik) sahip kazı alanının üzerinde dolaşan köprü ve rampalar ile oluşturulan açık alan parkuru sayesinde, alanı bir arkeolojik park olarak ziyarete de açacak olan çalışma, Türkiye’de ve Dünya’da bu alanda ortaya çıkarılmış en dikkati çeken otel projelerinden biri olarak kabul ediliyor.
-MİMARI DA ÜNLÜ-
Dünyanın en prestijli mimarlık ödüllerinden Dünya Mimarlık Festivali’nde “Geleceğin Yapıları ve Tatil Yerleşkeleri” ödülünün sahibi olan Antakya Hilton Müze Otel’in mimarı da ünlü bir isim. EAA-Emre Arolat Architects’in kurucu isimlerinden biri olan Emre Arolat, 17 bin 132 metrekare kapalı alanda inşa edilen projeyi bugüne taşırken, oldukça yorucu ve bir o kadar da yoğun bir süreci de geride bıraktı.
Katıldığı ulusal ve uluslararası yarışmalarda ödüller kazanan Emre Arolat’ın bu alandaki listesi ise oldukça uzun. Arolat; 2006 yılında, Dalaman Havalimanı yapısı Türkiye’den katılımlarda ilk kez uluslararası “AR Awards for Emerging Architecture, Highly Commended” ödülünü, 2008 yılında Minicity Maket Parkı yapısı ile “AR Awards for Emerging Architecture, Commended” ödülünü, 2009’da Kağıthane Tekfen Ofisleri ve Milas Golf Oteli projeleriyle “MIPIM AR Future Projects Awards, Commended” ödüllerini, Santralistanbul Çağdaş Sanatlar Müzesi, Lara Kervansaray Oteli ve Konrge Merkezi, Zorlu Konak Residences ve Zorlu Center projeleriyle “2009 Europe Property Awards” ödüllerini, “7800 Çeşme Konutları ve Oteli” yapısı ile de “Emirates Glass Leaf Awards 2009″da “Yılın En İyi Çok Amaçlı Yapısı” ödülünü kazandı.
-İNANÇ TURİZMİ!-
Marka kentin ‘marka projesi’ olarak nitelendirilen çalışma, başladığı ilk günden bu yana meraklı gözlerin dikkatle takip ettiği bir inşaat alanına da sahip. Gerek mimarisi, gerek kullanılan malzemeleri ve gerekse de otel konsepti içinde yapılandırılacak müze alanıyla bir ilke imza atması beklenen Hilton Antakya Müze Otel’in, kentin inanç turizmi anlamında ‘amiral gemisi’ olarak kabul edilen Saint Pierre noktasında ciddi bir sinerji yaratması da bekleniyor. Suriye’de 2011’de başlayan iç çatışmaların bölgede yarattığı kayıpların bu anlamda telafi edilmesi anlamında projeye kurtarıcı bakanların sayısı o yüzden az değil.
-ELEŞTİRİ NET!-
Yatırımların ısrarla devam ettiği bir coğrafyada kent tanıtımlarında ‘inanç turizmi’ başlığının yeterince kullanılmaması ise asıl eleştiri noktası. Bu konuda konuşan bir turizmcinin tespitleri şu yönde:
“Yıllardır bu işi yapıyorum. İşim gereği çok ülke geziyorum, çok şehir görüyorum. Bizlerin kendi kendimizi mutlu ettiği fuar algısının ötesinde, çok profesyonel fuarlara da katılıyorum. Tanıtım nasıl olur, onu görüyorum. Gördüğüm şey ne aslında, biliyor musunuz? Koordinasyon! Bizde olmayan hani! Varsa da, az olan… Ama o az yetmiyor. O yüzden de karmakarışık ilerliyoruz. Mesela bir fuara gidiyoruz. Her şey iç içe girmiş… Neyi tanıtıyoruz, önceliğimiz ne, belli değil! Şovumuz mu? Eksik olmuyor! Künefeyi havada tek takla attırarak insanların yüzlerde müthiş bir gülümseme yaratıyoruz ya, orada kopuyoruz. Hatta ‘iş bitti, yapı paydos’ diyoruz. Ama gelin görün ki ‘inanç turizmi’ deyince, herkes duruyor. Durup düşünüyor. Ne düşünüyor? Niye bu kadar duraksıyor, bilmiyorsunuz. Oysaki bu kentin başka çıkışı yok. Tarihi ve kültürü bu emanet üzerinde yükselmiş, yükseltilmiş. Ama Saint Simon Manastırı’ndan Saint Pierre Kilisesi’ne kadar her şey uykuda… Saint Simon, zaten Allah’a emanet bir durumda. Hani varla yok arasında. Hatta uzun bir süre ‘yok’ kabul edilmiş. Zaten gidip gördüğünüzde de ‘yok’ olsun diye de her şey yapılmış. Kurumsal tek bir özen yok… Resmi tek bir çaba yok… Üzülüyorsunuz. Bu mesleğin içinde bu kent için bu kadar çabalarken, başkalarının ‘çabasızlığı’ sizi üzüyor. Ama elden de bir şey gelmiyor.
Antakya Müze Otel mi? Net olan bir şey var ki, Saint Pierre Kilisesi hattı üzerinde inanç turizmine uluslararası bir ivme kazandırabilecek bir proje. Özellikle de ‘Hilton’ markasından kaynaklı PR’ı çok değerli ve böylesi marka kendisini pazarlarken bu başlığı kesinlikle çok fazla kullanacak. Bu da Antakya’nın kazanması demek. Hatay’ın turizmine ek motor demek. Artacak insan trafiği demek. Para sirkülasyonunda yeni kaynaklar demek.
Ama bir taraftan bu yapı yerinde yükselirken, etrafına bakın! Ne görüyorsunuz? Demirci dükkanları, kentin ‘yorgun’ ve hatta’ ‘yıkık’ görüntüsüne omuz verecek bir karmaşa. Ciddi bir düzensizlik… Başka bir ülkede olsa, bu kadar ciddi bir maliyetle ortaya konan bir projede, yerel idarelerin ve hatta kent idaresinin bu bölgede bir makro değişim yaratması beklenirdi. Hatta otel projesi ile hayata geçecek yeni yaşam alanını, içinde olduğu bölge paralelinde sağlıklaştıran bir yaklaşım…
Ama bizde bu da yok. Yatırımcı, bir ada ülkesi gibi şu an… Dünya tarafından izlenen bir projeyi hayata geçiriyor, ama çevresinde kontrol edemediği bir şehir var. O şehir, başka bir Antakya anlatıyor. Yorgun, yaşlı ve bakımsız bir Antakya fısıldıyor.
Söylenenler o yüzden çok haklı… Bizde yerel belediyeler arasında bile hizmet rekabeti var! Ama yanlış anlaşılmasın… Bu rekabet, şehri iyi yapan bir rekabet değil. Aksine, var olandan eksilten bir rekabet…”
-NE OLMALI?-
Tüm bu söylenmişlerin ışığında beklenen ve istenen mi? Antakya özelinde nefes almaya (çalışan) devam eden ‘inanç turizmi’ başlığının raftan bir an önce indirilmesi. Ama asıl olarak da… Saint Pierre Kilisesi ve Saint Simon Manastırı gibi eldeki kaynakların bu raftan indirilmesi beklenen hikâye içinde en az ‘künefe’ kadar değer görmesi…
Peki, yapar mıyız? En azından, bir yerden başlar mıyız?-Tamer Yazar-