Marmid Romanı ve Birey Kurgusu üzerine…

“Neredeyse bize yalvaran uzak yıldızlar, Bazen gözlerimizi okşayan bir el gibi olurlar…” Vicente ALEIXANDRE Dünyamız özellikle 1970’lerden sonra benzeri asla görülmemiş teknolojik ve bilişim sağanağının gösterisine tanıklık etti. 1990 ve sonrası yaşanan yapay ve görsel efektler üzerine kurulu yenidünya modeli de, aynı düzlemde paralellik gösterdi… İçinde bulunduğumuz bu dönem, karşı karşıya olduğumuz fiziksel ve düşünsel […]

“Neredeyse bize yalvaran uzak yıldızlar,
Bazen gözlerimizi okşayan bir el gibi olurlar…”
Vicente ALEIXANDRE

Dünyamız özellikle 1970’lerden sonra benzeri asla görülmemiş teknolojik ve bilişim sağanağının gösterisine tanıklık etti. 1990 ve sonrası yaşanan yapay ve görsel efektler üzerine kurulu yenidünya modeli de, aynı düzlemde paralellik gösterdi… İçinde bulunduğumuz bu dönem, karşı karşıya olduğumuz fiziksel ve düşünsel çöküş, nükleer tahribat, doğal kaynakların teknolojiyi kullananların elinde ufalanması, çevre sorunları, bireyin besi ortamı olan doğal yaşamı yok etmekle kalmayıp, bireyin kültürünü ve yapısı gereği en çok ihtiyaç duyduğu ilişki kurma yetisinin yok olmasına neden olmuştur.

Modern dünyanın yarattığı kolaycı başarılar, makineleşen bireyle birlikte, makineleşen toplumu da beraberinde getirdi… Uçan Kaz’dan, Adile Naşit’in yumurcaklarından, Susam sokağı’ndan yeni sıçrayan zihnimiz, bu renkli kutunun renkli labirentine kolunu kaptırırken; ruhunu ve tüm benliğini kaptırmaya hazır değildi aslında. Romanın en önemli karakteri Deniz de, bu kırılmanın yarattığı travmayla yaşar…

Deniz okuyucuya seslenirken güncesine şunları yazar. “İçimizde büyüttüğümüz kaleler bir bir zaptedilince korkarız. Korkuda ritim önemlidir. Zikzaklara güvenilmez. Hafiften en derinine, alıştıra alıştıra… Kendi biriktirdiklerinizden beslenerek, usul usul…”

Çünkü çoğu kez kendine çeki düzen vermek için bakındığı vitrin camları, sıradan insanı tüketen reklamlar ve abartılı ışıklandırma onu iç dünyasına hapsetmiştir… Herkesten kaçtığı bir anda güncesine dönüp, “O kocaman aynayı sokağın başına koymayın dedim. Hayattan daha vahim bir labirente sokmayın bizi. Hiçbiri dinlemiyordu. Kulağıma sırnaşan hiçbir sözcüğü bulamıyordum avuçlarımda…”

Romandaki tek doğa betimlemesi, “Yıllardır dışarıya çıkmamış gibi uzunca bir süre gökyüzüne baktı. Oysa normal bir insan gibi etrafı izlemeyi ne çok isterdi.” Deniz’in normal insan kavramı, dünyaya eklemlenmiş fakat korkularını açığa çıkaramayan sıradan insanlardır.

Evet ona sorarsanız tek kurtuluş yolu korunaklı bir evren. Reklam panoları, vitrinler, televizyon, köşe yazarlarının olmadığı bir evren… Ve Karakterimiz bu korunaklı evrende yalnız değildir… Romanın Deniz kadar önemli olan bir diğer karakteri Berna, bensiz olmaz dercesine çıkıyor karşımıza… Somut dünyayla, ideal dünya arasında bocalayan bir karekter… Mitolojik kavramları kucaklayarak, Deniz’in Epimetheus, kendisinin de Pandora olduğuna inanıyor. Denizin korunaklı evrenine kapılan Berna’da, Deniz gibi konuşmaya başlar ve okuyucuya onunla seslenir… Salieri, Paganini, Galileo, Kepler, Deniz ve ben…”

Deniz ve Berna korunaklı sığınaklarına çekilmiştir. Yeme, giyim ve lüks kısıtlanabilir ama öncelik korkmadan güvenle yaşayabilmek. Marmid bireyi önceliğine güvenliği koymuştur… Bu birey; Evreni Marmid’le özdeşleştiren Berna Karakteridir. Bu birey, çevrenin saygıyla karşıladığı, fakat iç dünyasında çalkantılar yaşayan Doktor Selmin karakteridir. Bu birey kendini Gerçeküstü fırçalara adayan Zerrin karakteridir. Bu birey hislerini paylaşmayıp, kendini saklayabilen Cüneyt karakteridir. Bu birey Azra’dır…

 

Exit mobile version