Merhaba Antakya. Merhaba bir kez daha küllerinden doğmaya çalışan şehir.
Merhaba, 53 sene önce ilk makalemi yazdığım Antakya gazetesi. Sevgiyi, saygıyı ve unutulmamayı sonuna kadar hak eden iki değerli insan, iki büyük usta gazeteci N.Gassan Seyfittinoğlu Ağabey ve sevgili Sinan Seyfittinoğlu izninizle.
Bu merhabalaşma bölümünü yazarken İlimizde çok kısa bir süre görev yapan ve o kısacık sürede çok umut vaat eden Sayın Valimiz İsmet Gürbüz Civelek’i hatırladım. Huzur içinde uyusun. Çok zamansız kaybettik. Hatay’a çok yararlı hizmetler yapabilirdi. ‘Göreve başlayalı iki ay oldu hoş geldin, hayırlı olsun ziyaretlerinden çalışmaya fırsat bulamıyorum’ demişti. Merhabalaşmayı kısa tutmakta yarar var.
İktisat biliminin çeşitli tanımları vardır. Ben “İktisat kıt kaynaklarla sınırsız ihtiyaçlar arasındaki dengeyi kurmaya çalışan bilim dalıdır” tanımını severim. Antakya ve bazı ilçelerimiz nedense depremden bu yana bana sık sık bu tanımı hatırlatıyor. Antakya’nın her şeye ve hemen ihtiyacı var ve neyse ki kaynaklar sınırlı değil. Sınırlı olan zaman. Sayın Valimiz Mustafa Masatlı’nın çok yerinde bir tespiti var ‘Antakya dünyanın en büyük şantiyesi’ diyor. Bu devasa şantiyenin ihtiyaç duyduğu kaynaklar zorlanmadan temin ediliyor. Sayısız kamyon ve beton mikseri ara vermeden malzeme taşıyor. Sayısız iş makinesi ve kule vinç çalışıyor. Türkiye’nin ve hatta Dünyanın çeşitli ülkelerinden binlerce işçi ve mühendis neredeyse 24 saat çalışarak her şeyiyle sıfırdan bir şehir yapmaya çalışıyorlar. Herkesin eline, koluna, emeğine sağlık. Bu çalışmalar sivil toplum örgütlerimizle iş birliği yapılarak yürütülseydi çok daha doğru olacaktı. Kentin dinamiklerinin geleceğimiz üzerindeki plan ve uygulamalarda söz sahibi olmasından daha doğal ne olabilir ki? Aslında olmazsa olmaz bir yöntem için hâlâ geç kalınmış değil. Çünkü daha yapılacak çok iş var. Resmi yetkililerin kentin bu talebine kayıtsız kalacaklarını düşünmüyorum. Kaynaklar sınırsız evet ama şehrin insanlarının da ihtiyaçları sınırsız ve artık çok haklı olarak sabırları ve umutları sınırlı.
Kentin ayağa kaldırılmasının bugünden yarına yapılıp bitirilecek bir iş olmadığını, şimdiye kadar yapılanların az iş olmadığını da biliyoruz. Hepimiz nefesini tutmuş yarışın sonucunu bekleyen seyirciler gibiyiz. Aklımızda bir yığın soru var. Evimizi, işyerimizi ne zaman verecekler? Nereden verecekler? Kaç lira ödeyeceğim? Kent bütünüyle yaşanabilir hale ne zaman gelir? Hak sahibi sayısından çok fazla ev yapıldığı söyleniyor, bu fazla evleri kimlere verecekler? Kentimizin demografik yapısı değişecek mi? Bunlar ve bunlar gibi daha bir yığın soru ve belirsizlik kentin insanlarının geleceğe dair umutlarını gölgelemeye devam ediyor. Doğru bilgiye ve morale ihtiyacımız var.
Yedi kez yıkılıp yeniden ayağa kalkmayı başarmış bir kentin insanları elbette bir kez daha başaracak. İçimizde bir yerler kanamaya, ruhumuzda hiç iyileşmeyecek bir yara sızlamaya devam etse de yine ayağa kalkacağız. Fırınlarda mis gibi zeytinyağıyla pişmiş katıklı ekmeğin, nar gibi kızarmış kâğıt kebabının kokusunu içimize çekerek sokaklarımızda bir gün mutlulukla yürüyeceğiz. Eskiden olduğu gibi bazen arkadaşlarımızla şakalaşacak, bazen de dostumuzun yarasını sarmaya çalışacağız. Merhaba Antakya, bir büyük ustanın dizeleriyle umut tazeleyelim.
“Herhal ilerdedir yaşanacak günlerin en güzelleri
“Şimdilik sohbetimizdedir kederi

Eline sağlık… Umutlu bir başlangıç yazısı olmuş. Saldırgan eleştirilerimi sonraki yazılarına saklayacağım 🙂
Keyifle okuduğum, hislerimize tercüman olan yazınız sonrası hayırlı olsun demek istedim. Sevgiler saygılar…
Kaleminize sağlık, yolunuz daim olsun.
Çok önemli noktalara dikkat çekmişsiniz. Çok da doğru söylemişsiniz; evet hızla inşa edilen bir kent var ama günün sonunda bu kent bizim Antakya’mız mı olacak …?
Ellerinize sağlık
Emeğinize sağlık hocam. Merhaba diyeceğimiz gün yeni kentimize anlayacağız; kenti bize göre mi yapmışlar yoksa bizi mi kente göre ayarlayacaklar? Ne zor bir soru bizim için sokaklar bir bir silinirken hafızadan, geçtiğimiz yerlerin neresi muamması ile zonklarken beynimizdeki kılcal damarlar biz mi şehrin sahibi yoksa şehir mi bize sahip?
Saldırgan eleştirilerini bekliyorum