MODERNLİĞİN SIKINTILARI

İngiliz dilinde yazan yaşayan en önemli düşünürlerden bir olarak görülen Charles Taylor, yazdığı birçok yazı ve kitapta daha çok dil, benlik anlayışları, siyasal katılım, çokkültürlülük, modernliğin doğası, kimlik ve etik temalarını konu edindi. Bu karmaşık konuları son derece açık ve net biçimde tartışmasından ötürü takdir kazandı. Taylor, Modernliğin Sıkıntıları adlı yapıtında, modern topluma ilişkin tedirginliğimizin […]

İngiliz dilinde yazan yaşayan en önemli düşünürlerden bir olarak görülen Charles Taylor, yazdığı birçok yazı ve kitapta daha çok dil, benlik anlayışları, siyasal katılım, çokkültürlülük, modernliğin doğası, kimlik ve etik temalarını konu edindi. Bu karmaşık konuları son derece açık ve net biçimde tartışmasından ötürü takdir kazandı.

Taylor, Modernliğin Sıkıntıları adlı yapıtında, modern topluma ilişkin tedirginliğimizin ve kafa karışıklığımızın kaynağını araştırıyor. Çağdaş kültürümüzün ve toplumun  kayıp ya da çöküş olarak yaşadığı yönleri incelerken öncelikle modernliğin üç “sıkıntı”sını teşhis ediyor: Bireycilik, araçsal aklın hâkimiyeti ve ortak bir siyasi proje yokluğu yüzünden siyasal katılımın ve dolayısıyla özgürlüğün azalması…

Taylor, birçok insana göre modern uygarlığın en büyük kazanımı olan bireyciliği ilk kaygı kaynağı olarak gösteriyor.  Bireyciliğin insan yaşamı ve anlamı üzerindeki bazı sonuçlarına bakıyor. Bireyciliği ahlaki ufkun kararması olarak nitelendiriyor. Ona göre, bireyciliğin karanlık yanı benlik üzerinde odaklanmadır; bu da yaşamlarımızı tatsızlaştırıyor ve daraltıyor, anlamını azaltıyor, başkalarına ya da topluma karşı daha kayıtsız hale getiriyor. Yaşamın tatsızlaştığı ve daraldığı, bunun da anormal ve esef verici bir kendi benliğine gömülme ile ilgili olduğu duygusu bugünün kültürüne özgü biçimler içinde yeniden ortaya çıkıyor. İnsanlar bireysel yaşamlarında yoğunlaşınca geniş görüş açılarını yitiriyorlar.

Taylor’a göre modern çağın, çok sayıda insanı tedirgin eden, bir başka çok önemli olgusu da araçsal aklın öncelik kazanması.  “Araçsal akıl”la belirli bir amaca ulaşmak için araçların en ekonomik olarak nasıl kullanılacağını hesaplarken başvurduğumuz akılcılık türünü anlatmak isteyen yazar, “burada başarının ölçüsü, maksimum verimlilik, en iyi birim maliyettir” diyor.

Araçsal aklın yalnızca alanını genişletmekle kalmayıp, aynı zamanda yaşamımızı ele geçirmek tehlikesi gösterdiğine ilişkin yaygın bir rahatsızlığa dikkat çeken yazar, başka ölçütlere göre belirlenmesi gereken şeylerin, verimlilik ya da “maliyet-fayda” değerlendirmesiyle saptandığını; yaşamımızı başlı başına yönlendirmesi beklenen bağımsız amaçların ise, faydayı maksimize etme isteminin gölgesinde kaldığını vurguluyor. Bu kaygının yerindeliğini gösteren şu örnekleri veriyor: “Servet ve gelirin çok eşitsiz dağılımını haklı göstermek için ekonomik büyüme gerekçesinin kullanılış biçimi; ya da aynı gerekçeyle, bir felaket olasılığıyla karşı karşıya olmamıza rağmen doğal çevrenin ihtiyaçlarına duyarsızlaşmamız; sosyal planlamamızın, risk değerlendirmesi gibi can alıcı noktalarında, insan yaşamına dolar cinsinden değer biçen karmaşık hesaplamalarıyla, maliyet-fayda çözümlemelerinin hâkim oluşu.”

Endüstriyel-teknolojik toplumun kurumları ve yapıları seçeneklerimizi ciddi biçimde sınırlıyor. Bu yapılar bireyleri olduğu gibi toplumları da ciddi ahlaki değerlendirmelerle asla yapmayacağımız biçimde, çok zarar verici de olsa, araçsal akla ağırlık vermeye zorluyor.

Araçsal akıl etrafında yapılanmış bir toplumun hem bireylerin hem de bütün grubun özgürlüklerinde büyük daralmalara yol açıyor. İnsanları kendi içine kapalı bireylere dönüşmüş bir toplumda çok az kişi özyönetim faaliyetine aktif olarak katılıyor, bu da özgürlük kaybının bir başka biçimi olarak karşımıza çıkıyor.

Taylor, siyasal düzleme, bireyciliğin ve araçsal aklın siyasal yaşam üzerindeki korkutucu sonuçlarına ulaşıyor: “Böylece Tocqueville’in ‘yumuşak’ despotluk dediği, yeni ve modernliğe özgü bir tür despotluk tehlikesi ortaya çıkar. Bu eskisi gibi dehşet ve baskıya dayalı bir despotluk olmayacaktır. Yönetim ılımlı ve babacan davranacaktır. Hatta periyodik seçimlerle demokratik biçimleri bile koruyabilir. Fakat gerçekte, her şey üzerindeki halk denetiminin çok sınırlı olduğu bir ‘büyük vekil güç’ tarafından yürütülecektir.”

Taylor, geleceğimiz üzerindeki siyasi denetimi kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya olduğumuzu, yurttaş olarak onurumuzun tehdit edildiğini söylüyor. Modernlik kültürünün sığ ve tehlikeli şeylerin yanı sıra müthiş şeyler de içerdiğini görmek gerektiğini belirten yazar şu sonuca varıyor:

“Teknolojinin etkin biçimde yeni bir çerçeveye oturtulması, piyasa ve bürokratik devletin doğurduğu atomculuk ve araçsalcılık yönünde sürüklenmeyi tersine çevirmek için ortak siyasal eylem gerektiriyor. Bu ortak eylem de parçalanma ve güçsüzlüğün üstesinden gelmeyi gerektiriyor… Aynı zamanda, atomcu ve araçsalcı tutumlar sahiciliğin daha bayağı ve sığ biçimlerinin ortaya çıkmasının da başlıca etkenleri, dolayısıyla yeni bir çerçeveye oturtma çabasına girmiş etkin bir demokratik yaşamın bu noktada da olumlu etkisi olacaktır… Pascal’ın insanoğlu için söylediği gibi, modernliğin hem sefalet hem de ihtişam boyutu vardır. Ancak her iki boyutu da kucaklayan bir görüş çağımızı çarpıtılmamış bir biçimde kavramamızı sağlar.”

Charles Taylor, Modernliğin Sıkıntıları (Ayrıntı Yayınları) adlı yapıtında, modern toplumun yanı başımızda duran tehlikelerini yeni bir gözle görmemizi sağlıyor.

 

 

 

 

Exit mobile version