MONTESQUİEU’NIN “TÜRK ÜLKESİ” CANIM MEMLEKETİM

Çağıltılı bir nehrin kenarında durur da önünüzden köpürerek akan suya gözlerinizi dikip bakarsanız, biraz sonra başınız döner, gözleriniz kararır, düşecek gibi olursunuz. Nehrin nereden gelip nereye gittiğini görebilmek için biraz geriye çekilmek gerekir. Sanırım, hayatla ilişkilerimiz de biraz böyledir. Bu son günlerde ülkemizde yaşananlara aşırı bir dikkatle baktığınızda başınızın dönmesi, nehrin akış yönünü gözden kaçırmanız […]

Çağıltılı bir nehrin kenarında durur da önünüzden köpürerek akan suya gözlerinizi dikip bakarsanız, biraz sonra başınız döner, gözleriniz kararır, düşecek gibi olursunuz. Nehrin nereden gelip nereye gittiğini görebilmek için biraz geriye çekilmek gerekir. Sanırım, hayatla ilişkilerimiz de biraz böyledir. Bu son günlerde ülkemizde yaşananlara aşırı bir dikkatle baktığınızda başınızın dönmesi, nehrin akış yönünü gözden kaçırmanız neredeyse kaçınılmazdır.

 

Herhalde hukuk tarihimizin yalnızca en zorlu değil, aynı zamanda en ilginç, en karmaşık dönemlerinden birini yaşıyoruz. Siyasi gündemimizde hep aynı başlıklarla yaşamaya devam ediyoruz. Kutuplaşma, laiklik karşıtlığı, Cumhuriyet karşıtı açıklamalar, bölücülük, terörist suçlamaları, hak ihlal’leri, hukuk krizi, yargısal derbe, vs… Özgürlük diyerek… Adalet diyerek… Aynı yalanlar. Aynı tehditler. Aynı korkular. Aynı böbürlenmeler. Aynı zayıflıklar. Aynı kavgalar. Aynı zulümler, Aynı hukuksuzluklar. Aynı adaletsizlikler…

 

Anayasayı yok sayan bir zihniyet tarafından yönetilince; anayasaya uymama, sıradanlaşıp “normal” sayıldıkça; anayasa hükümlerine karşı direnen bir Yargıtay’a sahip olunca; Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına uyulmaması bir yana, bir de onun hakkında suç duyurusunda bulunulunca; hak hukuk, adalet aramak tüm anlamını yitiriyor; çünkü adalet artık padişahtan sorulmaktadır…

 

***

Öğrencilik ve akademik hayatımı geçirdiğim üniversitenin adını taşıyan Fransız düşünür ve siyaset kuramcısı Montesquieu’nün 1748’de “Türk ülkesi” için yazdığı şeyler, canım memleketim bugünün Türkiye’sinde ne yazık ki gerçekleşmek üzerdir.

 

Bundan 275 sene önce yayınlanan “Kanunların Ruhu (De l’esprit des lois)” isimli eserinde Montesquieu şöyle diyor:

 

“Eğer aynı idarenin kişilik veya yapısında, yasama erki yürütme erkiyle birleşmişse, hiçbir şekilde hürriyet yoktur. Çünkü aynı monarkın veya aynı senatonun, zalimce yürütmek için zalimce kanunlar yapmasından korkulur.

Yargı erki de, yasama ve yürütme erklerinden ayrılmış değilse gene hürriyet yoktur. Eğer bu erk, yasama erkiyle birleşirse, vatandaşların hayat ve hürriyetleri üzerindeki idare, keyfe kalmış bir idare olur. Çünkü yargıç kanun koyucunun durumuna düşer. Şayet yargı erki, yürütme erkiyle birleşirse, yargıç korkunç bir zalim kesilir.”

 

Bu üç erki de aynı kişi veya… kurullar kullanırsa her şey mahvolur. ….

 

Avrupa’nın çoğu krallıklarında hükûmet hafifletilmiştir. … Bu üç erkin padişahın kişiliğinde birleştiği Türk ülkesinde ise korkunç bir istibdat hüküm sürer” (Orijinali: “Chez les Turcs, où ces trois pouvoirs sont réunis sur la tête du sultan, il règne un affreux despotisme”.)… “Müstebit olmak isteyen hükümdarlar da, bütün idare otoritesini kendi kişiliklerinde birleştirmekle işe başlarlar”. (Montesquieu, De l’esprit des lois, 1748, Deuxième Partie, Livre XI, Chapitre VI. Yukarıdaki alıntı Mükbil Özyörük’ün Türkçe çevirisinden yapılmıştır. Bkz.: Montesquieu, “İngiltere’nin Esas Teşkilatı”, Çev. Mükbil Özyörük, Siyasal Bilgiler Okulu Dergisi, Cilt II, 1947, Sayı 1-2, s.75-76.)

Bu cumhuriyetlerde bir vatandaş ne durumda bulunur, artık siz düşünün. Aynı idareciler kitlesi, kanunu yürütme yolunda, zaten yine kanun koyucu sıfatıyla kendi kendine verdiği tam bir yetkiye sahiptir; genel emirleriyle devleti silip süpürebilir; ve yargı erki de kendisinde bulunduğu için, özel emirleriyle de herhangi bir vatandaşı mahvedebilir.

 

Orada bütün iktidar, bir bütün halini almıştır; zalim bir hükümdarın varlığını belli eden bir dış emare olmasa dahi, bu olay her an hissedilir. (Bugünkü Türkiye’mizde Can Ataley, Salahettin Demirtaş, Osman Kavala… örneklerinde olduğu gibi.)

 

***

Bu kaygılı uyarıları, 10 Aralık 2016 tarihli Anayasa Değişikliği Teklifi tartışmalarında, ulusan ve yerel basında defalarca yazmış, uyarılarda bulunmuştum. Özellikle de şunu vurgulamıştım: yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerinin elinde toplandığı kişinin kim olduğunun bir önemi yoktur. Bu kişi, bir “bilge kral” veya halk tarafından yüksek bir oy oranıyla seçilmiş bir başkan olsa bile değişen bir şey olmaz. Halk tarafından seçilmiş olması bu kişinin yetkilerini kötüye kullanmayacağı anlamına gelmez. Her kuvvetin doğasında kötüye kullanılma eğilimi vardır. Bundan 132 sene önce İngiliz düşünür Lord Acton’un söylediği gibi; “iktidar yozlaştırır, mutlak iktidar mutlak yozlaştırır”.

 

Kuvvetlerin aynı elde toplandığı bir sistemde kimse güvende değildir. Böyle bir sistemde medenî yaşam tehdit altındadır.

 

Orhan Bursalı’nın geçen hafta (14 Kasım, Salı günkü) Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan yazısını içinizde kaçırmış olanlar varsa lütfen bulup okusun. “Can Atalayın serbestliği benim şahsi meselemdir” başlıklı yazısında Bursalı, “şahsi mesele” haline gelen hukuksuzluğun en üstün ve tek yargı olduğunu çarpıcı biçimde yüzümüze vuruyordu. “Bu kadar basittir olay. Gezi’dir konu. Ve “Nasıl olur da birkaç ağaç kesilmesi, ve Gezi Parkı’nda yapacağımız bir Osmanlı yapısına baldırı çıplak birkaç kişinin başlattığı protesto bir yangın gibi yayılır ve Türkiye çapında bana bir isyana dönüşür”Bütün mesele, kabul edilemez olan budur. Bunun intikamı gerek.

 

Gezi’nin ağır suçlularından biri olan Atalay’ı demir parmaklıklardan kurtarmak için “şahsi mesele”ye bir kumpas kurulur: Milletvekili gösterilir, seçilir. Bu kurnazlığı Saray yer mi? “Şahsi melese” delinmek istenmektedir… Her şeye muktedir olan. Hiyerarşinin en tepesinde ne varsa geçerli hukuktur… Şimdi bundan ikinci bir yağ çıkarılıyor: Anayasa Mahkemesi gerekli midir?“ diyerek, buradan yola çıkıp yeni anayasanın taşları döşeniyordu. Bursalı yazısını “Yersen…diye bitiriyordu.

 

Saray’daki hukuk danışmanı Mehmet Uçum da, Yargıtay 3. Ceza Dairesi’ni haklı bulduğunu resmen açıklamış, Adalet Bakanı Yılmaz Tunç da ”Bu anayasa yüzünden yargi krizi çıktı, bize yeni bir anayasa lâlım” mealinde tam taraf nitelikte, yüksek yargıdaki savaşın kaynağının iktidar olduğunu kanıtlıyor.

 

***

Durum böyle olunca AKP’ye şu soru haklı olarak sorulabilmektedir: AYM’nin kararlarını tanımayan sen, getireceğin anayasa değişikliğini de tanımayacağına göre, temel yasanın değiştirilmesi neye yarayacaktır? Mesele AYM’nin yapısı değil, AKP’nin kafa yapısıdır. Meclis’in ve yürütmenin tasarruflarının anayasal denetime tabi olmasını içine sindiremeyen AKP yeni bir sorunla karşılaştığında yine yargısal denetime karşı olacak ve anayasayı delecektir. Var olan anayasa, Tayyip Erdoğan cephesinin bundan böyle durmadan tekrarlayacağı gibi, iki hukuk kurumunun arasında anlaşmazlık olursa bunun nasıl çözüleceğini bir karara bağlamamış (oysa pekala bağlamış: böyle bir durum çıkarsa Anayasa Mahkemesi’nin dediği olur, diyor.  Açıkça) olduğuna göre, “mutasavver” anayasada. “Böyle durumlarda  Cumhurbaşkanı karar verir” şeklinde bir ekleme yapılır ve kriz giderilir, bir daha çıkması da önlenir. Gidiş oraya doğru. Hani, beterin beteri var hesabından bizleri korumak üzere, Anayasa Mahkemesi üyelerinin yargılanması şıkkını uygulamaya koymadan bu işi anayasa değişikliğiyle çözelim deniyor.

 

Ama bu bir “savaş ilanı” olarak da yorumlanabilir. Mayıs’ta seçim yaptık. Bu seçimi iktidarın bu kolaylıkla kazanmasını beklemiyorduk (nitekim böyle olduğu görülünce şok geçirdik) Biz beklemiyorduk ya, Tayyip Erdoğan’ın da endişeleri vardı. Herhalde büyük bir ferahlama duydu. Onunla birlikte, tasarladığı başka tedbirleri de yürürlüğe koyma zamanının geldiğine karar verdi, sanıyorum. Anayasa Mahkemesi gibi bir kurumu kendi uygulamalarını engelleyebileceği bir konumdan çıkarmak da bu tedbirlerden biri. “Tedbir”den anlaşılan Tayyip Erdoğan’ın iradesi dışında bir iradenin etkili olamadığı bir Türkiye yaratmak. Bunun için yapılması gerekli görünen şeyleri yapmak için elinden geleni yapacağından hiçbir şüphemiz olmasın.

 

AKP-MHP ortaklığı Cumhurbaşkanını daha düşük yüzdelerle seçilmesini sağlamak için kurgulamak istedikleri “yeni anayasa”, Cumhuriyetin 100. yılını kutlamak için uydurdukları “Türkiye’nin Yüzyılı” sloganında kendini buluyor.

 

Amaç, Saray ve iliştirilmiş ortaklarının iktidarını pekiştirmek; laik, demokratik, sosyal hukuk devletini bir tür meşruti monarşiye tam anlamıyla dönüştürmek. Saray’daki AKP’liyi ömür boyu reis seçtirmek!

 

Böyle bir yola girerek daha fazla otoriter ve totaliter bir yapıyı ülkenin başına kondurmak zorunda hissediyorlar kendilerini çünkü demokrasi onlar için asıl şimdi inilecek bir tramvay haline geldi.

 

 

Pof. Dr. Garip Turunç – Bordeaux (Fransa) Üniversitesi ve İstanbul Galatasay Üniversitesi Em. Öğt. Üy.

 

Bordeaux, Pazar 19 Kasım 2023

Exit mobile version