Savaşın kendilerine biçtiği geleceksizliğe rağmen, var olmaya çalışan, yolları bir mutfakta kesişen, reçelle yola koyulup başka başka lezzetleri sofralara taşıyan, kısacası emeğiyle güçlenen Kadın Kadına Mülteci Mutfağı’ndaki her bir kadının hikâyesi farklı. Onları ortaklaştıran en büyük şey ise, bu mutfak.
Suriye’de, 8 yılı aşkın süredir devam eden iç savaşta, 5 milyon 642 bin sivil, mülteci konumuna düştü. Bunlardan 3 milyon 660 binden fazlası, Türkiye’de barınıyor. Hatay ise bu kalabalığın 420 binlik kısmında duran bir şehir. Hatay’ı son dönem gündeme taşıyan bir başka haber ise ‘güvenli bölge’ başlığında! Alınan bilgiye göre, Hatay’ın Suriye sınır noktasından başlamak üzere, bahsedilen mesafe, toplam 480 kilometre ve bu mesafe içinde yerleştirilmesi planlanan kalabalık ise 3 Milyon! Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, son olarak BM’de önerdiği güvenli bölge, 30 kilometre derinlikte bir alan ve; Cerablus, Münbiç, Aynularab (Kobani), Tel Abyad, Suluk, Rasulayn, Dırbasiye, Amude, Kamışlı ve Malikiyye yerleşimlerini içine alıyor.
Peki, bahse konu planların ötesinde, sınırın Hatay ve diğer kentlerinde yaşam nasıl ilerliyor? Sığınmacı kimliklerin atakta kalma mücadelesinde neler yaşanıyor? Bugün, buna dair soruların cevapları için, Antakya’dan İstanbul’a giden ve Kadın Kadına Mülteci Mutfağı ile ilgili izlenimlerini Antakya Gazetesi ile paylaşan genç bir Suriyeli devam ettirsin, biriken detayları ve yapılanları…
-KADINLAR!-
‘Sivil Sayfalar’ haber sitesinden Hilal Tok’un imzası ile paylaşılan detaylar, Türkiye’de en fazla sığınmacı barındıran ve İdlib’in patlamaya hazır göç hikâyesinde yeni soruları gündeme taşıyan Hatay için ‘ne yapmalı’ sorusuna cevap niteliğinde, ki yaşamını Antakya’da sürdüren genç Suriyeli sığınmacı için de eldeki örnek, atılması gereken önemli bir adım! Niye mi? Dendiği gibi…
–
Savaşın kendilerine biçtiği geleceksizliğe rağmen, var olmaya çalışan, yolları bir mutfakta kesişen, reçelle yola koyulup başka başka lezzetleri sofralara taşıyan, kısacası emeğiyle güçlenen Kadın Kadına Mülteci Mutfağı’ndaki her bir kadının hikâyesi farklı. Onları ortaklaştıran en büyük şey ise, bu mutfak. Çünkü burada hem eve katkı sunabildiklerini, hem birbirleriyle dayanıştıklarını, hem de özgüvenlerinin arttıklarını ifade ediyorlar.
İstanbul Okmeydanı’nda yoksullukla boğuşan Suriyeli kadınların bu mutfağı nasıl var ettiklerini, haberimizin ilk bölümünde anlatmıştık. Şimdi de, kadınların bu mahalle dayanışmasının, hayatlarında nasıl bir noktaya düştüğünü, kendi hikayelerini dinleyeceğiz. O zaman başlayalım…
-YETMİYOR AMA!-
Sakine İbrahim, 40 yaşında. Suriye’den, Hatay gibi sınır illerine, ardından da İstanbul’a, Okmeyda-nı’na, 2013 yılında gelmiş. Mutfağı çok sevdiğini söylüyor…
“Biz, birbirimize çok güveniyoruz. Güzel yemek yapıyoruz. İlk olarak reçelle başladık. Her bir grup, bir reçel yaptık. Sonra mutfağa dönüştü. Mutfak beni güçlendirdi. Buraya geldiğimde çok üzgündüm. Dil bilmiyordum. Kültür bilmiyordum. Her şey çok zordu. OKDER’e gelip Umut abi ile tanıştım. Ben çalışmak istiyordum. Orada bir buçuk sene çalıştım. Hala dil problemi yaşıyorum. Şam’da büyük bir fabrikada müdürdüm. Buraya gelip overlokçuda çalıştım. Çok zordu. Suriye’de biz o kadar ‘çabuk çabuk’ çalışmıyoruz. Suriye’de öyle değildi. Biz burada, ‘Suriyeliyiz’ diye, uzun saatler ve düşük ücrete çalıştırıyorlar. Ben de bunu yaşadım. Sonra, Kadın Kadına Mülteci Mutfağı’nı kurduk. Yetmiyor kazandığımız, ama çok mutluyum. Güçleniyorum. Daha çok sipariş verilsin istiyoruz. Kira, fatura ağır geliyor burada.”
-GÜÇLENDİK-
Mutfak sözcüsü, Suriye Kürtlerinden, 35 yaşındaki 4 çocuk annesi Gülistan Hasan, “Bu mutfak umudumuz” diyenlerden. “Güçlüyüm ve güçlü kadınları seviyorum” diye de ekleyenlerden. Bu mutfağın kurucularından biri olan Gülistan anlatsın bu defa…
“Mutfakla tanışmam çok şey kattı hayatıma. Geldim, yeni arkadaşlarla tanıştım. Evden çıkamıyorduk, kimseye gidemiyorduk, nefesimiz daralıyordu. Ama burada hem arkadaşlarla muhabbet sohbet ediyoruz hem de yemek yapıyoruz. Çocuklarım açısından da etkinlikler oluyordu. Çocuklarım onlara katılıyordu. Onlar için de çok iyi oldu. En büyük kızım evden hiç çıkmıyordu ilk zamanlar. Mutfaktan sonra o da kaynaştı insanlarla. Burada kadınlarla beraber hem yemek yapıyoruz hem de biraz olsun eve katkı sağlıyoruz. Burada, yoksul olanlara, ama sadece Suriyelilere değil, Türklere de yardımcı olmaya çalışıyoruz. Durumları olmayan Türkler de var bu mahallede. Kazandığımızla, bize gelen yardımlarla, onların da ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyoruz. Okul açıldığı zaman, kırtasiye yardımlarında, kışın kömür yardımın da bulunuyoruz.
Evde oturmaktan daha iyidir dayanışmak. Savaşı yaşadıktan sonra, buraya geldikten sonra, hayatın acı yüzünü gördük. Açtık, susuzduk. Ama biz geldiğimizde bizimle dayanıştılar. Bize yardım ettiler, biz de aynı şekilde dayanışmak zorundayız.”
-GEÇİM ZOR-
Aynı zamanda geçim derdinin hala bir sorun olduğunu anlatıyor, Gülistan…
“Geçinmek çok zor. Üç çocuğum okula gidiyor, eşim tek çalışıyor. Her sene evin kirasını 150-200 lira artırıyorlar. Kaynanam bende kalıyor. Kamışlı’da evim yıkıldı. Evim dursaydı, burada durmaz giderdim.” Sürekli kimlik sorunu yaşadığını da söyleyen Gülistan’ın ayrıca devletten bir de talebi var… “İstiyorum ki, devletten, kimlik sorununu halletsinler.”
-BİRLİKTEYİZ-
Şam’dan gelen ve 4 yıldır Türkiye’de yaşayan 6 çocuk annesi Feryal Habip, mutfağın en büyük kadını. “3 çocuğum Şam’da, 3 çocuğum burada benimle. Onları özlüyorum” diyor ve gözyaşlarını tutamıyor. Araya uzun bir sessizlik girdikten sonra, derneği anlatmaya başlıyor, ama bir o kadar heyecanla…
“Okmeydanı’na geldikten sonra OKDER ile tanıştık. Daha sonra mutfak kuruldu. Mutluyuz. Yeni insanlarla tanıştık. Ben, insanlarla kaynaşmayı seven bir insanım. Yemek pişirmeyi de çok severim. Burada olmak bana çok iyi geliyor. Kadınlar üzüldüğü zaman, hepimiz birbirimize üzülüyoruz, birbirimize yardımcı oluyoruz. Sevinince hep birlikte seviniyoruz. Ben onların en büyüğüyüm, hepsi benim kızlarım gibi.”
Geçim derdi mi? Onun da gündeminde…
“Kocam yaşlı, çalışmıyor. İki oğlum var, üniversite çağında, ama şimdi tekstil köşelerinde çalışıyorlar. Bir tanesi faturalara, bir tanesi yemeğimize çalışıyor. ‘Suriyeliler’ diye yarı fiyata çalıştırıyorlar. Burada hayat, yaşamak çok zor. Biz Suriye’deyken, varlık içinde yaşardık. Eşim tek çalışıyordu, bize yetiyordu. Ama burada 3-4 kişi de çalışsa, yetmiyor. Şam’da kadın dışarı çıkmaz, çalışmaz, ama burada mecburuz. Az da olsa, katkı sağlamak için çalışıyoruz.”
-BİR TÜRK!-
Suriyeli kadınların arasında bir de Türk var. Adı Feride. Buradaki kadınlara tercümanlık yapıyor. Dayanışmanın en güzel örneklerinden birini de gösteriyor aslında. Suriyelilerle öyle iç içe ki, kimi zaman onu bile Suriyeli sanıyorlarmış.
Suriyelilere dönük önyargılara ilişkin olarak da konuşuyor, Feride ve anlattıkları ile oldukça olumsuz bir tablo çiziyor…
“Ben şahsen onlarla yaşıyorum, 5 senedir. Üzülüyorum onların durumuna. Kendimi koyamıyorum bile yerlerine. Devlet, 4-5 ayda bir kimlik değişimi yapıyor. Devamlı Göç İdaresi’ne gidiliyor. Göç İdaresi’nde köpeğe bile öyle davranılmaz! Azarlıyorlar, kovuyorlar. Yaşlısı, genci, hamilesi, bakmıyorlar. Şahsen ben kendimi onların yerine koyamam! Çok zor durumdalar. Türkiye’nin koşulları, bir mülteci için çok ağır. Onlar bizim gibiler. Biz nasıl kiracıysak, kira, elektrik doğalgaz ödüyorsak, onlar da ödüyor. Onlar da yoksul. Biz de. Çoğu yardım almıyor. Ben kendim görüyorum, çok zor durumda olduklarını.
Onlar için sık sık, ‘gelip işimizi elimizden alıyor’ diyorlar. İmza toplayıp, Suriyeli çocukları okuldan atmaya çalıştıkları da oldu, otobüse bindiğimizde, Suriyelilerle gezdiğim ve Arapça konuştuğum için bize kötü sözler söyleyenler de. Çok ırkçılık oluyor. Türkler, Suriyelilerle arkadaşlık yapsa, kendileri gibi olduklarını görür. Suriyeliler, misafirperverdir. Ben 5 senedir içlerindeyim. Beni, kendi ailelerinden gibi görürler. Önyargıyla davranmasın insanlar, dayanışsınlar. Sonuçta ölümlü dünya. Bugün varız, yarın yokuz. Benim komşularım, arkadaşlarım onlar. Mutluyum onlarla. Sadece Suriyelilere değil, her insana önyargıyla davranılmasın. Önce tanıyın.”
-VE NOKTA!-
Bugünü noktalayan kişi, eldeki hikâyeyi bizlere taşıyan ve yaşamını Antakya’da sürdüren genç Suriyeli sığınmacı olsun…
“Onlar, kadın hikâyeleri paylaşmış, ama öyle güzel paylaşmışlar ki, hem yaşamı hem birbirlerini, örnek olmuşlar. Aslında bu haberin ve sizlerin bunu paylaşmasının en güzel tarafı, bizlerin omuzlarına yüklenen önyargıları belki biraz olsun hafifletme ihtimali! Hafifletir mi, bilmiyorum ama… Umuyorum! Aslında, umut etmek, hayal etmek istiyorum. Umudumdan da, hayalimden de vazgeçmek istemiyorum. O yüzden, sadece Hatay değil, ama Türkiye’nin her yerinde bir şekilde var olmaya çalışan bizlerle aynı umudu ve hayali paylaşmak isteyenlerle, ortak yaşam alanları kurmak ve o alanları da büyütmek istiyoruz.” -Tamer Yazar-