İsimlikler Hala Yok!
Müzeler eski Genel Müdürü, Antakyalı Arkeolog Kenan Yurttagül, Hatay Arkeoloji Müzesi’nin hazırlıkları sona eren 2. Etap sergileme alanlarını gezdiğini söylerken, “hiçbir eserde isimlik yok” dedi ve yerde sergilenen “İskelet Mozaiği” için de, “Tasarım hatalı… Duvarda olmalıydı” saptaması yaptı.
Antakya’nın tarihi ve kültürü üzerine konuşmaya başlamadan, Anadolu ile açalım ilk sayfayı ve ondan eksiltilenlerin peşindeki Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın son açıklamasına bir göz atalım… Bakanlığın son açıklamasına göre; yürütülen çalışmalar sonucunda, son 15 yılda Almanya, ABD, Avusturya, Birleşik Arap Emirlikleri, Bulgaristan, Fransa, Hırvatistan, İngiltere, İsviçre ve Sırbistan’ın da aralarında bulunduğu ülkelerden toplam 4 bin 331 eserin iadesi sağlanmış. Peki, iadesi sağlananlar listesinde hangi ülkeler ve neler mi var? Almanya’dan İstanbul Piyale Paşa Cami Çini Alınlığı, Konya Beyhekim Cami Mihrabı ve Pencere Kanadı, Akşehir Hacı İbrahim Veli Sandukası, Aphrodisias İhtiyar Balıkçı Heykeli Gövdesi, Fransa’dan Sultan II. Selim Türbesi Çini Panosu, Sultan I. Mahmut Kütüphanesi ve II. Selim Türbesi Çinileri, İstanbul Piyale Paşa Camii Çini Alınlığı, Danimarka’dan Diyarbakır Sfenks Figürini (David Samling), Akşehir Şeydi Mahmut Hayrani Türbesine ait sanduka, Cizre Ulu Camisi’ne ait Kapı Tokmağı, Nuruosmaniye Kütüphanesi’ne ait Kur’an-ı Kerim yaprakIarı, Hacı Bayram Veli Türbesi şamdanı, Eşrefoğlu Cami halısı, cami lambası…
Bugüne dair konuşmamız da bu başlık üzerinden ilerlesin ve yorgun kent Antakya’nın yıllar içinde eksilen, eksiltilen ve parça parça rüzgara karışan hikayesi içinde adımlayalım. Adımlarımıza eşlik edecek isim, Müzeler eski Genel Müdürü, Antakyalı Arkeolog Kenan Yurttagül. Kenti yöneten isimlerin sık sık ‘medeniyetler kenti Antakya’ ibaresini ‘medeniyetler kenti Hatay’ ile karıştırmasına en çok karşı çıkan isimlerden biri olan Kenan Yurttagül’e, gündemde sıkışan ve çokça cevapsız kalan soruları yönelttik.
Konuşmak yerine fısıldama tercihinde duranların kentinde cesur karşılıklar aldığımız sohbetimize ilk sorumuzla başlayalım…
Konuşacak çok şey var ama, sanırım konuşacaklarımızın listesinde ilk sırayı Arkeoloji Müzesi alıyor. Özellikle de uzun bir süredir beklenen 2. Etap! Sanırım gezdiniz… Peki, tespitleriniz ne oldu?
Bunu daha önce de söyledik ama… Müze, açılışı itibariyle biraz aceleye getirilmiş bir Müze. Tabi ki eserler (gerek heykeller ve gerekse mozaikler) görkemli, hatta muhteşemler. Sahip oldukları dönemin bütün özelliklerini yansıtan eserler. Muhtemelen hazırlıyorlar ya da hazırlayacaklardır ama… Eserlerin tanıtıcı levhaları, tanıtıcı bilgileri yok! Öncelikli olarak bunların eklenmesi gerekiyor. Umarım ki, her mozaiğin hikâyesi anlatılır ve gelen ziyaretçilerle de bu hikâye paylaşılır.
İşin dramatik tarafı ise… Bunu söylemeden geçemeyeceğim! İskelet Mozaiği’nin biraz büyük bir kopyası yapılmış ve gelen herkes onunla fotoğraf çektiriyor! Bu mozaik, arkeolojik anlamda ‘Mona Lisa’ tablosu ile eşdeğer bir mozaik. O nedenle, yerde değil, ama duvarda sergilenmeliydi. Böylelikle insanlar hem görsün hem de fotoğraf çekilebilsin. Ama maalesef ki yerde muhafaza edilmiş. Bana göre hiç de doğru bir tasarım değil. Mutlaka yerden kaldırılıp duvara yansıtılması gerekirdi, ayrıca hikâyesi de anlatılmalıydı.
Bir Arkeolog ve tarihçi olarak… Merak ediyorum… Eğer bir turist olarak Antakya’ya gelmiş olsaydınız, bu şehir size ne anlatırdı? Size bu şehirden kalanlar noktasında ne söylerdiniz?
Eğer salt bir turist olarak bu şehre gelmiş olsaydım eğer… Hakkında çok şey duyduğum yemeklerinden yerdim. Künefesini ve tepsi kebabını tadardım. Tabi gelmişken, müzeyi de görürdüm. Çünkü çok önemli bir mozaik müzesi. Ardından da bu kente dair programımı sonlandırır ve giderdim! Peki, bende, bu kentten geriye ne kalır? Şöyle ki… Güzel bir mozaik müzesi ve güzel yemekler. Ne kadar mı kalırım? Bana tüm bunlar için bir gün yeter! Tamam da, bunun böyle mi olması gerekiyor? Tabi ki hayır. Olması gereken, gelenlere, daha fazla kalabilmelerini sağlayacak alanlar yaratabilmek, ki bu kent bunu rahatlıkla yapabilecek bir kent, sahip olduğu tarihi ve kültürel zenginlik düşünülecek olursa. Düşünün ki, sadece bizlerin tespit edebildiği kadarıyla, Yayladağı’nda 7 tane köprü var. Bunların 5 tanesi eski Roma, 1 tanesi Selçuklu dönemi ve diğeri de Fransızlar zamanında yapılmış bir başka köprü.
Peki, kültür turizmi adına bu kadar şeye sahip bir kent, kendini diğerlerine ne kadar anlatabiliyor?
Hiç anlatamıyor! Bir kere burada birinci görev Müze’ye düşüyor. Yani Kültür ve Turizm Bakanlığı’na düşüyor. Tabi ona bağlı olarak, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’ne düşüyor. Neden Müze? Çünkü Müze’de, Hatay ilinin aşağı yukarı bir envanteri var. Hatta bundan 4-5 yıl önce, Hatay Valiliği, ‘Hatay Kültür Envanteri’ diye 2-3 ciltlik bir kitap çıkarttı. Sadece oraya bakılsa ve oradan notlar alınsa bile, gelenler adına 4-5 gecelik bir rota çizilebilir. Yetkililer, sürekli olarak “Hatay coğrafyasını turizm şehri yapacağız” diyorlar belki ama… Bunun nasıl yapılacağını hiç kimse açıklamıyor. Bir kere bunun açıklanması lazım. Yani eksik olan şey, bu vilayetin turizm rotası!
Sizle daha öncesinde, Samandağ’da bulunan Seleucia Pieria antik Kenti’ne dair konuşmuş, sizin bu konuda hazırlığını yaptığınız kazı projesini dillendirmiştik. Bu haberin ardından, buna dair size geri dönüş oldu mu ya da Antik Kent için ‘ne yapılmalı’ noktasında durumu sorgulayan?
Hayır. Her hangi bir geri dönüş olmadı. Çünkü ülkede yöneticiler çok sık değişiyor. Kazı projesine başladığım dönemde Bakan değişti, Genel Müdür değişti, Müze Müdürü değişti ve Vali değişti. Tabi sonradan gelenlerin bir öncekinden haberi olmadığı için, konuya dair bir dönüş de gerçekleşmedi.
Özetle… Bu kente dair ‘turizm’ başlığını konuşuyoruz ama… Tartıştığımız bu başlığa dair bir stratejimiz yok sanırım! Öyle mi?
Evet, ne yazık ki bir turizm stratejimiz yok. Aslına bakarsanız, DOĞAKA bir dönem ‘Turizm Strateji’ toplantıları yaptı, bu konuda paydaşları da bir araya getirdi. Aslında sormak lazım, ‘böyle bir strateji var mıdır?’ diye! Belki de vardır, ama bizlerin haberi yok!
Geçtiğimiz günlerde, Antakya Belediyesi’ne bağlı ‘temizlik işçileri’ eliyle tarihi çeşmelerin temizlenmesi çabasına şahitlik ettik. Temizlik için ‘özel bir deterjan’ diye ifade edilen bir ‘kimyasal’ ve de toz fırçası kullanıldı. İşin uzmanı biri olarak, ne söylersiniz?
Ben buna dair bir proje oluşturmuştum. Hatta bu konuda Defne Rotary Kulübü’nün böyle bir çabası var. Buradaki enteresan olan şey şu ki… 24 kadar çeşmenin sadece 4 tanesi Vakıflar Müdürlüğü’ne aitmiş! Belki bir iki tanesi belediyeye aittir! Ama geriye kalanların akıbeti bilinmiyor! Ancak kim restorasyon ya da kim temizlik yaparsa yapsın, mutlaka, bu işi iyi bilen birisinin, bir uzmanın, bir restoratörün ya da taş ve mermerin nasıl temizlenmesi gerektiğini bilen birisinin orada olması lazım. Orada ifade edilen ‘özel bir deterjan’ın ne olduğunu bizler bilmiyoruz. İfade edildiği gibi ‘özel bir madde’ bile olsa, temizlik çalışmasına ekli o fırçanın, o taş ya da mermer üzerinde kullanılması bile bir teknik bilgi gerektirir. Yani ‘badana yapar’ gibi çeşme temizlenmez!
Son olarak… Hatay’da artık bir “Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu” var. Bunca yanlışın ortasında duran bir kent adına, bu gelişme umut veriyor mu?
Bu konuda bir şey söylemek için öncelikli olarak Kurul’un uygulamalarına bakmak lazım. Zira çalışmalara da yeni başlamış durumdalar. Bununla beraber, kendileriyle de tanışmak isterim açıkçası. Bilgilerimi paylaşma ve merak edilenleri cevaplandırma adına, bir araya gelmeyi isterim.
-Tamer Yazar-