Müzeler Haftası Kutlu Olsun

Müzeler; İnsanlığın Gelişimsel Sürecini Sorgulayan Bilim Tapınaklarıdır… Konuk Yazar: Jozef Naseh/Arkeolog… Müze kelimesinin kültürel kökeni, eski Yunanca ve Latinceye dayanır. Bu dillerde ‘MOUSA’ olarak geçen kelime, sanat tanrıçası veya tanrısı anlamı taşır. Bu tanrıların bulunduğu mabede ‘MUSEİON’ denir. Bu sözcük, batı dillerinden Fransızcaya ‘MUSEE’ Müze olarak giriş yapmış, günümüz Türkçe diline okunuş şekli ile kullanılarak […]

Müzeler; İnsanlığın Gelişimsel Sürecini Sorgulayan Bilim Tapınaklarıdır…

Konuk Yazar: Jozef Naseh/Arkeolog…

Müze kelimesinin kültürel kökeni, eski Yunanca ve Latinceye dayanır. Bu dillerde ‘MOUSA’ olarak geçen kelime, sanat tanrıçası veya tanrısı anlamı taşır. Bu tanrıların bulunduğu mabede ‘MUSEİON’ denir. Bu sözcük, batı dillerinden Fransızcaya ‘MUSEE’ Müze olarak giriş yapmış, günümüz Türkçe diline okunuş şekli ile kullanılarak giriş yapmıştır.
Musalar, eski Yunan ve Latin Mitolojisinde ‘ilham perileri’ olarak algılanır. Felsefe ile uğraşan bazı bilim insanları, ‘MOUSA’ kelimesini Hz. Musa ile ilişkilendirir. Bu ilişkilendirmenin gerekçesini, birlikte yaşamın kurgulandığı yılların ilk toplumsal ahlak yasası olarak kabul edilen on emirin Hz. Musa tarafından tanrıdan ilham alarak insanlığa vermesi olarak gösterilir.
Her iki yaklaşımın kaynağında ‘ilham’ var. Yani insan düşünüsünün erdeme ulaşmak için tanrısal mekandan aldığı yönlendirmeler var. Bu yönlendirmeler, duygu ve düşüncenin sanatla buluşmasını sağladığı gibi, bilimsel anlamda ilerleyişini de sağlar. Bu ilerleyişini sağladığı mekanlar, mabet veya tapınaklar dediğimiz mekanlardır. Bu anlamda müzeleri tanımlarken, düşünüden eyleme geçen bireyin veya toplumların bilimsel ilerleyişini sağlayan mekanlar olarak, ‘Bilimin Sorgulayıcı Tapınakları’ olarak tanımladım.
O zaman Müzeleri, ‘insanlığın ortak mirası olan; bilim, tarih, kültür, sanat, anıt belge ve buna benzer eski eserlerin, insanlığın gelişimsel sürecine belgesel ve görsel olarak aktaran, korunması gerekli özel yapı, tarihi ve doğal sit alanları’ olarak tanımlayabiliriz. Öyle değil mi?
Müze kavramı, anlamını koruyarak kazandığı işlevsel yapı üzerinden tanımlanırlar. Örneğin, arkeolojik eserlerin sergilendiği alanlara ‘Arkeoloji Müzesi’, etnografik eserlerin sergilendiği alanlara ‘Etnoğrafya Müzesi’ denir. Bu anlamda dünyada ilk kurulan müze, 27 temmuz 1793 tarihinde kapılarını ziyaretçilere açan Paris’teki Louvre Müzesi’dir. Ülkemiz de ise müzecilik anlayışını ilk başlatan, Osman Hamdi’dir.
ANTAKYA’DA MÜZE KURULUŞ DÜŞÜNCESİ
Antakya ‘da Müze kuruluş düşüncesi, Fransızların Hatay’ı işgal yıllarına rastlar. Antakya ve çevresinin sosyal ve kültürel birikiminin bilincinde olan Fransızlar, arkeolojik kazıları 1932 yılında Antakya ve yakın çevresinde başlatırlar. Fransızların ardından, 1932 yılında, Amerika’nın New Jersey eyaletinin Princeton şehrinde kurulu bulunan bir araştırma & vakıf üniversitesi olan Princeton Üniversitesi, 1933 yılında Chicago Üniversitesi Oriental (Ortadoğu ) Araştırmaları Enstitüsü, 1936 yılında British Museum adına Sir Leonard Wolley tarafından arkeolojik kazılar yapılır.
1932 tarihinde başlayan ve 1939 Hatay’ın anavatana katılımına kadar süren arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılan eserlerin esas zenginliğini mozaikler oluşturur. Mozaiklerin çıkarılmasında en büyük çabayı Princeton Üniversitesi verir. Yapılan kazılar sonucunda bulunan arkeolojik eserlerin umulandan fazla olması, bu eserlerin bir yerde toplanıp korunması düşüncesini doğurmuştur. İşte bu düşünce ışığı altında bir müze yapımına başlanmıştır.
Fransızların, Hatay’ı işgal yıllarında başlatılan arkeolojik kazı ve araştırmaları, insanlığın gelişimsel sürecine bir katkı olarak yaptıklarını söylemek biraz zor. Gerçekte bu çalışmaların temelinde, Orta Doğu’nun yer altı ve üstü, sosyal ve kültürel zengin kaynaklarının paylaşılması düşüncesi yatar. Bunun en belirgin örneğini, aynı dönemde rastlanan süreçte; Suriye, Ürdün ve Mısır gibi ülkelerde yaptıkları arkeolojik kazı ve araştırmalardır. Bu konudaki öngörüm sizi yanıltmasın.
O dönemlerde Orta Doğu, Mezopotamya ve Mısır ülkelerinde, insanlığın gelişim sürecine büyük katsısı olan ve insan emeği ve düşünüsü ile oluşturdukları binlerce yıllık bir uygarlık birikiminin farkında değillerdi. Rönesans ve reform hareketleri ve ardından Fransız Devrimi sürecini yaşayan batı, insanlığın düşünü aşamasında, sanatın ve sanat eserlerinin, yetkin insan olma yolunda özgür aklın yolunu açan nesneler olduğunu kavramış, bu kavrayışla da bu sanat eserlerini üreten toplum veya toplulukların kök kültürlerini araştırmaya koyulmuşlardır. Sahip oldukları bu düşünsel devrimin izin, kökünün; Anadolu, Mezopotamya, Suriye ve Mısır topraklarında filizlenen uygarlıkta olduğunu keşfetmişler, bu amaçla arkeolojik kazı çalışmalarını bu coğrafyada başlatmışlardır. Batı uygarlığı, buralarda yaptığı arkeolojik çalışmalarla, sahip olduğu sosyal ve siyasal kültüre temel bulmuştur.
İşte bu temel düşünceden hareketle, bu coğrafyada elde etikleri eserlerden müzeler yaparak, insanlığın kök kültürünü ve sanatını, oluşturdukları özgür toplum bilincine yaymayı başarmışlar, geleceği bu temeller üzerine kurgulamışlardır.
ÖZELLİKLE ANTAKYA!
Özellikle Antakya ve yakın çevresinden topladıkları eserleri, bugün başta Amerika’da Princeton Üniversitesi Sanat Müzesi’nde, Worcester Müzesi (ABD), Paris Louvre Müzesi, British Museum’da ve Avrupa’nın birçok müzesinde sergilemektedirler. Hatay’ın 1939 yılında Anavatana katılmasından sonra, müzenin çevre duvarları yapılmış, 23 Temmuz 1948 yılında ziyaretçilere açılmıştır. Müzenin köprübaşına bakan kısmına, 1974 yılında iki katlı ek bir hizmet binası yapılmış, müzeye giriş bu binadan sağlanmıştır.
Zamanla, yapılan arkeolojik kazılardan çıkarılan eserlerin artış göstermesi ve müze deposunda bulanan eserlerin sergilemeye açılması düşüncesi ile yeni bir müze yapımına karar verilmiştir.
Yeni binanın temeli, 26 Mayıs 2011 yılında atılmış, 2013 yılında bina inşaatı tamamlanmıştır. Tamamlanan binada restorasyon ve sergileme çalışmaları yapılmış, 28 Aralık 2014 tarihinde, sergilemeleri tamamlanan salonların bir kısmı hizmete açılmıştı. 2 Mart 2019 Cumartesi günü, Kültür ve Turizm Bakanı, müzenin bütün sergileme alanları tamamlanmış olarak, ziyaretçilere müzemizin kapılarını açtı.
İnsanlığın gelişimsel sürecinde; bilimi, sanatı, kültürü, felsefeyi inançlarla yoğurup; bunu, yeme içme kültürüne nakış eden, her defasında insancıl, yeni bir yaşam sürecine dönüştüren ve bu süreci insanlığın ortak kültürel mirasına armağan eden Antakya’da kurulan bu Müze, adeta insanlığın gelişimsel sürecini sorgulayan kültür ve sanat mabedi gibidir.
Müzemizi tanıtırken, özellikle Mabet sözcüğünü kullandım. Çünkü mabetlerde, yüce yaratandan, insan aklının yetkinleşmesi ve erdemlerle bütünleşmesi, kardeşçe paylaşımcı bir yaşamın isteği dilenir. Bu dilek, insanlığın ortak erdemi değil midir? O halde şimdilik 43 bin yıllık bir uygarlık sürecini kesintisiz olarak bizlere sunan bu müze, insanlık mabedi değil midir?
Günümüz inanç ve kültürel alışkanlıklarımızı sorgulayarak geçmişe doğru iz sürdüğümüzde, tek tanrı inancın dışında sayısız inanç ve inanç kültürlerinin izine rastlarız. Bu izler bizi; ekmeğini, tuzunu ve suyunu kardeşçe paylaşan, bu yörenin erdemli insanlarına götürür. Her türlü ekonomik, sosyal, siyasal ve zorlu doğa koşullarına rağmen 43.000 yıl öncesinde bu topraklara ekilen toplumsal uzlaşı tohumları, değişim ve dönüşüm sürecini yaşayarak hala görkemli başaklar vermektedir.
MÜZELER…
Müzeler, anlamlarını koruyarak kazandığı işlevsel yapı üzerinden tanımlanırlar. Örneğin, arkeolojik eserlerin sergilendiği alanlara ‘Arkeoloji Müzesi’, etnografik eserlerin sergilendiği alanlara ‘Etnoğrafya Müzesi’ denmesi gibi. Bir de açık hava müzeleri var. Bu müzeler, genellikle antik yerleşim alanı içinde yer alan ve yerinde korunması gereken arkeolojik eserlerin bulunduğu alanlardır. Bu alanlarda arkeolojik kazılar yapılabildiği gibi, ileride yapılması düşünülen alanlar da olabilir. Genelde bu alanlar, arkeolojik sit alanı olarak tanımlanırlar. Örneğin Mustafa Kemal Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Sayın Hatice Pamir’in Antakya Hipodromun’da yaptığı kazı gibi.
HATAY MÜZELERİ…
İlimiz, müze çeşitliliği ve işlevsellik açısından ülke geneline göre çok zengin. Son yıllarda, Kültür ve Turizm Bakanlığı, ilimize çok önemli yatırımlar yapmıştır. Bu yatırımların ilimize kazandırılmasında eski Adalet Bakanımız Sayın Sadullah Ergin ve bir zamanlar Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı görevini üstlenen Milletvekilimiz Sayın Hüseyin Yayman’ın büyük emekleri var. Emekleri var olsun. Antakyalı bir arkeolog olarak, her ikisine de huzurunuzda sonsuz teşekkürlerimi sunarım.
Ülkemizin doğusundan batısına kadar birçok yerinde arkeolojik kazı ve yüzey araştırmalarında çalıştım. Taşınmaz kültür varlıların tespit, tescil, koruma ve restorasyonlarında yer aldım. Başta Antakya kenti olmak üzere, bir çok antik yerleşim alanlarında raportör olarak çalıştım. Kırk yıllık mesleki deneyimleri geride bırakmış biri olarak, bu konuda yapılan yatırımların yeri, planlaması ve kent ekonomisine olan katkısının sorgulamasını bir kenara bırakıp, bardağın dolu tarafına bakarak yapmak istiyorum.
Hatay Arkeoloji Müzesi, yapımı tamamlanmış, bütün salonları sergilemeye açılmıştır. Geçmişte yalnızca mozaikleri ile tanınan müzemiz, bugün 43.000 yılık kesintisiz bir tarihi sergileyen dünyanın ilk ve tek müzesidir. Ayrıca geçişte mozaik eserlerin niceliği, niteliği ve sayıca metre kare anlamında dünyanın 2. mozaik müzesi olarak anılırken, yeni yapılan Arkeoloji Müzesi ile aynı özelliğini koruyarak, yaklaşık 3500 metre kare sergileme alanı ile dünyanın en çok mozaik sergileme alanına sahip müzesine dönüşmüştür. Artık, dünyanın bir numaralı mozaik müzesiyiz. Müzemizin bu iki özelliği, insanlığın gelişim sürecine kültürel ve sosyal bir armağandır. Bununla ne kadar övünç duysak azdır.
Bununla övünç duymak yetmez! Aynı zamanda bunu toplumsal bilince yaymak ve bundan ekonomik kazanımlarımızın olması gerekir. Bu da ancak tanıtımla olur.
Antakya da, Hatay Arkeoloji Müzesi’nin dışında MÜZE OTEL kompleksi içinde yer alan bir arkeoloji müzesi daha var. Otel kompleksi içinde yer alan bu müzenin en büyük özelliği, yaklaşık 800 metre kare yekpare mozaik tablosunun diğer eserlerle birlikte bulunduğu yerlerde korunarak, restore edilip sergilemeye açılmasıdır. Bu anlamda dünyanın ilk ve tek arkeoloji müzesidir.
Hatay Arkeoloji Müzesi’nin denetiminde ve yönetiminde olacak olan bu müzeye henüz isim verilmedi. Olasılıkla, Müze Otel alanında arkeolojik kazı ve araştırma, restorasyon ve sergileme giderlerini karşılayan, kat mülkiyeti esası ile müze kapsama alanının mülkiyetini Kültür ve Turizm Bakanlığı’na devreden firma veya ortaklarının önereceği bir isim olabilir. Otel kompleksinin Temmuz ayının sonlarına doğru hizmete girmesi beklenirken, müze kısmının açılmasının biraz daha zaman alacağı söylenmektedir.
Hatay Etnografya Müzesi, eski Hatay Arkeoloji Müzesi’nin bulunduğu kapsama alanı içinde, müzenin genel mimari dokusu korunarak, salonlarında etnografik eserlerin sergileneceği bir müzeye dönüştürülüyor. Bu müzenin de sergilemeye açık olması, Haziran ayının sonu veya Temmuz ayının başlarına sarkabilir.
Bu Müzelerin dışında, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın yönetiminde ve denetiminde ziyaretçilere açık olan St. Piyer Mağara Kilisesi “Anıt Müze” kapsamında, Vespesyanus –Titus Tüneli “Arkeolojik Ören” yeri kapsamında olan müzeler bulunmaktadır.
Ayrıca Vilayet konağında, Hatay Valiliği’ne bağlı ‘HATAY DEVLET MÜZESİ’ , Gündüz Caddesi’nde Tarım Bakanlığı’na bağlı ‘TARIM MÜZESİ’ , Kurtuluş Caddesi üzerinde ‘HATAY AROMATİK BİTKİLER MÜZESİ’ bulunmaktadır.
Antakya’nın dışında, İskenderun’da, Türkiye’nin üçüncü deniz müzesi yer almaktadır.
Her ne kadar adı müze olarak geçmese de, bir müze niteliğinde olan, Diş Tabibi Sayın Şadi Asfuroğlu’nun düşünü ve emeği ile yıllarca çalışarak oluşturduğu ‘ANTİK CAM EVİ’ var.
Düşünü ötesi sanatsal eserlerle donanmış olan bu sanat evini, Antakya’nın yakın döneme kadar devam eden cam sanatının tanıtılması ve bu sanatın gelecek nesillere aktarılması açısından kamusal alan statüsüne taşınması gerektiğine inanıyorum.
BEKLENTİLERİMİZ…
Değerli okurlar, kitle iletişim araçlarının teknolojik arış göstermesi ve buna bağlı olarak küreselleşmenin getirdiği ekonomik baskılama, yerel kültürle beslenen tarihi kentlerimizin yaşam koşullarını ve yerel kültürünü değişime zorlamaktadır. Geçmiş yaşanmışlığın birlikte anımsanması ve sürdürülebilir düzeyde tutulabilmesi için yerel kültür belleğinin, ortak yaşamı kurgulayan toplumsal bilinçte sürekliliğini koruması zorunludur.
Bu yöntem, dünyada ve ülkemizde kent müzelerinin ortak yaşamsal alanda kuruluşu ile olanaklıdır.
Kentimizin 2300 yıllık ve biraz daha eskiye dayayan zengin yaşam kültürünün, bellek aktarımları ile günümüze kadar gelen yaşam kültürü, kimliğimiz olmasına rağmen, hala bunu belgeleyecek ve geleceğe aktaracak bir kent müzemiz yok. Bunun nedenlerini sorgulamadan, bugünden başlayarak, düşünü ve gönül birlikteliği ile Antakya kent kültürü belleğine ve müzesinin yapımına el ele vererek katkı ve katılım sağlamalıyız. Bu görev, öncelikli olarak Antakya Belediyesi’ne aittir. Bu beklentimizin gerçekleştirilmesi umudunu taşımak istiyorum. Bu müzenin olmayışı, birçok uygarlığa yol göstermiş olan bir kent için büyük bir eksikliktir.
İkinci bir eksiklik, Mutfak Müzesi! Bildiğim kadarı ile bu görevi Antakya halkı adına Antakya Ticaret ve Sanayi Odası üstlenmişti. Hatta bu konuda eski bir Antakya evi satın alınarak restore bile edilmişti. Sıra düzenleme ve sergileme sürecine girdiğinde, bu projenin yapımından vaz geçildi! Nedenini bilmiyorum! Nedeni ne olursa olsun, bir an evvel bu projenin hayata geçirilmesi gerekir. UNESCO tarafından dünya kültür mirasına bir armağan olarak sunulan ve ‘Gastronomi Kenti’ olarak tescil edilen bir ilde, bu müze, büyük bir eksiklik değil midir? Yanıtında hepimiz hem fikiriz, ama bu düşünceyi eyleme geçirecek ortak bir düşünceye sahip değiliz.
MUTLU BİR GELİŞME…
Geçenlerde yazılı basından okuduğum kadarıyla, ADALI Ailesine ait konak ve yanı başında bulunan Meclis Kültür ve Sanat Merkezi’ni, Hatay Valiliği’nin, ‘Hatay Devlet Müzesini’ oraya taşımak ve çeşitli sanatsal çalışmaların yapılacağı bir kültür ve sanat merkezine dönüştürmek amacı ile satın aldığını öğrendim. Yıllardır düşünüldüğü halde gerçekleştirilemeyen bu projenin hayata geçirilmesi, halk kültürünü koruma ve geliştirmesi açısından mutluluk ve onur duyduğum çok önemli bir gelişme. Umarın en kısa zamanda uygulamaya geçirilir. Tabi bu projenin hayata geçirilmesinde büyük emeği geçen Hatay Valisi Sayın Rahmi Doğan’a ve Milletvekilimiz Sayın Hüseyin Yayman’a sonsuz teşekkürler ederiz.
Değerli okurlar, müze zengini bir iliz. Bu zenginliğimizi önce toplumsal sonra da insanlığın gelişimsel sürecinin ortak bilincine aktarmamız gerekir. Bunun için düşünü ve eylem birliği ile bilgeliğimizin erdeminde, kardeşliğimizin gücünde, sevgimizin hoşgörü ışığı altında durmaksızın çalışmamız gerekir. Çünkü zaman bizi beklemez!
Değerli dostlar, bu müzelerin, düşünü aşamasından yapım ve bitim aşamasına kadar birçok politikacı, yönetici ve emekçinin katkıları oldu. Bunları bu sütunlarda tek tek sıralamak olanaksız. Hepsinin emeği var olsun. Allah onları, sevgisi ve merhameti ile ödüllendirsin. Müzeler Haftamız kutlu ve coşkulu olsun. Saygılarımla.

Exit mobile version