Dünyanın en büyük çarşısı ve en eski kapalı çarşılarından biri olan İstanbul Kapalıçarşı için söylenebilecek çok şey var… Hele ki binlerce dükkânı ve dünden bugüne korunan haliyle… Peki, bizim Kapalıçarşı’mız ne halde?
Her sene milyonlarca turisti ağırlayan İstanbul için Kapalıçarşı’nın önemini bilenler, bu Çarşı’nın bakımını da tanıtımını da en ön planda tutarlar. Mesela, el halıları ve mücevheratın en iyi örnekleri buradadır. Bugün, dünden kalan yorgancılar, terlikçiler, fesçiler gibi meslek grupları sadece sokak ismi olarak kalmış
olsa da, hala görkemli bir İstanbul örneğini bünyesinde yaşatır. Hatta batılı yazarlar, seyahatname ve anılarında Kapalıçarşı’ya geniş yer ayırırlar. Peki, Antakya? Kendi Kapalıçarşı örneğinde duran Uzun Çarşı’sı için Antakya ne durumda? Aslında, kötü durumda… Yarım bırakılmış restorasyonu, görev bölüşümü yapamayan yerel idareciler arasında sıkışmış durumu ve giderek düzensizleşen iç yapısı nedeniyle, kötü durumda…
Bugün, ‘marka’ bir kentin ‘marka’ çarşısı olması gereken bir yerin ‘Ayakkabıcılar’ kolundan girdiğinizde sizi
bir peynirci karşılayabiliyor! Ya da Peynircilerin ve Künefecilerin olduğu yerde karşınıza tekstil satan dükkânlar çıkabiliyor. Çarşı’nın kapalı olma haline eklenen çatısı ise bu ‘kötü’ durumun en ‘kötü’ parçası… Bir dükkân sahibinin dedikleri, eldekine dair o yüzden: “Bizim en büyük sorunumuz, ‘yaparız, ederiz, hallederiz’ diyenlerin çokluğu.
Bir de bunları tekrar edip duranları alkışlayanların kalabalığı. Neyi alkışlıyoruz sahi? Alkışlanacak değil, ağlanacak bir halimiz var. Ama kimse korkusundan bir şey diyemiyor. Belki de kimse bizi yönetenlerle kötü olmak istemiyor.”
Tamer Yazar