Öyle günler geçirmekteyiz ki, fırtına gibi. Ülke gündeminin hızına yetişebilmek mümkün değil. Yaklaşık 1 ay kadar öncesinde “Yeni Anayasa” tartışmaları başladı. Sonrasında Reform Paketi, Gergerlioğlu’nun Milletvekilliğinin düşürülmesi, HDP’ye kapatma davası açılması, İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılması, Gezi Parkı’nın hukuksuzca İBB’den alınması, döviz kuru hareketi derken, kazan iyice kaynadı.
1) Sığ tartışmalar ülkeyi yoruyor
Sığ tartışmalar ülkemizi yoruyor, enerjimizi boşa harcıyor. Bunlara birkaç örnek vermek gerekirse… Yaklaşık 2 yıl önce, bir “S-400” tartışması aldı başını gitti. Televizyonlar, günlerce “S-400” meselesini konuştu, ülkemizin bunlara ne kadar çok ihtiyacı olduğundan bahsedildi. Yaklaşık 2.5 milyar dolar ödeme yapıldığı bilgimiz var. Fakat sonuç ne oldu? Koca bir hüsran. Bir tane S-400 bataryasını kuramadık ve üstüne üstlük, ABD yaptırımları ile karşılaştık. Parasını ödediğimiz halde F-35 savaş uçağı programından çıkarıldık ve bu programda ciddi haksızlığa uğradık. Yani böyle bir sürece girmemiz, görünende ülkemize bir kazanç sağlamadı, kayıp yarattı.
Aynı şekilde, bir doğal gaz rezervi bulunduğundan söz edildi. Günlerce doğal gaz rezervi tartışıldı. Fakat bu konuyla ilgili de ortada somut hiçbir durum, yol haritası bulunmamakta.
Bu ve benzeri sığ tartışmalar ülkemizi yoruyor, bir kazanım yaratmıyor.
2) “Yeni Anayasa” başlığı
Anayasa, normlar hiyerarşisinde en üst sırada bulunur. Yani Anayasa; tüm kanunların, tüzüklerin, yönetmeliklerin üstünde yer alır, kuralların çerçevesini çizer. Bu denli önemli bir metindir.
Mevcut anayasamız, darbe anayasası ürünü olsa da, ciddi değişiklikler geçirdi. Fakat bundan da “yeni bir anayasa ihtiyacımız yok, mevcut anayasamız harika” sonucu çıkarılmamalı. Mevcut anayasamız, “iyi olmasa da durumu idare ediyor” diyebiliriz. Daha öncesinde yeni anayasa çalışmaları yapıldı, yazım komisyonu dahi oluşturuldu. Bir arpa boyu yol alınamadı. Bugün de bir konsensüs ile yeni bir anayasa yapılamayacağı, bu çalışmanın ülkemizin şu anki asli ihtiyaçlarından uzak olduğu aşikardır. Bundan ötürü böyle bir tartışma, yersizdir ve zamansızdır. Anayasa için evvela uygun bir zemin ve ortam olmalı, tünelin ucunda ışık görülebilmeli. Tünelin ucundaki ışığı görmeden ve daha önce denenmiş, başarısız olmuş bir süreci tekrarlamak kimseye fayda getirmez.
Yeni anayasaya gelene kadar düzeltilmesi gereken onlarca mevzuat varken, yeni anayasa yazılması çabasını yersiz bir adım olarak nitelendirmekteyim.
3) Açıklanan Reform Paketleri
20 ayda 4 Merkez Bankası Başkanı değişti. Bağımsız olması gereken Merkez Bankası’nın kurumsal yapısı zedelendi ve ülke ekonomimiz bundan olumsuz etkilendi.
Birbiri ardına ekonomi ve reform paketleri açıklandı. Fakat diğer yandan da, Anayasa Mahkemesi’nde bir gün bile geçirmemiş Başsavcı, direkt olarak Anayasa Mahkemesi üyeliğine getirildi. Hukuk ve Yargıtay’ın teamülleri yerle bir edildi. Enis Berberoğlu’na yapılan hukuksuzluklar, Osman Kavala’nın haksız tutukluluğu devam etti.
Açıklanan reform paketleri ile uygulamalar birbiriyle uyum sağlamayınca, istenen sonuçlara ulaşılamadı. Oysaki açıklanan reform paketlerindeki hususlar uygulanabilseydi yahut uygulanabileceğine dair güven verici adımlar atılabilseydi, bugün eminim son derece pozitif bir şekilde ileriye bakabilecektik.
4) Gezi Parkı’nın İBB’den hukuksuz olarak geri alınması ve devamı
Aslında ülkemizdeki karamsar tablonun sebeplerinden biri de, her an her şeyin olabilme potansiyelidir. Bir gece bir bakıyorsunuz, yıllardır İBB’de olan Gezi Parkı, sebebi anlaşılamayacak bir şekilde İBB’den alınıp bir vakfa devrediliyor. Sabah bir kalkıyorsunuz, kadına şiddetle mücadele konusunda çok önemli bir mevzuat olan, uluslararası bir anlaşma niteliğindeki İstanbul Sözleşmesi kaldırılıyor. Bu kararlar, kamuoyu ile istişare edilmiyor ve ortada hiçbir somut veri yokken alınabiliyor. Mesela İstanbul Sözleşmesi, günlerce tartışıldı ve hala tartışılmakta. Belki bu kararın gerekçeleri öncesinden kamuoyuna izah edilse ve kamuoyu önünde bu mevzuatın artıları eksileri tartışılsa, insanların tepkileri daha farklı olurdu. Fakat bir anda böyle bir karar ile karşılaşılması, “amaç nedir” sorusunu ortaya çıkartıyor.
5) HDP ve Gergerlioğlu meselesi
Herkesin siyasi görüşleri farklıdır. İnsanın olduğu yerde farklı fikirlerin olması da gayet doğaldır. Demokrasilerin temelinde de siyasi partilerin yer aldığı herkesin malumudur. Bir siyasi partinin kapatılması, “son son son” çare olmalıdır. Çok olağanüstü durumlarda bu yola gidilmelidir.
HDP’nin kapatılması durumunda, bunun ülkemize hiçbir fayda getirmeyeceğine inanıyorum. Bugüne kadar Türkiye’de çokça siyasi parti kapatıldı. Fakat bir parti kapatılıyor, ertesi gün yenisi kuruluyor. Mühim olan, seçmenin ikna edilmesidir. Bir partinin masa başında kapatılması ya da kurulması, hiçbir anlam ifade etmemektedir.
Gergerlioğlu ve Berberoğlu meselesine ilkesel açıdan bakmak gerekir. Yasama dokunulmazlığı, bizim de Anayasamızda kabul ettiğimiz bir ilke. Ayrıca bu konuda teamüllerimiz de oturmuş durumdadır. Milletvekillerinin yasama dokunulmazlıkların korunması gerekir. Aksi halde, milletvekili dahi ifade hürriyetini özgür bir şekilde kullanamaz, “yarın bir gün muhalif bir görüş ileri sürdüm diye ben de hapse atılır mıyım” endişesi taşıyarak görüşlerini korkusuzca ifade edemez.
Ayrıca şu iki hususu da ifade etmek gerek… Berberoğlu, duruşma salonunda geldi ve karar açıklandığında, mahkemece “kaçma durumun olabilir” denilerek tutuklandı (sonrasında tahliye edildi). Hür iradesi ile duruşmaya gelen kişiye nasıl oluyor da, “ben sana yüksek ceza verdim, gel seni tutuklayım” denilebilir? Bu, son derece hukuksuz bir yorum idi. Aynı şekilde Gergerlioğlu da Meclis’te yaka paça gözaltına alındı. Bunlar hoş görüntüler değil. Demokrasimize zarar veriyor.
Sonuç
Acilen kutuplaşmayı azaltmalıdır. Yurttaşların ifade özgürlüğünün teminat altına alındığı, somut adımlarla kamuoyuna iletilmeli ve siyasilerin agresif keskin üslupları düşürülmelidir. Aksi halde bu durum yurttaşlara da yansıyor. Gerginlik kimseye fayda vermiyor.
YORUMLAR