Teknoloji, fark etmekte zorladığımız, akıl almaz bir hızla ilerliyor. Yapay zeka, çok ciddi boyutlara ulaştı. Yapay zeka ile robotların entegrasyonu konusunda çalışmalar sürüyor. Robotlar, insanların yerini alma noktasına gelebilecek.
Yapay zeka marifetiyle robotlar; doktorların, savcıların, avukatların, hakimlerin ve daha birçok meslek dalının yerini de alabilecek. Tartışılan, ne kadar alana girebileceği noktasındadır.
Tabi yapay zekanın hayatımıza girebilmesinin temel noktası, teknolojidir, yani verilerdir. Gezindiğimiz alışveriş siteleri, incelediğimiz ürünler, hepsi sanal ortamda kaydediliyor. Bunların hepsi yapay zekanın temel noktası, veriler ile başlıyor.
Veriler, her alanda kullanılıyor. Seçimlerde seçmenin oy tercihlerinin önceden tahmin edilmesi ve bundan yola çıkarak seçmenin manipüle edilmesinde de. Spor müsabakalarında, analizlerde ve oyuncu seçimlerinde de.
Hatta bu sürecin nereye doğru evrilebileceği ile ilgili beyin jimnastiği yapmak isteyen, mutlaka Netflix’teki Black Mirror yapımındaki bölümleri izlemelidirler. Dünya, farklı bir sürece hızla ilerlemekte. Artık Google’daki aramalarımızla bile ne hastalığımız olduğu teşhis edilip, gerekli tedavi önermeleri gelebilecek durumdayız. Normal şartlarda şikayetler birkaç gün sürdüğünde doktora gidip, hastalık teşhis edilecektir. Fakat algoritmalar devreye girdiğinde ve Google’a yazılan semptomlar incelendiğinde, yapay zeka, “X kişine … hastalığı olabilir” teşhisi koyabilecektir.
Yapay zeka ve algoritmaların, bir işsiz kesim oluşturabileceği öngörülmekte. Talepleri girdiğinizde size bir boşanma protokolü sunabilen algoritma varken, taraflar neden avukat tutsun? Bilgiler girildiğinde süreci analiz eden bir yapay zeka varken, devlet neden hakim ve savcı istihdam etsin? İnsansız araçlar varken, şoföre ne hacet? Dikiş atabilen ve ilaç verebilen robotlar varken, sağlık personellerine ne gerek var? Bu ve benzeri yüzlerce alan mevcuttur.
Angelina Jolie, genetik test yaptırarak, tehlikeli bir gen taşıdığını ve bunun tehlikeli bir hastalığa ilerleyen yıllarda neden olabileceğini öğrenmiştir. 2013’te göğüslerini aldırmıştır ve bu şekilde riski ortadan kaldırmıştır. Artık tükürük, kan gibi verilerinizi şirketlere gönderdiğinizde, sizin genetik haritanız online ortamda size ulaştırılıyor. Muhtemel sağlık sorunları kişilere iletiliyor. Tıp ve teknolojinin ve algoritmaların geldiği noktalardan birine örnektir bu.
Yapay zeka, artık bizim Netflix’te ne izleyeceğimize, neler hoşlanıp nelerden hoşlanmadığımıza da karar veriyor. İnstagram, ilgili alanlarımıza ve hoşumuza giden şeylere göre, bize keşfetten profil ve gönderi tavsiye ediyor. İnternetten kitap sipariş ederken oradaki yapay zeka da “sen şu alanlardaki şu kitapları sevebilirsin” diye kişiyi yönlendiriyor. Facebook’un, 300 like yapan bir profildeki algoritmaları ile kişiye %100’e yakın tanıyabildiği iddia edilmekte. Ne kadar çok like, algoritmanın sizi o kadar iyi tanıması demektir.
Daha çok artan e-kitaplarda da, kişinin hangi cümlelerin altını çizdiği, hangi bölümleri hızlı geçtiği, hangi sayfalar kaydettiğine göre kişiye kitap tavsiye edebiliyor.
Siri ve benzeri asistanlar, yapay zekanın geldiği müthiş noktaları göstermekte.
Artık bu topluluğa alıştık. İnternet bağlantımız kesildiğinde, kendimizi uzaylı gibi hisseder olduk. Her an elimizde online mesajlaşma programları, son dakika haberler, e-mailler mevcut.
Şirketler, bu verileri kullanarak müthiş paralar kazanabilmekte. Tıp, sağlıklı insanı “daha iyi bir hafıza, zeka, üstün yetenekler” gibi alanlarda geliştirebilmeyi vaat ederek büyük paralar kazanabilecek noktaya geliyor. Siyasi analiz şirketleri, sosyal medya verileri ile kişilerin eğilimlerini tespit edebiliyor ve yönlendirdiği propagandalar ile kişilerin siyasi tercihlerini değiştirebiliyor. Bu konuda Cambridge Analitica adlı belgeseli izlemenizi tavsiye ederim.
Dikkat ederseniz, artık siyaset, online ortamlar üzerinden yapılıyor. Bir konuşma, anında milyonlara ulaştırılabiliyor.
Artık yeni dünyada amaç, datalardır, yani verilerdir. Yoksa hiçbir reklam geliri almayan Whatsapp’ın 19 milyar Dolar’a satılması nasıl açıklanabilir ki?
Online’da ne kadar süre geçirirsek ve ne kadar aktif olursak, sistem için bu durum o kadar iyidir. Hümanizim “duygulara kulak verin” der, dataizm “algoritamaları dinleyin” der. Bu konuda da yine Netflix’te yer alan “Sosyal İkilem” adlı belgeselin izlenmesini tavsiye ederim.
Bu yazı, Yuval Noah Harari’nin “Homo Deus” adlı kitabının son bölümünden esinlenerek yazılmış, bölümleri yorumlanmıştır. “Nereye Gidiyoruz” başlığı üzerine düşünmekte fayda vardır.
YORUMLAR