Pablo Neruda, ölümünden üç gün öncesine kadar yazdığı “Yaşadığımı İtiraf Ediyorum” adlı anılar kitabında, “Benim hayatım, bütün hayatlardan oluşmuş bir hayattır. Bir şair hayatıdır.” der. Yalnızca bize armağan ettiği ölümsüz şiirleriyle değil, yaşamıyla, kavgasıyla, özlemleri ve umutlarıyla 20. yüzyılın en büyük şairlerinden biri sayılan Neruda, aynı yapıtında şunları söyler: “Ben kendi ülkemde yaşamalıyım. Ona ayaklarım, ellerim ve kulaklarımla dokunmadan, sularını ve gölgelerini hissetmeden, köklerim çamurun içinde besleyici özü aramadan yaşayamam ben.”
Neruda, Şili’nin bir parçasıydı. Şili halkının çok sevdiği, bağrına bastığı bu edebiyat insanı ülkesinin onlarca yıl çektiği eziyet ve baskıyı birçok şiirinde konu edindi. On binlerin, yüzbinlerin karşısında okudu şiirlerini, halkına kucak kucak dağıttı; dizeleriyle ülkesinin sesini, kültürel zenginliğini dünyanın dört bir yanına taşıdı. Şiirin bir yaşama, yaşamın bir şiire nasıl dönüştüğünü gösterdi: “Şili ormanını tanımayan, bu dünyayı da tanımıyor demektir… İşte bu dünyadan, bu sessizlikten çıktım yola ben… Dünya için şarkılar söylemeye.”
Neruda, 1904’te Şili’de demiryolu işçisi bir baba ve öğretmen bir annenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Annesini çok küçükken kaybetti. Çocukluğu yokluk, yoksunluklarla geçti. Yaşamının uzun yıllarını Birmanya, Çin, Siyam, Japonya ve Hindistan’da konsolos olarak geçirdi. İspanya İç Savaşı ve García Lorca’nın öldürülmesi onu çok etkiledi. Bu olaylar, önce İspanya sonra da Fransa’da Cumhuriyetçi harekete katılmasına neden oldu. 1943’te Şili’ye dönen Neruda, 1945’te senatör seçildi ve Şili Komünist Partisi’ne katıldı. Ülkesindeki ve İspanya’daki faşizme karşı büyük bir siyasi duruş sergiledi. 1971’de Nobel Edebiyat Ödülü’nü aldı. Hayatı boyunca ülkesine birazcık olsun eşitlik gelsin diye fakirliğin kökünden kaldırılmasını başarmanın hayalini kurdu ve bunun için savaştı.
“Şiir yazmak bir barış eylemidir. Şair, barıştan doğar. Ekmeğin undan yapılması gibi.” diyen Neruda, yaşamını 23 Eylül 1973’de, Pinochet cuntasının dostu Salvador Allende’yi öldürmesinden 12 gün sonra, Şili’de noktaladı. Neruda, 11 Eylül sabahı Allende’nin en son konuşmasını radyodan dinlerken, Pinochet’in askerleri cumhurbaşkanlığı sarayına tanklarla saldırmaktaydı. Bütün Şili eve hapsedilmiş, Neruda’nın evini de askerler çevirmişti. Şehirle bağlantıları kesilmiş, dostları ya kaçmış ya da tutuklanmıştı. Neruda üç yıldır rahatsızdı. Doktorları kansere yakalandığını sadece eşine açıklamıştı. Allende’nin ölüm haberinden birkaç gün sonra ağırlaşan şair hastaneye kaldırıldı. İnsanüstü bir güce sahip olan Neruda, dostunun katledilmesiyle moralini yitirmiş, çökmüştü. Hastanede her şey altüsttü. Antibiyorik yoktu. Hastabakacılar yetersizdi. Dahası, herkes korku içindeydi. Halkın mutluluğu, eşitlik ve adaletin hüküm sürdüğü bir hayat beklentisi yok ediliyordu. Sonunda, Meksika büyükelçisi, Başkan Echeverria’dan bir öneri getirdi. Neruda’yı özel uçağıyla Şili’den aldıracaktı. Neruda’nın arabasına el konmuş, şoförü tutuklanmış, Santiago’daki evi yağma edilmişti. Şair ülkesinden ayrılmak istemedi. Onun dostu Şili halkıydı. Cenazesinin peşinden, çoğu işçi, on binler yürüdü. Gerilmiş yüzlerde öfke ve acı okunuyordu. İnsanlar, “Pablo Neruda yaşıyor!” diye haykırıyordu.
Kitapları dilimize en çok aktarılan şairlerden Neruda, “Kuşlar Sanatı” adlı kitabında Şili’de en yaygın rastlanan kuşlara tek tek övgüler yazar, dünya şiirinde eşi görülmemiş bir şiir deneyimi ile buluşturur okuru.
KIRMIZI GÖĞÜSLÜ ÇAYIRKUŞU
Neden gösteriyorsun her gün
bana kanlı yüreğini?
Hangi suç göğsündeki,
hangi çıkmaz kan öpücüğü,
hangi avcı atışı?
Neden koşuyor, arıyor, yanıyorsun
şu kınalı göğsünle
telaşsız ve korkusuz bakarak,
bakarak insanların gözlerine?
Bir yargıçsa aradığın,
neden sıvışıyorsun
soğuk gözlerin, sert kanatlarınla
bir başka yol işaretine
kalbinin yeniden ışıdığı
kanlı güneşte?
YORUMLAR