Nilgün Marmara Ve Yalnızlaşan Hece

İnsanı yoran bir bulanıklık bu… Er ya da geç savuran hatta yağmalayan, Dizeleri hecesinden ayıran bir boşluk bu… Zamana yeni anlamlar yükleyen ve yaşamın ritmine çöken yalnızlık Çünkü hissin, yaşamla ilişkili olduğuna dair ipuçları var şairin… Doğanın, yaşam sevincinin, geç kalmışlığın… Anlaşılmanın en temel yolu ya da anlaşılmamanın dayanılmaz ağırlığı gibi Yaşamanın sesle ilişkili olduğuna […]

İnsanı yoran bir bulanıklık bu…

Er ya da geç savuran hatta yağmalayan,

Dizeleri hecesinden ayıran bir boşluk bu…

Zamana yeni anlamlar yükleyen ve yaşamın ritmine çöken yalnızlık

Çünkü hissin, yaşamla ilişkili olduğuna dair ipuçları var şairin…

Doğanın, yaşam sevincinin, geç kalmışlığın…

Anlaşılmanın en temel yolu ya da anlaşılmamanın dayanılmaz ağırlığı gibi

Yaşamanın sesle ilişkili olduğuna dair sezgisi var…

“Yine de zaman kedisi

Pençesi ensemde, üzünç kemiğimden çekerken beni kendi göğüne,

bir kahkaha bölüyor dokusunu düşler marketinin…”

Hepimiz yuvarladığımız çağın altında kalıyoruz belki…

Kaskatı kesilmiş bir çemberin dip noktası…

Sert bir kayanın içinde sıkışmış canlı ya da hayata tahammül etmeye çalışan bir dize…

Nilgün Marmara çağının kırılmalarıyla ilgili daha çok…

Yalnızlaşmanın ve bilhassa ötekileşmenin durumuyla ilgili…

Ama şair, yaşadığı dönemle birlikte, kendiyle de ilgili…

“Erken vazgeçişlerim vardı benim

Seninse erken tükenişlerin

Ve gece uygun değildi beklemeye yine de bekledim…”

Bu yaşamda kimseye yük olmamak,

Kendini şiirde ve hecede bulmak,

Bir yolculukta,

Bir göçmen telaşıyla, içi hüzün dolu bir boşlukta…

Belki de eril toplum tarafından çizilmiş bu kaba sınırlara bir çeşit dokunmayla…

“Bir şeyden kaçıyorum bir şeyden,

kendimi bulamıyorum

Dönüp kendime yerleşemiyorum,

Belki bizi bizden arakladılar

Belki her pencere yarı solgun bir boşluğa açılıyordu

Belki bu yalnızlık düşlerin omuzlarına yüklenmiş kırılgan bir ruhu çağırıyordu…

Ne dersin şair?

Mavinin ve ışığın rengini…

“Çünkü saldırgan olandan kopmuştur o,

Uykusunu bölen derin arzudan…”

Bir insan ölümü nasıl taşır hele gencecik yaşında neden sırtlar?

Gücenmişlik,

Belki uslanmaz bir yorgunluk

Ama bir şair ölümü neden sırtlar?

“Şimdi’nin bedeni yok,

Yontuyor geçmiş bilgisiyle

Gelecek belki olur diye taşı…”

Bir şair daha ne kadar haykırabilir?

Bir kadın…

Kırıklarını toplamak isterken daha kaç heceyi yüceltir?

Belki bizi bizden arakladılar

Belki her pencere bir boşluğa açılıyordu

Ama yinede aklım almıyor işte…

Kaynakça: siir.gen.tr, Sanatkaravani.com

Exit mobile version