Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

Ödülü sevgi olan Mimar Vilyam Azaroğlu…

Mimar Jülyet Julide Naseh’in

Mimar Jülyet Julide Naseh’in kaleminden

Antakya mimarisi, 19. YY. son çeyreğinden sonra, kent kültürünün temeli olan Helen, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı kültüründen esinlenerek yeniden yapılaşma sürecine girmiştir. Bir de buna coğrafi koşulları eklersek, tipik Akdeniz mimarisinin ürünleri olarak ortaya çıkar. Birçok bilim adamı, eski Antakya evlerine “Fransız Mimari” özelliği katar. Bu düşünce kısmen doğrudur. Evet! Benzeş mimariyi Fransızlar da kullanmıştır! Çünkü onlar da Akdenizlidir ve aynı kültür sürecinden geçmişlerdir. Bir farkla! İspanya’da, Endülüs İslam mimarisinin dışında, İslam mimarisini uygulama şansları olmamıştır! Oysa Antakya eski kent dokusunda, dinsel ve sivil mimari örneklerinin, birbirinin benzeşi ve ayni imar adasında birlikte yer almamaları ve bunun sonucunda Antakyalıların yaşam kültürlerini birlikte geliştirmeleri, yeni mimari tasarımlara büyük zenginlik katmıştır.
1960 yılların başlarına kadar taşıdığımız bu mimari geleneği, betonu keşfetme süreciyle birlikte değiştirmeye başladık. Bu değişimin öncülerinden biri, ilk mimarlarımızdan, hemşerimiz Vilyam Azaroğlu’dur.
1960’larda, 1990 yılarına kadar süren Vilyam Azaroğlu ekolü, kentsel dönüşüm yasasıyla, tarihteki yerini almaya hazırlanıyor. Gelin, bu süreci, Antakya kent mimarisine bir zamanlar damgasını vuran Vilyam Azaroğlu’dan dinleyelim…

Vilyam Bey, yaşam öykünüzden biraz bahseder misiniz?
1927 yılında Antakya da doğdum. Vedat ve diş tabibi olan abim de bu evde doğdu. Doğduğumuz ev, şimdi Katolik kilisesi olarak kullanılıyor. Yedi yaşındayken, Fransız kapusen rahiplerinin okulu olan, St. Pol ve St. Pieere İlkokulu’na başladım. On bir yaşındayken bu okuldan mezun oldum. Bu okulun adı, Hatay’ın anavatana katılma süreci ile birlikte Gazipaşa İlkokulu olarak değiştirildi. Ne zaman olduğunu hatırlamıyorum, daha sonra bu okul da yıkıldı. Yerine İşhanı yapıldı. Yapılan İşhanı’nın da adı Gazipaşa İşhanı oldu.

İlkokulu bitirdikten sonra eğitiminize nerede devam ettiniz?
İlk okulu bitirdikten sonra, babam İskender Azar ve annem Polina, beni Beyrut’a götürüp, ‘’College Segosse‘’ye kaydımı yaptırdı. Orada yatılı okudum. Eğitim dilimiz, Antakya’da olduğu gibi Fransızca ve Arapçaydı. Beyrut da koleji bitirdikten sonra, üniversiteyi okumak üzere Paris ‘e gittim. Paris’te, ‘’Ekol de Soperion Art” Üniversitesi Mimarlık Bölümü’ne kaydımı yaptırdım. Dört yıl sonra bu üniversiteden mezun oldum. Şehircilik konusunda bilgi ve deneyimimi artırmak için İsviçre’ye gittim. Bir taraftan şehircilik üzerine eğitim alırken, diğer taraftan heykeltıraşlık yeteneğimi keşfettim. Birçok heykel yaptım. Ne yazık ki onları Antakya’ya getirme olanağım olmadığı için, orda sattım. Mesleki deneyimimi geliştirmek için mimarlık ve şehircilik bürolarında, ki o zamanlar birlikte çalışıyorlardı, kısa bir zaman çalıştıktan sonra memleketime hizmet amacıyla 1956 yılında Antakya’ya geri döndüm.

Antakya ‘da ilk projenizi nerede uyguladınız?
İyi bir noktaya değindiniz! Ben, Antakya’ya geldiğimde Türkçe bilmiyordum! Çünkü hep Fransız okullarında eğitim gördüm. Bildiğim lisanlar; Fransızca, Arapça ve İngilizceydi. Bu yüzden yalnızca Türkçe konuşan çevremle ilişkilerde zorluklar çektim. Türkçe öğrenene kadar, bu sorunu bir tercümanla çözdüm. Size komik gelebilir, ama başka çarem yoktu!
İlk müşterim, babamın arkadaşı ve aile dostumuz Av. Ahmet Rıza Eryılmaz Bey’di. Babamla Ahmet Bey, Şehir Kulübünde briç oynarken, Ahmet Bey’e, ‘’Benim oğlan mimar oldu. Şuna bir bina yaptıralım‘’ dedi. Bunun üzerine Ahmet Bey beni çağırdı, “Vilyam Bey, benim Lafutta (şimdiki Durmuş Debboğlu Camii’nin bitişiğinde olan gezi apt. yeri) bir arsam var, oraya bir villa yaptırmak istiyorum’’ dedi. Ben de “olur” dedim. Antakya’daki ilk projem ve uygulamam bu bina oldu. Projem, Akdeniz mimarisinin bütün özelliklerini taşıyordu. Genişçe pencereleri, balkonu ve bahçesi vardı. İlk defa alafranga tuvaleti burada kullandım. O kadar ilgi çekti ki, yapım sırasında çok sayıda ziyaretçi alafranga tuvaleti görmek için binayı ziyaret etti. Bu ilgi beni çok şaşırtmıştı.
Balkonlarını çok geniş yaptım. Çünkü bizim; sabah kahvaltısı, kahve içme, komşularla birlikte avluda oturma gibi bir iç avlu kültürümüz vardı. Bu kültürün sürmesi için balkonları çok geniş yaptım. Bunu diğer yapılarda da uyguladım. Yakın dönemde bu villa yıkıldı, yerine bir bina yapıldı. İlk eserim olduğu için yıkımını izleyemedim. Sonra kendi kendime, “Benden önceki mimarların eserleri de yıkıldı. Yerine yenileri yapıldı. Ama biz, onların varlığını tarihi kaynaklardan öğreniyoruz’’ dedim.

Vilyam Bey, sanıyorum Antakya da ilk 4 veya 5 katlı binayı siz yaptınız! Değil mi?
Evet, doğru söylüyorsunuz. Benim ikinci yaptığım bina, Hatay Özel İdaresi’nin (şimdiki Yatırımlar ve İzleme Daire Başkanlığı ) karşısında bulunan yeşil apartmanın, önce iki katlı projesini çizdim. Ama temelini 5 kata göre attım. İlk iki katını çıktıktan sonra, Antakya Belediyesi’nden beş kat çıkma iznini istedim. Belediye, Antakya da en fazla iki kat izinin olduğunu söyledi ve bana izin vermedi! Ben de İmar Bakanlığı’na, beş kat çıkma izni için başvurdum. Bakanlık, kent nüfusunun artış gösterebileceği öngörüsüyle, bana beş kat çıkma iznini verdi. Böylece Antakya da çok katlı ilk binayı yapmış oldum. Daha sonra emsal alınarak, bütün mahalleye beş kat çıkma iznini verdiler. Böylece bir ilke daha imza atmış oldum.

Ben, sizin, çok sayıda bina yaptığınızı biliyorum. Şimdiye kadar kaç bina yaptınız?
Bak güzel kızım Jülyet… Sen daha çiçeği burnunda mimarsın. Seksen yedi yaşındaki bir mimara çok zor bir soru sordun! ‘Bunların sayılarını bilmiyorum’ desem inanır mısın? Ama yaklaşık bir rakam vermem gerekirse, iki yüze yakın proje çizdim. Bunların büyük bir kısmını Antakya, diğerlerini Samandağ, İskenderun, Arsuz, Reyhanlı ve ona yakın çiftlikler için çizdim.

Bunların içinden, severek ve özenerek çizdiğiniz projeleriniz hangileri?
Projelerim, çocuklarım gibidir. Hiç birini bir birinden ayrıt edemem. Çünkü çizdiğim her projenin ayrı bir anlamı ve anısı var. Ama bana en çok huzur veren projelerimden biri, şimdiki oturduğum çiçek apartmanıdır.
Atmış yaş ve üstündekiler belki hatırlar! Bu apartmanın yerinde çiçek kahvesi vardı. Asi Nehri, bu kahvenin hemen yanı başından geçerdi. Buraya aynı zamanda Dr. Basil Kahvesi de denirdi. Burası o zamanın Antakya’sının sosyal ve kültürel yaşantısının önemli bir mekanlarından biriydi. Sonra Asi Nehri’nin dönüş yatağı değiştirildi. Şimdi ki Armutlu Mahallesi’ni bizim mahalleye bağlayan yaya köprüsünün bulunduğu alana taşındı. Ben de, burada yaptığım binaya o mekanın adını verdim.
Diğer sevdiğim projem, Arsuz Oteli’dir. Türkiye, 1960’ların başında turizm sektörüyle henüz tanışmamıştı. Ama Hatay’da turizm çok canlıydı. Lübnan ve orta doğu ülkelerinden; Harbiye, Samandağ; Arsuz, Soğukoluk (şimdiki adı…), Atik Yaylası’na yazın birkaç aylık konaklamalar şeklinde turistler gelirdi. Bunların büyük bir çoğunluğu çok varlıklı ailelerdi. Aylık konaklama amacıyla gelen turistleri deniz kültürü ile tanıştırmak için Arsuz da bir otel yapmayı tasarladık. Arsuz Oteli’ni tasarlarken, Akdeniz mimari kültüründen esinlendim. Bu tasarımı yaparken bir yıl süreyle deniz suyunun sıcaklığını, rüzgarın akış hızını ve yönünü, güneşin doğuş yönünü ve dönüşümünü izledim. Çünkü o zamanların teknolojisiyle bu bilgilere ulaşmamız olanaksızdı! Bu verileri tespit ettikten sonra, Arsun Oteli Projesi’ni tasarladım ve uygulamasını sıkıca takip ettim. Lübnan’dan gelen, otelde konaklayan yakınlarımız, ‘’kendimizi evimizdeymiş gibi hissediyoruz ‘’ derledi bana. Herkes gibi bende bundan büyük bir mutluluk ve onur duyardım.

Sivil mimarlık örneklerinden başka projeler yaptınız mı?
Evet, tabi yaptım! Katolik Kilisesi’nin eski binası (Bu bina yıkıldı, yerine Vergi Dairesi yapıldı). Reyhanlı’da, rahmetli Fatih Muderris adına bir lise ve camii, Samandağ da Jan ve Suphi Beyluni Lisesi, Antakya’da ilk tarıma dayalı sanayi tesisi olan Hataş‘ın projelerini ve uygulamalarını ben yaptım.

Hıristiyan bir mimarın camii projesi çizmesi çok ilginç!
Antakya insanı, binlerce yıllık bir kültür birikimini hem yerleşik düzende hem de üzerinde taşıyarak yaşıyor. Bu kültürel birikimini alaşıma dönüştürmüş, ben de bu alaşımın içinde yoğrulmuş Antakyalı bir mimarım. Bizim, batılılardan çok önemli bir farkımız var! Bizler, İslami inancı ve kültürünü özümsemiş, bunu yaşam kültürümüzün bir parçası olarak algılamışız. Bu projeyi gerçekleştirmek bana büyük bir onur ve haz verdi. Mesleki yaşamımda yaptığım en doğru projedir.

Meslektaşlarınıza bir şeyler söylemek ister misiniz?
Bize tek bir mimar, Sinan yetmez! Yeni Mimar Sinan’lara gereksinmemiz var. Onun için, yaşadığımız toprakların mimari ve kültürel zenginliklerini çok iyi bilmelerini ve öğrenmeleri istiyorum. Biliyorum, onlarda bunu istiyorlar!

Çok teşekkür ederim zamanınızı aldım.
Asıl ben teşekkür ederim, bana zaman ayırdığınız için.