Ülkemiz yaklaşık iki yıldır OHAL ile yönetiliyor. Belleğimiz bizi yanıltmıyorsa, üç aylık süre için ilan edilen OHAL tam yedi kez uzatılmak suretiyle bugünlere gelindi.
Bu süreç içerisinde OHAL ortamında seçim yapılmaz diye, en yetkili ağızlardan sözler çıkmasına rağmen, Türkiye referandum ve Cumhurbaşkanlığı ile milletvekili genel seçimlerini OHAL uygulaması içerisinde geçirdi.
İçte ve dışta OHAL yönetiminin kalıcı bir şekle dönüştürülmemesi yolundaki yoğun eleştirilere karşın, bu böyle devam edip gitti.
Ta ki; 24 Haziran seçim çalışmalarına gelininceye kadar.
24 Haziran seçim çalışmaları sırasında, siyasi iktidar 24 Haziran’dan sonra OHAL’in kaldırılacağını ve şimdilik bir daha gündeme getirilmeyeceğini söyleyerek, kamuoyuna bir taahhütte bulundu.
İşte bu taahhüt sonucu da OHAL süresi bitmesi nedeniyle de bir daha uzatılmayacak. Ama ne olacak?…
OHAL kaldırılıyor ama yerine OHAL şartlarını bir ölçüde aratabilecek şekilde ve üç yıl süreli yeni bir yasa ile akla gelebilecek her türlü kısıtlamalar getiriliyor, yetkiler veriliyor.
Hani bir özdeyişimiz vardı: Ölümü gösterip sıtmaya razı etmek diye.
Bu özdeyişi bile aratacak yeni bir uygulama modeli ortaya konuluyor.
Başka bir anlatımla OHAL kalkıyor ama yerine Türk tipi OHAL konuluyor.
Komisyondaki konuşmaları, eleştirileri, yapılan tartışmaları okuduktan ve dinledikten sonra, ölümü gösterip sıtmaya razı etmek özdeyişinin, bu konu için maalesef doğru olmadığını anlamamak mümkün değildir.
Yasa ile getirilmek istenen kısıtlamalara, verilen yetkilere baktığımızda, hiçte iç açıcı, gelecek için umut verici hükümler içermediğini kolaylıkla anlamak mümkündür.
24 Haziran öncesinde yapılan propagandalarda, daha çok özgürlük, daha çok demokrasi, daha adil bir yargı, daha müreffeh bir Türkiye, daha az işsizlik, daha az gelecek endişesi vaat edildiği halde, geçen kısa süre içerisinde bu vaatlerin yaşama geçirilmesi için adımlar atılmadığı net bir şekilde görülmektedir.
Böylesi bir ortamda, OHAL’in kaldırılıp yerine TÜRK TİPİ OHAL uygulamasını yaşama geçirecek bir yasanın meclise sunulması oldukça dikkat çekicidir.
Daha çok demokrasi, daha çok özgürlük, daha çok yargı bağımsızlığı, daha çok çalışma huzur ve güvenliği beklenirken, şu veya bu nedenle bu beklentileri engelleyecek, öteleyecek, ya da kısıtlayacak yetkilerin yaşama geçirilmesini sağlayacak hükümlerin uygulamaya konmak istenmesini anlamak, savunmak ve izah etmek olanak dışıdır.
Bir asra yaklaşan Genç Türkiye Cumhuriyetinin, adım adım eksiksiz demokrasinin tüm kurum ve kuralları ile var olması için çaba sarf edildiği bir ortamda, ileriye gitme yerine, geriye gidişin ayak seslerinin duyulması hiçte umut verici değildir.
Bu nedenle yurttaşlarımız, umutsuz ve mutsuz bir ruh hali içine girme eğilimindedirler.
Yüzlerin gülmesi, ülkenin üzerindeki kara bulutların dağılabilmesi, aydınlığın ve güneşin Türkiye’yi çağdaş uygarlık düzeyi yolunda aydınlatması ve ısıtması, mutsuzluk duygularının mutluluğa, umutsuzluk havasının umuda dönüşmesi için herkesin kendine düşeni yapması gereklidir. Zira gelecek kuşaklara hesap verebilmek ve onlara mahcup olmamak için, bu sorumluluğu herkes idrak etmelidir.
Bir kez daha hatırlatıyoruz: Mutsuzluk ve umutsuzluk yaşamın en kötü olan duygularıdır. Bu nedenle kimsenin mutsuzluğa ve umutsuzluğa kapılmaması , mutlu ve umutlu bir ortam içerisinde yaşamaya müstahak olduğumuzu hatırdan uzak tutmaması gerekir….
YORUMLAR