Peki, bu fotoğraf o ‘çok şey’ mi?
Hemen yanı başında yükseltilen beton binanın kat kat gölgelediği ve hatta kat kat ezdiği eski bir Antakya evi burası… Çimento ile pansumanlanmış bedeni yok olmuş, geriye ise bölük pörçük bir hikâye kalmış…
Bu evlere dair konuşanlar, ‘niye’ sorusuna cevap verirken genelde benzer şeyler söyler… “Komşuluk ilişkileri var. Apartman hayatı gibi değil. Şurada herkes birbirini tanır. Birisine bir şey olduğu zaman, hepimiz aynı şeyi paylaşırız. Ama apartman hayatında o yok. Kimse kimseyi tanımıyor.”
Bu kenti benzerlerinden ayıran asıl şey ise daha çarpıcı bir detaya işaret eder… “Sünniler, Aleviler, Ortodoks ve Katolik Hıristiyanlar, Türkler ve az sayıda Yahudi, kentte uyum içerisinde ikamet eder. Farklı dinlerden ve etnik gruplardan insanların yaşadığı Prag, Kudüs, Krakow gibi kentlerde bu toplulukların yaşadıkları bölgeleri isimleriyle görmek mümkündür. Yahudi yerleşkesi (Jewish Quarter), Ermeni yerleşkesi (Armenian Quarter) gibi ifadelere Antakya’da rastlanılmaz.”
Dün’ün Antakya’sı adına söylenenlerden bugüne çok az şey kaldı. Söylenenlere ev sahipliği yapan evlerden çok azı kaldı. O yüzden sorular net… Kenti ikiye bölen Asi Nehri’nin doğusundaki bölge ile Habib-i Neccar (Silpius) Dağı arasında kalan alan içerisinde adeta sıkışan geleneksel Antakya evlerinin ne kadarını kurtardık? Peki ya ne kadarından vazgeçtik? Vazgeçtiklerimiz ne halde?
-Eldeki!
Bir dönem Hatay İl Emniyet Müdürlüğü kontrollünde, kente gelen mülteci konumundaki yabancılar için kullanılan merkezin hemen karşısında yer alan bu ev, vazgeçtiklerimize dair. Yıl yıl eksilen, ama eksilirken ‘nasıl tamamlarız’ diye düşünmediklerimize dair.
Evin olduğu dar sokağın biraz ötesinde oturduğunu söyleyen bir vatandaşın söyledikleri, eldeki resmin çerçevesi olsun mu?
“Onlar da biz insanlar gibi… Hasta olduğumuzda doktora gidiyoruz, ilaç kullanıyoruz, günlerce yataktan çıkmıyoruz. Bu evler de insanlar gibi! Ama onların hastalıkları uzun zamandır sürüyor. Ama ne doktor gördüler ne ilaç! Eski halini ben gibi hatırlayan çok azdır. Bakmayın böyle olduğuna. Taş ve ahşaptan çok, beton var bedeninde. Gelmediler değil… Hatırladığım kadarıyla gelip de baktılar. Ama sadece baktılar! Zaten kurtaracak, kurtarılacak bir şey kalmamış.”
-Kudeb-
Asıl merak edilen, bir dönem tescil çalışması yapılan Antakya evlerinin bu yönde “tespit” edilenleri arasından kaçta kaçının bu yok oluşa dahil olduğu… Eldeki hikâyeye dair konuşması gerekenler, özellikle de Koruma Uygulama ve Denetim Büroları (KUDEB), cevap verir mi? Yoksa bu hikaye kaldığı, kalabildiği yerden devam etsin mi?
Tamer Yazar