Azalan, kaybolan, yok olan!
Kurtuluş Caddesi’nden Uzun Çarşı’nın içinde uzanan dar koridorlarına… Onlar, her yerdeler. Taşları kirlenmiş, üzerlerine yazılar yazılmış, sonradan eklenen musluk aksamları üzerlerinde eğreti durmuş, yanlarından geçilip gidilmiş… Peki, hatırlar mıyız? Onları yeniden yaşama ekler miyiz?
Antakya’nın Kabaltı Mahallesi Nakip Camii karşısında bulunan çeşmenin yanı başından geçip gidenlerimizin çoğu fark etmez; ne kitabesini, ne üzerinde yazanların anlamını, ne de kemerli yapısının inceliğini… Sahi kaç senedir oradadır, bilir miyiz? Yok, bunu da bilmeyiz!
Aslında haklısınız. Çeşmenin ilk inşası hakkında herhangi bir bilgiye ulaşmak zor. Ancak yapı üzerinde bulunan kitabesinde, H.1219 – M.1804 tarihinde onarıldığına dair ifadeler göze çarpıyor. Çeşmenin doğu cephesinde
“Maşallah” ibaresi yer alırken, kuzey nişi içerisinde bulunan dört beyitlik kitabede ise şunlar yazılı:
“Hamd-u senâ olsun ebed-ü evvel izzet ferd-u samed’e… Tamirine kıldı medet bu çeşmenin Bâr-ı Hüdâ… Tevfik idip oldu hitam makbul buyurup el-enam… Vakf oldu bu ma hasu amm nuş eyleyen itsin safa… Tavan-ı nakşı zer gibi abı dahî kevser gibi… Savtı dahî ya hu der gibi reddetmeye Rabbu’l-ala… Tarih-i sıdkı gûş iden samileri medhuş iden… Ab-ı zülali nuş iden sahibine anda sena…”
Çift cepheli çeşme örneklerinin azlığı nedeniyle önemli bir yeri olan çeşmenin bugünkü haline bakanlar ise ne dünü görüyor ne de kitabede anlatılanların tarihini yaşıyor. Onlara anlatılmak istenen, ama lime lime olmuş bir dün karşısında ne yapacağını ise bilemiyor. Kent idaresinin, tarihin ve kültürün beşiği durumundaki coğrafyanın dört bir yanına dağılan çeşmeleri ‘es’ geçen algısı biraz da bu yüzden eleştiriliyor. Oysaki onlar, yaşayan ve nefes almaya çalışan ‘dün’ ve o düne ait kelimeler…
Şehrin ana hikâyesine kendi hikâyesini de katan çeşmeler arasında yer alan bir diğeri ise Ömer Ağa Çeşmesi… Üzeri beşik tonozla örtülü sokağın içerisinde bir evin duvarına yerleştirilen çeşme, yakın zamana kadar farklı bir inanışın merkezine oturtulmuş, ki bu inanış halk arasında o kadar güçlenmiş ki, baş ağrılarına iyi geldiği şeklindeki inanış sebebiyle çeşme üzerine çok sayıda çivi çakılmış. Hatta dilek dilemek isteyenler de o çivilere kendininkileri eklemiş.
Bugün çeşme üzerinde bulunan binlerce çivi de bu yüzden. Bir vatandaşın dediği gibi… “Bu çeşme üzerindeki çiviler konuşsa ve dese her bir çivinin ne anlama geldiğini, ömür yetmez…” Peki, bir çeşmeden öte bir şeylere sahip bu kent, ne yapmış o ‘öte’ için? Eldekinin hali mi? Bir şeyler yapılmadığını anlatıp durmuş! Aslında çaresizliğini anlatmış… Ne dün ne bugün…
Yıllar içinde yaşadığı eksilmelerin önüne geçilemedi. Onu koruma altına alacak çalışma ise bir türlü hayata geçirilemedi. Evet, Buğday Pazarı meydanında duran çeşme de ana hikayenin parçalarından biri. Onu özel yapan hali ise yekpare ve dört cepheli oluşu.
Zeminden yüksek tutulan bir kare bir kaide üzerine yerleştirilen çeşme, yekpare taştan oyularak yapılmış yalakları ve her bir köşeyi tamamlayan işlemeli sütunları ile de diğerlerinden ayrılıyor. Yüzeysel kabartma olarak işlenen ağaç motifi ise çeşmeyi değerli kılıyor.
Bugün hala kullanılan ve üzerindeki yazıttan M. 1914 tarihinde inşa edildiği anlaşılan çeşme, yıllar içindeki bakımsızlıktan ise payını fazlasıyla almış olanlardan. Köşe sütunlarının yer yer kırıldığı ve uygun olmayan malzeme ile tamir edildiği görülen çeşme için uzun zamandır bir çalışma yapılmamış. Burayı yoğun olarak kullanan esnafın ve vatandaşın talebi mi? Net! Tamir edilsin, dünden kalana sahip çıkılsın… Peki, çıkılır mı?
-FAZLASI VAR-
Kabaltı Çeşmesi, Şerife Dudu Hanım Çeşmesi, Ulu Cami yanındaki Çeşme, Şekercik Camii yanındaki Çeşme, Ömer Ağa Çeşmesi, Nakip Çesmesi, Kürt Fakih Camii Çeşmesi, Meydan Çeşmesi, Deveci Bekir Camii yanındaki Çeşme, Nefise Kadın Çeşmesi, Hacı Sakıp Çeşmesi (Şeyh Ali Camiinin yanındaki Çeşme), Debruz Kastalı, Kâmile Kadın Çeşmesi, Kurtuluş Caddesi’nde 79 Nolu eve bitişik Çeşme, Muhittin Paşa Çeşmesi, Sofular Camii Çeşmesi, Zoveroğlu Camii Çeşmesi, Rafet Ağa Çeşmesi ve Genco Çeşmesi…
Daha azı değil ama, daha fazlası var. Bu kentte çok daha fazlası var. Peki, ne kadarını biliyoruz? Bilip de ne kadarına sahip çıkıyoruz?
-Tamer Yazar-