Bir önceki yazıda, kaldığımız yerden devam edelim.
Müslümanlar, laiklikle ilk kez Fransız Devrimi’nde tanıştılar. Ama sadece bir Müslüman ülke, Türkiye Cumhuriyeti Devleti Mustafa Kemal Atatürk’ün Stratejik Öngörüsü sayesinde laikliği bir ilke olarak kabul etti. İslam’ı anayasadan çıkardı, şeriatı yasal alan dışına koydu ve çağdaşlaşma yolunda hızla ilerledi. Bir iki İslam ülkesi de şeriatı evlenme, boşanma ve miras hukukuyla sınırlayıp, diğer alanları Avrupa’dan alınan çağdaş yasalarla düzenledi. Sonuçta, Müslüman ülkelerde yaygın olan kökten dinci yönetim sistemi ile Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Laik Demokrasi örneği karşımıza çıktı. Birincisinde, biat kültürü ile şuursuz bir itaat gelişmiştir. Atatürk’ün Laik Demokrasi sisteminde, akılcılık ve bilim ön plandadır; biat kültürü değil sorgulama kültürü gelişmiştir.
Atatürk, 1683 yılında Viyana’da başlayan çekilmeyi, 238 yıl sonra 1921 yılında Sakarya’da durdurdu. Batı ile oluşan, yüzyılların geri kalmışlık farkını ortadan kaldırdı. 1923’te Cumhuriyetin kuruluşu ile birlikte, sorgulayan akıl; erdemli duruşu, insan onurunu, doğal hak ve özgürlükleri belirledi. Toplumda, kadın eşit duruma getirildi. Atatürk, Türk Kadınına seçme ve seçilme özgürlüğünü 1934 yılında verdi. Fransa ve İtalya 1946’da, İsviçre ancak 1971 yılında kadınlara bu hakları tanıdılar. Türkiye, diğer Müslüman ülkelere örnek olacak şekilde modern, çağdaş bir yapıya kavuşturuldu.
Batı ülkelerinde; siyasi hakların yaygınlaştırıldığı, siyasi iktidarın topluma hesap verdiği, denetlendiği “Kapsayıcı Politik Kurumlar”ın etkin olduğu bir devlet yönetimi geliştirilmiştir. İslam ülkelerinde ise, hesap vermeyen ve denetlenmeyen bir yönetim sistemi oluşturulmuş, “Dışlayıcı Politik Kurumlar” kökleşmiştir. Batı ülkelerinde Kapsayıcı Politik Kurumlar; siyasi gücü, çoğulcu bir yaklaşımla topluma geniş biçimde dağıtır. Böylece, iktidar tek bir kişi ya da dar bir topluluk tarafından sahiplenilmez. Kapsayıcı Politik Kurumlar, demokratik seçimlerden daha fazlasını gerektirir. Tek parti iktidarı oluşsa bile siyasi iktidarın eşit olarak dağılmasına olanak verir.
Peki, Müslüman coğrafyası şu anda ne durumda? 115 yıldır verilen Nobel Bilim ödülleri incelendiğinde; 1 Pakistan, 1 Mısır ve 1 Türk bilim insanı Aziz Sancar (2015) olmak üzere, toplam üç Müslüman’ın bilim ödülü aldığı ortaya çıkar. Fakat bu ödülü alanların tümünün Batı ülkelerinin eğitim olanaklarından yararlandıkları görülür. Bu tablo, dünyanın en zengin enerji ve petrol kaynaklarına sahip olan Arap ülkelerinin, bilim insanı yetiştiremedikleri gerçeğini yansıtır. Dünyada 1 milyar 600 milyon Müslüman yaşamaktadır. Müslümanların yalnızca %1’i kadar nüfusa sahip olan Museviler, 100’ün üzerinde Nobel Bilim ödüllü insan yetiştirmiştir. Türk Bilim adamı Aziz Sancar: “Ben bu Nobel ödülünü Atatürk ve Cumhuriyet sayesinde aldım.” diyerek, aslında Atatürk Türkiye’sinin, diğer Müslüman ülkelerden ayıran niteliğini belirtmişti. Müslüman ülkelerin ihracat maddelerine bakıldığında, çoğunun fosil kaynaklar (petrol, maden, enerji gibi) olduğu, sadece Malezya’da yüksek teknolojili ürünler bulunduğu gerçeği karşımıza çıkar. Singapur’un nüfusu 5,5 milyondur. Singapur tek başına, 1 milyar 574 milyon nüfuslu Müslüman dünyasından 2 kat; Malezya hariç tutulduğunda, 12 kat daha fazla yüksek teknoloji ürünü mal ihraç etmektedir.
Almanya, 1930’larda sanayileşmiş ülkelerin başında gelmesine ve halkının iyi eğitimli olmasına rağmen Hitler’den kurtulamadı. 19’uncu yüzyılın başında İngiltere’den bile daha zengin olan Arjantin’de ise çoğulculuk ve demokrasi gelişemedi. Seçimle gelen iktidarlar bile diktatörlere dönüştü. Güney Kore ve Kuzey Kore gibi dünya üzerinde coğrafi olarak yan yana olup ta politik, ekonomik ve sosyal açıdan birbirinden çok farklı birçok ülke var. Oluşturulan Politik Kurumların farklı oluşu, sınırın iki yanına tümüyle değişik yaşamlar sunmakta ve ekonomik refah açısından kıyaslanamayacak bir fark yaratmakta.
Zengin enerji kaynaklarına sahip olmalarına rağmen, 1947’den beri güvenliği ABD tarafından sağlanan Suudi Arabistan ve topraklarının neredeyse üçte biri ABD’nin üssü olan Katar, Müslüman ülkelerin durumlarına sadece bir örnek. Müslüman ülkeler, Kapsayıcı Politik Kurumlara dayalı bir yönetim sistemi geliştirmedikçe, akıl almaz şiddetin ve karışıklığın hüküm sürdüğü bir coğrafya olmaya devam edecektir. İslam ülkeleri; akıl ve bilime aykırı yönetim sistemlerini korudukça, El Kaide, Irak Şam İslam Devleti (IŞİD)/DAEŞ tipi acımasız terör örgütlerinin coğrafyası olarak kalmayı sürdüreceklerdir. Ortadoğu, başkasından aldığı silahla birbirlerini öldüren ve başkasının bulduğu ilaçla iyileşmeye çalışan insanların yaşadığı bir coğrafya olmamalıydı…
Kaynakça: Francis Fukuyama, Siyasi Düzenin Kökenleri, 2011; D. Acemoğlu, J. A. Robinson, Güç, Refah ve Yoksulluğun Kökenleri, 2013; Bernard Lewis, What Went Wrong? (Yanlış Giden Ne Oldu?), 2002; Özcan Kadıoğlu, Dünya.com, 20 Nisan 2016.