Dünya müzeleri arasında Türkiye müzelerinin ayrı bir yeri var, ama… Bu listeye, Antakya’nın dünyaca ünlü mozaik müzesi ne zaman girer, merak konusu! Peki, içeriği ile tartışmasız, görkemli emanetlerin saklandığı müze, mimari açıdan nasıl? Diğerleri ile karşılaştırıldığında, hikâyesi ne anlatır? Ona bakıldığında, müze olduğu nasıl anlaşılır? Sahi, ona bakıldığında, ‘müzeyim’ diyen kaç detayı sayılır?
28 Aralık 2014’ten bu yana binlerce tarih meraklısını ağırlayan ve 2. Etap sergileme alanları birlikte daha fazla eseri misafirleri ile paylaşma imkanı bulan Hatay Arkeoloji Müzesi; heykeller, taban mozaikleri, yazıtlar, steller, mil taşları, lahitler yanı sıra metal, seramik ve cam eserleri ile dikkat çekse de, tercih edilen mimarisi noktasında eleştiriliyor.
-ÇALIŞMADI!-
Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Hatay Valiliği finansmanıyla projelendirilen Müze, eleştirilen mimari tercihleriyle bugün bile gündemdeki yerini koruyor. Özellikle de, ön cephesi nedeniyle! Mozaik ağırlıklı bir müze olmasına rağmen, gelen yerli ve yabancı turistleri, ön cephesinin sol tarafına yerleştirilen büyük bir su değirmeni ile karşılayan Müze, aslında Antakya kent yaşamının vazgeçilmez bir parçası ile ‘dün’ hikâyesini tamamlama telaşında! Ancak hikayenin tamamlanamayan kısmı, Mimarı tarafından çok fazla hesabı yapılamayan ‘sert rüzgar’ olmuş, su değirmeni de bu nedenle bir türlü çalıştırılamamış! Değirmenin içine yerleştirildiği havuz şeklindeki alan ise bu nedenle boş kalmış. Çalıştırılamadığı için yıllar içinde atıl duruma düşen bu önemli parça, bugün pas içinde. Ancak tek eleştirilen kısım da bu değil!
-PARİS ÖRNEĞİ-
Bu konuda karşılaştırma yapanların adresinde bulunan müzelerden biri, dünyanın en büyük sanat müzesi olan, Paris’in Sen Nehri kıyısındaki Louvre Müzesi. Dünyanın en çok ziyaret edilen sanat müzesi olan Louvre, sadece içeriğiyle değil, içine kurulmuş olduğu tarihi yapıyla da oldukça önemli.
12. yüzyılın sonları ile 13. yüzyılın başları arasında, dönemin kralı II. Philippe tarafından kale olarak yaptırılmış, fakat şehrin hızla gelişip kale sınırlarını aşması sonucunda savunma özelliğini kaybettiği için 1546 yılında I. François’in emriyle Fransız krallarının resmi konutu olarak kullanılması adına saraya çevrilen Müze, avlusuna inşa edilen Louvre Piramidi ile dikkat çeker. Louvre Piramidi, Paris’teki Louvre Müzesi’nin avlusunda bulunan, cam ve metalden oluşturulmuş piramittir.1989 yılında bitirilen dört piramitten büyük olanı, müzenin ana girişi olarak kullanılmaktadır.
Bugün, gelen ziyaretçilerin ve Paris turizm pastasının en önemli durak noktalarından biri halini almış olsa da, piramidin inşası sırasında büyük tartışmalar yaşandı. Pek çok kişi, bu fütüristik piramidi klasik tarzdaki müzenin genel yapısı ile uyumsuz buldu. Diğer bir kesimin ise beğenisini kazandı. Yeni ile eskinin bileşimi, ultra-modern bir tarz olarak değerlendirildi. Hatta bu mimari birçok yerde taklit bile edildi.
-NE OLMALI?-
Paris’i ziyaret eden bir okurumuzdan gelsin, Müze’ye dair değerlendirme ve bir de kısa bir karşılaştırma…
“Louvre Müzesi, eski bir saray yapısı, ki zaten müze öncesinde o yapıyı hayranlıkla izliyorsunuz. İnanılmaz kocaman bir meydana hakim, müthiş bir yapı. Cam piramit ise, haklısınız, çok fazla eleştirilmiş bir eklenti. Aslında ben de meydanın havasını bozduğunu düşünenlerdenim. Ama müze yanı sıra sırf bu cam piramit için gelenler bile var! Ama dikkat çekiyor mu? İşte önemli olan da bu sanırım! PR dedikleri şey! Tarih öncesi çağlardan 21. yüzyıla kadar uzanan oldukça geniş bir koleksiyon yelpazesi var ve orayı gezdiğinizde, Antakya illa ki aklınıza geliyor.
Burayı her sene milyonlar geziyor. Binlerce sanat eseri arasında yürürken, mimarisi içinde öyle bir kayboluyorsunuz ki, sihir gibi bir şey. Sizi, dışarıdan verdikleri görüntü ve içeride paylaşılanlarla, inanılmaz bir hikâyenin içinde dolaştırıyorlar. İstediğimiz şey de bu. Sadece izlemek değil, o anı yaşamak da… Antakya Arkeoloji Müzesi’nde bunu yaşatabiliyor muyuz?
Bu soruya dürüstçe cevap verebilen çıkar mı, kente idarecilerinden? Sanmıyorum! Çünkü kötü bir mimari, kötü bir hikâye sunumu, bakımsız bir vitrin, koca bir ön alan, ama boşa gitmiş metrekarelerce bir boşluk! Bugün Dubai’yi Dubai yapan nedir? Ultra modern mimarisi değil mi? Ne var Dubai’de? Hiçbir şey yok! AVM’ler dışında! Ama her şeyi öyle bir sunuyorlar ki, çölün vahası oluveriyor! Müzeler de öyle!
Şunu soruyorum kendilerine… Kahire Müzesi de aynı durumda! Bir yere geldiğinizde, size kendi hikâyesini anlatabilmeli o yer! Bir şeyler söyleyebilmeli! Bizim müzemiz ne anlatabiliyor, ne de söyleyebiliyor! Hep diyorsunuz ya, bu defa ben diyeyim…
Yapmışız, olma olmamış! Ama güncelleme yapılamaz mı? Yapılabilir. Ama niye yapmıyoruz ya da bugüne kadar neden yapmamışız, bunu da anlamak zor. Mesela ne yapılsa kurtarır eldeki durumu? Öndeki alana muhteşem Roma heykellerinden eklenir mesela… Mozaikler, parça parça, o meydana dağıtılabilir, zemin üzerinden… Ama önce, şu değirmenden kurtulmak gerek! Sahi, o ne alaka!”
-LİSTE NASIL?-
Eleştirilerin odağındaki mimari tercihler, Paris’ten Kahire’ye çok fazla değişmiyor. Zira Kahire Müzesi’ne gidenler, girişte, Firavun dönemlerinden kalan devasa aslan heykelleri ile karşılanıyor. Vatikan Müzesi ise, içeride sunulanların estetiğinde duran bir giriş ile ‘hoş geldin’ diyor.
Peki, müzelerin eserleri yanı sıra mimari tercihleriyle ön plana çıktığı dünya turizm pastasında, listede hangi müzeler var:
İlk sırada, Paris’in ünlü Louvre Müzesi var. Dünyanın en büyük ve en çok ziyaret edilen müzesi. 1684 yılından beri dünya çapında bir müze olan Louvre, çok sayıda ünlü esere ev sahipliği yapıyor. Yıllık ziyaretçi sayısı ise 10.2 milyonu buluyor.
İkinci sırada, Çin Ulusal Müzesi var. 1,050,000 parçadan oluşan etkileyici koleksiyonunda bulunan çok sayıda nadir ve değerli eser, dünyanın her yerinden ziyaretçiyi çekiyor. Yıllık ziyaretçi sayısı ise 8,062,625.
Üçüncü sırada, Metropolitan Sanat Müzesi var. New York’un en ünlü müzesi olarak biliniyor. Müze, 1870 yılında ilk açıldığında tek bir esere bile sahip değilken, zaman içinde oldukça geniş bir koleksiyon oluşturdu. Müzenin kapsamlı koleksiyonu; resim, heykel, kostüm, müzik aletleri ve daha fazlasını içeriyor. Müzenin yıllık ziyaretçi sayısı 6,692,900.
Dördüncü sırada, Vatican Müzeleri var. Geçmişi, 1506 yılına dayanıyor. Papalar tarafından toplanan eserlerin sergilenmesi için 54 galeriye ihtiyaç duyulmasıyla birlikte, müze genişleyerek bugünkü halini aldı. Raphael’in başyapıtı Atina Okulu ve Michelangelo’nun başyapıtı Pietà, müzenin en önemli parçaları arasında. Müze, her yıl 6,427,280 ziyaretçiyi çekmeyi başarıyor.
Beşinci sırada, İngiltere’deki British Museum var. Birkaç milyon parça eseri barındırıyor. 1753’ten beri açık olan müze, bu devasa koleksiyonu sayesinde çok farklı alanlara odaklanmış durumda. Müzenin koleksiyonu; antik eserleri, madeni para ve madalyaları, doğal tarih örneklerini ve geniş bir kütüphane seçkisini içeriyor. Londra’nın merkezinde yer alan ve dünya kültürlerinin tarihini kapsayan 8 milyondan fazla esere ev sahipliği yapan müzeyi her yıl 5,906,715 kişi ziyaret ediyor.
Diğerleri ise, yine İngiltere’deki Tate Gallery (yılda 5,656,000 ziyaretçi sayısı), Washington Ulusal Sanat Galerisi (yılda 5,232,000 ziyaretçi sayısı), Rusya – Hermitage Müzesi (4,220,000 ziyaretçi sayısı)
-SORALIM!-
Listenin hemen yanı başındaki ‘bizler’ adına soralım o zaman… Barındırdığı zengin tarih ve kültür zenginliği ile tartışmasız lider konumundaki Hatay Arkeoloji Müzesi, açıldığı 2014’ten bugüne ziyaretçi sayısını ne oldu? Peki, mimarisi ile bir müze estetiği sunmayan, sunamayan yapı adına bugüne kadar neden gereken güncellemeler yapılmadı? Projelendirme yapılırken, kağıt üzerinde her şeyin iyi göründüğü su değirmeni konusunda, bugünkü ‘paslanmış’ hikayeden neden geri dönülemedi?
Cevap var mı? -Tamer Yazar-