Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

Princeton’ın Antakya’sından

Geriye Ne Kalmış Sahi? Antakya’daki ilk arkeolojik kazı çalışmalarına ait

Geriye Ne Kalmış Sahi?

Antakya’daki ilk arkeolojik kazı çalışmalarına ait fotoğrafları “Asi’deki Antakya, Mozaikler Şehrinde İlk Araştırmalar” sergisinde izleyenler, kazılardaki Princeton Üniversitesi ibaresi ile karşılaşıyor çoğu zaman. Bugün bile Antakya denildiğinde en derin tarihsel arşive hala Princeton sahip. Biz mi?

Uzun yıllardır kamuoyu bilgisinden uzak kalan (!) Hipodrom kazılarından, unutulmuş Saint Simon Manastırı’na… Onlarca mozaiğin ‘sessizce’ çıkarılıp depolara (!) kaldırıldığı Defne-Uğur Mumcu Meydanı’ndan, kent merkezindeki yorgun şehir kimliğine… Asi Nehri yatağından vinç yardımıyla toplanan (!) eski bir Roma köprüsüne ait mimari kalıntılardan çok daha fazlasına…
Bu kentin düne dair hikâyesini okumak için en iyi kaynak nedir, hiç düşündünüz mü? Helenistik Doğu’nun önemli siyasal ve kültürel merkezlerinden ve Roma İmparatorluğu’nun büyük metropollerinden biri olan Antakya’nın bugününe eklenen ‘dünü’ adına anlatılanlar için hangi adres en iyisi, sorguladınız mı? Peki, sorgulamalarınız sizi nasıl bir adrese ulaştırdı? O adres sizi ne kadar mutlu etti?
-1930’LARIN ŞEHRİ-
Bu konuda kaç adresten söz etmek mümkün, çok net değiliz ama… 1932-1939 yılları arasında Princeton Üniversitesi ekiplerince Antakya’da yürütülen ilk arkeolojik kazılara ait binlerce fotoğrafın oluşturduğu arşive yakından bakanlar, Hatay Arkeoloji Müzesi’nde gördüklerinden çok daha fazlası ile karşılaşıyorlar. Asıl karşılaştıkları şey ise bu kent oluyor! 1930’ların Antakya’sının henüz betona teslim olmamış hali oluyor! Sekiz sene süren kazı çalışmaları ile ortaya çıkan görkemli tarihin detayları oluyor! En çok da, ‘bu kente dair ne de çok şey kaybetmişiz…’, bunun tespiti oluyor!
-DAR SOKAKLAR-
Arşiv içinde yer alan fotoğraflardan bazıları, bugün en fazla tartışmasını yaptığımız eski Antakya üzerine… Zira 1932 senesinin Antakya’sının dar sokakları da yer alıyor o fotoğraf karelerinde! Tespitimiz mi? Ne beton var, ne asfalt! Peki, düşünsek mi? Bugünkü kayıplarımızı… Bile isteye yaptığımız yanlışları… Vatandaş eliyle değil, ama resmi kurumlar eliyle eksiltilen kent kimliğini… Bugünün tescilli evlerinin yüzyıllar öncesine dayanan hikâyelerini asfalta tutsak eden tavrımızı… Ve tüm bunları garip bir sessizlikle karşılayan kent insanını!
-MÜZE KURUMSALI-
Princeton Üniversitesi’nin, Antakya’nın arkeolojik geçmişine dair sahip olduğu ‘8 senelik kazılara dair’ zengin arşivi, bugün ‘Antioch’ olarak tüm dünyada bilinen Antakya adına hala en önemli kaynak adreslerden bir tanesi. Aslında ‘tanıtım’ ve ‘reklam’ adreslerinden de bir tanesi! Zira Hatay Arkeoloji Müzesi’nin kendisini ve bu kenti anlatması için devrede olması gereken web adresi ‘ http://www.hatayarkeolojimuzesi.gov.tr/ ‘ şu an kullanım dışı. Uzun bir süre içeriğindeki yanlışlar nedeniyle eleştiri konusu olan web sitesinin neden açık olmadığı bilinmiyor. Ne zaman açılacağı da… Bakanlığın ‘link’ olarak verdiği adres açılmasa da, Antakya için söylenenler gurur veriyor, ama düşündürüyor da…
“Antakya’ da yürütülen 1932-1939 yılı kazı çalışmalarında, çoğu Roma dönemine tarihlendirilen mimari ve diğer buluntular, kentin zenginliğini ve ihtişamını ortaya sermiştir. The Committee for the Excavation and its Vicinity adlı komitenin yaptığı kazı çalışmaları, başta Antakya, Harbiye olmak üzere Samandağ’ da Seleuceia Pieria da sürdürülmüş ve kazılarda ortaya çıkan zengin mozaik eser koleksiyonu, bugün dünyanın yaklaşık 20 müzesine ve özel koleksiyonlarına dağılmış durumdadır. Antiokheia kökenli birçok eser, bugün, Hatay Arkeoloji Müzesi yanı sıra Princeton Üniversitesi Sanat Müzesi (ABD), Worcester Müzesi (ABD), Louvre (Fransa) gibi müzelerde saklanmakta veya sergilenmektedir.”
-BİNLERCE DETAY!-
Princeton örneğinde duranlar, 1930’lu yılların Antakya’sından ve Defne’sinden çıkanlara hayranlıkla bakmaya devam ederken, bu kadar çok detayın paylaşıldığı bir ‘dün’ ile bugüne dair ‘saklananları’ da karşılaştırıyor. Tam da bu noktada, hem Müze idaresine hem İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’ne hem de Hatay Valiliği’ne soralım mı?
İlk sorumuza geçmeden, kendimizi dış dünyaya anlatma konusunda oldukça kötüyüz, bunun altını özenle çizelim. Çünkü bu topraklara dair yakın dönemli hiçbir keşif ya da buluntu, hak ettiği şekliyle ne yerel, ne ulusal
ne de dünya kamuoyu ile paylaşıldı! Şimdi bunu birkaç örnekle götürelim mi? Götürmekle de kalmayalım, Princeton Üniversitesi tarafından paylaşılan düne dair Antakya’da kalma sebeplerimizi de sorgulayalım!
-KONUŞMAYANLAR!-
Evet, ilk örneğimiz, Asi Nehri yatağından 2018’in ikinci yarısında bir vinç yardımıyla çıkartılan eski bir Roma köprüsüne ait taşlarla, yine eski Roma mimarisine ait kalıntılar olsun! Uzun bir süre haber yapıldıktan sonra sahip çıkılan tarihi eserlerle ilgili olarak aradan 6 ayı aşkın bir süre geçmesine rağmen tek bir resmi açıklama dahi yapılmadı. Bu kadar süre içinde, depolara kaldırılan parçalarla ilgili gereken analizlerin yapıldığını ve tespitlerin sonlandırıldığını düşünecek olursak, ‘konuşmama’ sebebimiz nedir, soralım mı? Peki, olması gereken ‘kamuoyunu bilgilendirme’ kısmı için, ısrarla sahip çıktığımız ‘sessizliğimizi’ neye yormamız gerek, bunu da soralım mı?
Hatırlanacağı gibi, bu konuda konuşan isimlerden biri, Harbiyeli Mozaik Ustası Mehmet Daşkapan olmuş ve şu tespiti bizlerle paylaşmıştı:
“Evet, oradaki iş henüz bitmedi, bitmemeli. O anlamda, çalışmaları bitirmemek ve devam ettirmek gerekiyor. Hatta nehrin kuruyan kısımlarını da bu çalışma için bir fırsat bilip, belirlenecek alanlarda sondaj yapmak gerekiyor. Bu konuda gereken arama ve tarama yapıldığı takdirde çok şey çıkacağına, çok şey bulunacağına eminim. Ama burada üzüldüğüm şey… Niye bu kentin iş bilen insanları konuşmuyor, fikrini beyan etmiyor, hatta bu konularda düşüncelerini paylaşmaktan çekiniyor!”
-GÖMDÜK!-
İkinci örneğimiz mi? Değişmiyor… Hatay Büyükşehir Belediyesi eliyle gerçekleştirilen ‘battı-çıktı’ projesi sırasında toprak altından çıkan (!) tarihi bir Roma Hamamı, onlarca mozaik eser, tüneller ve hatta heykeller! Bu konuda söylenenler yok, ama söylentiler çok! Özellikle de, buradaki kazıların aceleye getirildiği ve yol çalışmasının kamuoyunda yarattığı rahatsızlık ile buradaki eserlerin kurban edildiği noktasında!
Bu konuda da hiçbir açıklama gelmedi. Ne Müze idaresi, ne İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü ne de Hatay Valiliği konuştu! Toprağın altına tekrar gömdüklerimizin (!) ‘bilgi kirliliğinde’ nasıl bir turizm politikası izlendiğini ise anlamadık! Hem de hiç! Sahi, bir gün anlar mıyız? En çok da birbirimize eklediğimiz kurumsal sessizliğimizi! -Tamer Yazar-