Oruç’un Kültürel Tarihi
(Birinci Bölüm)
“Ey iman edenler, oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de korunasınız diye farz kılındı.” (Bakara2/183)
Konuk Yazar: Jozef Naseh/Arkeolog…
İnsanoğlu, var olduğu süreçten günümüze kadar, yaşamına engel olan bir çok sorununu çözümleyebilmek için akıl yetilerinin yetmediği konularda, her zaman aşkın bir varlığa inanmayı ve ona koşulsuz bağlanmayı seçmiştir. Bu bağlanışla, aşkın varlığa görev ve sorumlukları çerçevesi içinde bir takım davranış yöntemleri geliştirmiştir. Bunlardan biri de ‘ORUÇ’ tutmaktır.
Peki, Oruç nedir?
Beden ve ruhu yetkinleştirmek ve denetim almak için, insanoğlunun belli yönetsel kurallar içinde yaptığı eylemlerdir. Bu eylemlerin kuralları toplumdan topluma, inançtan inanca bir çok farklılıklar gösterse de, temelinde, insanoğlunun doğa yasalarına karşı bedensel ve ruhsal direniş ölçüsünü sınaması, bunun sonucunda da yaratana karşı minnet ve şükran duygularını anlatma yöntemidir.
Oruç kelimesi, Farsça ‘RUZE’ kelimesinden günümüz Türkçesine geçiş yapmıştır. Önceleri ‘ORUZE – o gün’ , yani aşkın bir varlığa bağlandığı gün anlamı ile ‘oruç’ şeklinde söylenmeye başlanmıştır. Arapça karşılığı ‘savm’ veya ‘sıyam’dır. Savm kelimesi, Arapça’da ‘yiyip içmek, hareketsiz kalmak ve her şeyden el etek çekmek’ anlamına gelir. Felsefi anlamda oruç, ibadet niyeti ile tan yerinin ağarmasından güneşin batışına kadar yeme içme ve cinsel ilişkiden uzak durmaktır. Bir yerde, bedensel ve ruhsal arınmadır. İslamiyet de bu sürece ‘nefsine egemen olama’ anlamına gelen ‘İMSAK’ denir.
Batılılar, bu anlamda yaptıkları düşünü ve eylemlerine kültürel anlamda ‘dayanmak, sabır etmek’ anlamında ‘Fast’ kelimesini kullanırlar. Türkçe dilinde ‘YORTU’ olarak karşılık bulmuştur. Yortu, Hz. İsa’nın yaşamını, ölümünü, dirilişini ve azizlerin yaşamlarına yansımış olan erdenlerini anmak üzere belirlediği günlerdir. Bu günlerde tutulan oruca ‘YORTU’ tanımlaması yapılır. Ama biz Arap Hıristiyanlar, Müslüman Arapların kullandığı gibi, ‘Oruç’ anlamında ‘SAVM’ kelimesini kullanırız.
Oruç’un ne zaman ve hangi yöntemle başladığı konusunda yeterli bir bilgimiz yok. Ön görümüm, Avcı/Toplayıcı toplumun yerleşik düzene geçişi ile birlikte, toplumsal disiplin halinde uygulanan bir eylem olduğudur. Ön görüm diyorum… Çünkü elimizde bunu kanıtlayacak ne bir belge ne de bir bilgi var. Orucun tarihi konudaki bilgimiz, insanlığın gelişimsel süreci içinde bir çok uygarlığın günümüz oruç alışkanlıklarına benzer bir takım uygulamalar yaptığı konusundadır. Bu uygulamalar, kültürel geçiş ile benzeş veya uygulamalarda farklılıklar göstererek, günümüz inanç kültürü yaşamına girmiştir.
Dilerseniz, tarihin tozlu sayfalarını tek tek açıp, orucun inanç kültürümüzdeki iz düşümünü birlikte inceleyelim.
Önce Hindistan’dan başlayalım. Bilinen en eski organize dinlerden biri HİNDUİZM’dir. Kutsal yazıların tarihçesi M.Ö. 1500 yıllarına kadar uzanır. Milyonlarca tanrısı ile oldukça karmaşık bir dindir. İnanç kültürü anlamında Hindistan ve Nepal’de ağırlıkta olan bu din, sayısız farklı inanç yoluna (Mezhebe) sahiptir. Hinduizm’in ana metinleri; Vedalar, Upanişad, Mahabharata ve Ramayana’dır. Bu yazılar; ilahiler, büyüler, felsefeler, ritüeller, şiirler ve öyküler içerir. Hindular, inançları için bunları temel alır. Hinduizm, 330 milyona yakın çok tanrılı bir din olarak kabul edilse de, yine hepsinin üzerinde olan, tek bir tanrısı vardır ki, bu da ‘BRAHMA’ dır. Brahma, evrenin bütününde, gerçeğin ve varoluşun her kısmında var olduğuna inanılan varlıktır.
Hinduizm dini, Budizm’den farklı bir VAHİY dinidir. Dolayısı ile çeşitli kutsal metinlerin olağanüstü varlıklarla veya tanrı ile ilgisi olduğuna inanılır. Hinduizm dininde, peygamberlik ‘RİŞİ’ kavramı vardır. Ancak bu kavram, Ortadoğu dinlerinde algılanan peygamberlik kavramından oldukça farklıdır. Ortadoğu da peygamber, tanrı tarafından seçilmektedir. Hinduizm de ise peygamberlik kazanılan bir yetkinliktir. Bu yetkiyi, kutsal metinler aracılığı ile tanrı ile iletişime geçerek, vahiyi ve gizli bilgileri tanrıdan hakikatleri alarak kullanır. Hindu ermişler, bir çok nedenlerle tek başlarına oruç tutarlar. Ayrıca , bedensel ve ruhsal arınmak için yılın belli aylarında ve günlerinde oruç tutarlar. Hinduizm’de oruç, genellikle belirli bazı besinleri yememe yani bir çeşit perhiz şeklindedir. Bu uygulamaları yaparken, doğa yasasına bağlı olarak, yokluk ve zorluk günlerini atlatmak amacı ile biriktirdikleri artı besinlerini, yaşamlarını dengeleyecek bir şekilde ve ölçülü olarak kullanırlar.
Brahmanizm’de her ayın 12 ve 13. günlerinde oruç tutmak gelenektir. Bu oruçtan yaşlılar, hastalar ve çocuklar dahi muaf değildir. Bazı inançlılar, bedensel ve ruhsal arınmak için 15 gün boyunca oruç tutarlar. Bu süre içinde, niyet tuttukları oruç şekline göre, bir yudum sudan başka bir şey yiyip içmeleri orucu bozar.
Hindistan’da Jainizm dini , oruç tutma konusunda çok katı kurallara sahiptir. Jainistler, kesintisiz olarak kırk gün boyunca oruç tutarlar. Bu dinin kurucusu, MAHAVİRA’nın; kendisine işkence yaparak dinde aşkın noktaya ulaşmaya çalıştığı, et ve yumurta yemediği, hatta bazı uygulamalarda ölünceye kadar oruç tutuğu söylenmektedir.
BUDİZM, bugün dünya üzerinde beş yüz milyondan fazla inanı bulunan, Hindistan kökenli bir dindir. Bazen din, bazen felsefe olarak tanımlanan Budizm’de temel amaç, yaşamdaki acı, ıstırap ve tatminsizliğin kaynaklarını açıklamak ve bunları gidermenin yollarını göstermektir. Budizm’de öne çıkan kavramlar; meditasyon, reenkarnasyon ve karma’dır. İçsel yolculuk, doğum ve ölüm döngüsünün tekrarı ve neden-sonuç ilişkisinin düşünü kavramları bulunur. Budizm, M.Ö. 563-483 tarihleri arsında yaşadığı düşünülen, günümüzde BUDDHA (Buda) olarak bilinen SİDDHARTA GAUTAMA tarafından kurulmuştur. Kuzey Hindistan’da bir prens olarak doğduktan sonra, yaşamdaki acıları sona erdirmek için bir yol bulmak amacı ile Prensliğinden vazgeçmiş ve uzun çalışmalar sonucunda aydınlanmaya çalışmıştır.
Budizm’de ahlaki davranış ve kavramlar çok önemlidir. Bu konuda sekiz ilke benimsenir. Bu ilkeler genel anlamda hırsızlık, can alma, lüksten ve maddi görkemden, yalan söylemekten, dans, müzik dinlemek, gösteri ve eğlenceden kaçınmak, mücevher ve altın gibi kıymetli metaller kullanmamak gibi maddelerden oluşur. Altıncı maddesi, yeme içme ile ilgilidir. Bu madde de, gün doğumundan öğlene kadar yemek yiyebilme kuralıdır. Öğleden sonra yemek yemek, ahlaki kurallara aykırıdır. Orucu bozar.
Orucun, hem bedensel hem de ruhsal arınma yöntemi olduğunu anlamış kültürlerden biri de Şamanizm’dir. Şimdi de yolculuğumuza Şamanizm inancı ile devam edelim. Şamanizm, belki de insanlığın en eski dinlerden biridir. Ne bir kutsal kitap, ne de bir öndere sahip olmamasına rağmen , varlığını binlerce yıldır devam ettirmiştir. Belki de bu konuyu daha net anlamak için, yüzyıllar boyu doğa ile iç içe yaşayan Orta Asya insanının dünyasına misafir olmakta fayda var.
Doğanın büyüleyici güzelliğine hayran olan, ona çeşitli anlamlar yükleyen ve doğa karşısında güçsüzlüğünü kabullenen insanın, ona teslim oluşuyla başlar bu büyük serüven. Çünkü doğa güçlüdür. İstediğinde toprağı bereketli bir ana gibi doğurgan kılar, istediğinde ise felaketlerin en büyüğü ile azapların ve yıkımın en sancılısını yaşatır.
Köken olarak anaerkil dönemde çıktığı düşünülen Şamanizm inancında, dünya üç kısma ayrılır. Gök, yeryüzü ve yer altı ! Bu sistemde önemli olan üç unsur: Doğa, ruh ve insandır!
Şamanizm’de, ‘Şaman’ ismi ile karşımıza çıkan bilge kişilerin yaptıkları ritüeller son derece etkili ve dikkat çekicidir. Törenleri sırasında, trans halinde iken başka alemlerde dolaştıkları, farklı varlıklarla iletişime geçtikleri, dünyanın farklı bölgelerinden başka ruhları çağırdıkları düşünülür. Davul ve tef kullanarak gerçekleşen bu törenlerde, şamanın kendinden geçmiş haldeki görseli oldukça merak uyandırmaktadır.
İşte kökeni doğadan gelen Şamanizm’de de, Şamanların oruç tuttukları bilinmektedir. Şaman adayları, oruç tutmak suretiyle şamanlığa geçiş yaparken, Sibirya’daki Tunguzlar’ın Şamanları, ilk düşlerinden sonra başka düşler görmek ve ruhlarla iletişim kurmak için oruç tutarlardı.
Amerikalı mitolojist ve yazar Joseph John Campell’in yazdığı “İlkel Mitoloji” isimli kitapta da, Şaman uygulamalarında ruhlarla iletişim kurmak için oruç tutulduğu net olarak görülmektedir.
“Kutsal insan, tek başına tipiye gider ve oruç tutup dua eder. Veya tek başına ıssız tepelere gider. İnsanların arasına döndüğünde, onlara, Büyük Giz’in söylemesini emrettiklerini söyleyip öğretir. Öğütler verir, hastayı sağaltır ve insanı kötülüklerden koruyan büyüler yapar. Onun gücü büyüktür ve çok saygı görür.”
Şaman kültürünü benimseyen ve yaşamlarında uygulayan Kızılderililer ile yolculuğumuza devam ediyoruz.
Kuzey Amerika yerlileri veya diğer bir deyişle Kızılderililer; farklı dil, gelenek ve ritüellere sahip pek çok kabileden oluştuğundan, Kızılderili inançlarını tek başlık altında ele almak zordur. Bununla birlikte, Kızılderili inançlarında bazı ortak eylem ve düşünülere rastlamak olanaklıdır. Bu ortak noktaları şöyle özetleyebiliriz:
• Doğayı ve doğadaki varlıkları kutsal semboller olarak görürler.
• Belirli bir kutsal kitap yerine, mitolojik hikâyeleri, kabilenin kutsal kişileri tarafından aktarırlar.
• Şaman veya şifacı denilen ve ruhlar dünyası ile ilişki kuran seçilmiş kişiler bulunur.
Kızılderili inancında, Buhar Kulübeleri önemli bir noktada yer alır. Buhar Kulübesi, Kuzey Amerika yerlileri tarafından kullanılan törensel buhar banyosunun gerçekleştirildiği küçük yapıdır. Çeşitli stillerde yapılan buhar kulübeleri vardır. Kubbeli olanları kadar, Kızılderili çadırları gibi olanları, hatta yerde açılmış basit bir çukur şeklinde olanları da bulunur. Kulübe dışında yakılan ateşte kızdırılan taşlar, kulübenin ortasındaki bir deliğe yerleştirilerek kulübede yüksek sıcaklık sağlanır.
Kızılderili ritüel ve gelenekleri, bölgeden bölgeye, kabileden kabileye değişmekle birlikte, ritüellerde genellikle dualar, davul çalma ve ruhlar dünyasına armağanlar sunma gibi unsurları içerir. Dua, şükür ve benzeri amaçlarla kullanılan buhar kulübesi, bir arınma ayinidir. Ayin öncesinde ve sırasında, kimi kabilelerde oruçla ve sessizlikle ayin icra edilir.
Amerika’nın Güney- Batı kesiminde yaşayan Pueblo yerlilerinin rahipleri, mevsim değişiklikleriyle ilgili büyük törenlerden evvel inzivaya çekilerek oruç tutarlardı. Yine Amerikan yerlilerinde, çocukluktan yetişkinliğe geçiş döneminde tutulan bir oruç vardı.
Görüldüğü gibi, gerek ruhsal gerekse bedensel nedenlerle, farklı dinlerde oruç kültürü, değişiklik göstererek devam ediyor.
Şimdide, sayısız uygarlıklara ev sahipliği yapmış olan Mezopotamya’ya gidelim. Mısır toprakları bir hayli hareketli bir döneme sahne olurken, eş zamanlı olarak Mezopotamya toprakları da son derece ileri bir uygarlığa ev sahipliği yapıyordu. Mezopotamya’da ortaya çıkan sayısız uygarlığa ev sahipliğini yapan, yazının bulunuşu ile bir çığır açan, tıp, astronomi, matematik alanlarında şaşıracak bir duruşa sahip olan Sumerler’de, bütün şehirlerin merkezinde, şehre ait özel bir koruyucu tanrı veya tanrıçaya adanmış olan ve bir rahip yöneticinin veya kralın idaresinde bir tapınak bulunurdu. Çok tanrılı inanca sahip Sümerlerin tapınaklarına Ziggurat denirdi. Zigguratlar, yedi katlı olup, toplam üç ana bölümden oluşur. İlk katlar erzak deposu, orta katlar okul ve tapınak, son katlar ise gök bilim araştırma merkezi olarak kullanılmıştır.
Her ne kadar inanç konusunda farklı bir çizgisi olsa da, oruç kültürünün Sumerler’de de karşımıza çıktığını görüyoruz. Antik dönemin gizemli dinlerindeki inanışa göre, tanrılar, kutsal öğretilerini ancak belirli bir süre oruç tutan kişilere düşler ve görüntüler yoluyla açıkladıkları bilinir.
“Sümer inançlarında, ay kültürünün önemli bir yeri vardır. Ayın göründüğü gün, 15 günlük olduğu gün ve görünmediği günlerde oruç tutulur, törenler yapılır. Hatta bazı yiyecekler yenilmez. Görüldüğü gibi, başkalaştırılmış bir haldeki oruç kültürü, Sümerler’de de var. Sümer inanç kültüründeki oruç tutma geleneği ve yöntemi, günümüz inanç kültürlerinin oruç tutma yöntemine büyük düşünsel etkisi var. Bu etkileşimi anlatmayı bir sonraki yazıma bırakarak, orucun genel anlamda insan yaşamına nasıl bir değer kattığına göz atalım.
Şimdiye kadar, orucun ruhsal, bedensel ve inanç anlamları ağırlıklı bir anlatımla yol aldık. Ancak bunun dışında, biraz da orucun yararlarına göz atmak gerekir.
Aldığımız gıdalarla beynimize yüklediğimiz enerji genellikle negatiftir. Buna karşılık, güneş ışınlarından ve solunum yoluyla havadan aldığımız yaşam enerjisi ise pozitiftir. Gereğinden fazla yemek yediğimizde, beynimiz, dışarıdaki hava ve güneşten gelen pozitif yüksek frekanslı enerjiye kendisini kapatıp, yediklerimizle gündelik bilinç hallerinde kalmamıza neden olan düşük frekanslı negatif enerjiyi beyinde kullanır. Gıda alımı azaltıldığı zaman ise beyin, pozitif yaşam enerjisini kullanarak, yüksek frekanslı bilinç hallerine geçişe açık hale gelir.
“Ben ilmi açlıkta gizledim, insanlar onu toklukta arıyorlar…” (Hadis-i kudsi)
Oruç, biyolojik bedenin yanı sıra, daha da önemlisi, sonsuza kadar kullanılacak enerji, bedeni oluşturan zihnin ve ruhun daha sağlıklı olabilmesi için insanın kendine uygulayabileceği en önemli tedavi yöntemidir.
İnsan, yaşamı boyunca; doğum, yaşam ve ölümü anlamlandırabilmek için bir çok arınma yöntemleri geliştirmiştir. Bu yöntemlerden biri de oruçtur. Oruç, birçok farklı dinde, farklı biçimlerde karşımıza çıksa da, özünde ortak olan nokta yemek, içmek ve cinsel ilişki gibi dünyevi hazlardan uzak durarak, bilinç yenilemektir.
Ramazan ayının bereketi ve nurunun bütün insanlığa, uzlaşı, sağlık, mutluluk ve huzur getirmesini dilerim.
İslam Aleminin Ramazan Ayı mübarek olsun.
Bir sonraki yazım Yunan, Roma, Mısır ve tek tanrılı dinlerde, oruç ve oruç kültürünün tarihi olacak.
Kalın sağlıcakla.