Risk2: Suriye’deki kamplarda yaşayanlar
“Her gün televizyonlarda onlarca bilim insanı çıkıp, bir sürü şey anlatıyor. Türkçe konuşuyorlar, buna rağmen kafalarımız karışık. Bir de mültecileri düşünün” diyen Prof. Dr. Erdoğan, şöyle devam ediyor: “Birçoğunun okuma – yazması dahi yok! Ya da yalnızca Peştuca biliyor, Arapça biliyor. Peki, onlar nasıl bilgilenecek?” Hatay’ın misafir ettiği 400 bini aşkın sığınmacı başlığında, bunu biraz düşünelim mi?
Koronavirüs öncesinde de gündem oldular, şimdi de! Ancak şu an ki şartlar gereği olası bir salgının riskinde duranlar, olabilecekler konusuna dikkat çekmeyi sürdürüyor. Hatay’a komşu Suriye kenti İdlib için bu anlamda uyarıda bulunan isimlerden biri, İnsan Hak ve Hürriyetleri (İHH) İnsani Yardım Vakfı Genel Başkan Yardımcısı Erhan Yemelek oldu. Yemelek, Suriye’deki yüz binlerce savaş mağduru sivil ile İdlib ili kırsalı, Afrin ve Azez bölgelerindeki sığınmacı kamplarında yaşayan 1 milyon kişinin, koronavirüsten korunmak için desteğe ihtiyaç duyduğunu söyledi. Daha önce, bölgede yardım çalışmalarında bulunan gönüllülerin de ifade ettiği bir konuda uyarıda bulunan ve koronavirüse karşı kamplarda sosyal temas noktasında sorunlar yaşandığını belirten Yemelek, çadırların birbirlerine çok yakın olduğunun altını çizdi, bu durumun da mevcut riski ciddi anlamda arttırdığını dile getirdi. İfade edilen mi? Net!
“Suriye’nin kuzeybatısına ilk yeni tip koronavirüs (Kovid-19) tanı kitleri, 26 Mart tarihinde; Türkiye, BM İnsani Yardım Koordinasyon Ofisi ve Dünya Sağlık Örgütü tarafından gönderildi. Bu süreçte, teşhis ve tedavinin en kritik aşamalar olduğunu unutmamak gerekiyor. Bölgedeki mevcut şartlar da göz önüne alındığında, hem tanı kitlerinin hem de sivil hastanelere tıbbi malzeme desteğinin artırılması gerekiyor.”
En kötü senaryoya kendilerini hazırlamaya çalıştıklarını ifade eden Yemelek, hangar çadırlarından karantina ve sahra hastanesi kuracaklarını, herhangi bir korona vakası olması halinde de, tedavilerin bu hastanelerde yapılmasının planlandığını kaydetti.
-SORULAR!-
Sınırların ötesinde bunlar yaşanırken, ‘Ülkedeki 4 milyonu aşkın Suriyeli sığınmacı konusunda neredeyiz’ sorusu ise cevabını arıyor. Zira koronavirüs salgınında, mülteci ve göçmenler de zorlu bir mücadele veriyor. Pandemi, bu anlamda, Türkiye gibi ağır bir göç yükünün altına giren ülkeler için ayrı bir sınav niteliğinde. Ancak “evde kalabilme” konusunda hepimiz eşit derecede şanslı değiliz. O halde sormak gerekiyor! Yaklaşık 3,7 milyon Suriyeliye ev sahipliği yapan Türkiye’de, göçmenler, bütün bu değişimden nasıl etkileniyor? ‘Evde Kal’ın çağrısını yerine getirecek sosyal ve ekonomik koşulları sağlayabiliyorlar mı? Sağlık hizmetlerine sorunsuz erişimleri var mı?
-ELDEKİ!-
Deutsche Welle Türkçe’den Sinem Özdemir’e konuşan İltica ve Göç Araştırmalar Merkezi (İGAM) Başkanı Metin Çorabatır, “Acil durum haline geri dönmüş durumdayız” diyor. Suriyelilerin 1,7 milyonunun, Avrupa Birliği (AB) fonlarından gelen Kızılay Kart’lardan yararlandıklarını, bu karttan yararlanamayan ya da ek gelir gereksinimi olanların da kayıt dışı çalışarak geçimlerini sağladıklarını hatırlatan Çorabatır, koronavirüs krizi nedeniyle pek çok Suriyelinin işini kaybettiğini belirtiyor. Bazı işyerlerinin kapandığını, kimilerinin küçülmeye gittiğini, bazılarının da Suriyelilere, “Siz hastalık bulaştırırsınız, gelmeyin” dediğini aktarıyor.
Suriyelilerin, pandemiden önce, genellikle bürokratik ve hukuki işleriyle ilgili danışmak üzere kendilerine geldiklerini söyleyen Çorabatır, “Şimdiyse, ‘işimi kaybettim, kiramı, elektriğimi, suyumu ödeyemiyorum’ diyen, gıda yardımı isteyen onlarca insan her gün bizi arıyor” diyor. Çorabatır, çoğunun; sabun, bebek bezi, kadın pedi gibi temel hijyen malzemeleri dahi alamadığını söylüyor.
Metin Çorabatır, Türkiye’nin, 700 bin sığınmacı çocuğu okula göndererek bir başarı sağladığını, ancak pandemi döneminde pek çok çocuğun internet ve televizyonun olmaması gibi teknik imkânsızlıklar nedeniyle uzaktan eğitime katılamadığına da dikkat çekiyor.
Bu dönemin, Sivil Toplum Örgütleri’nin (STK) mültecilere destek konusundaki rolünün ne derece önemli olduğunu da ortaya koyduğunu söyleyen Çorabatır, “Bizim işimiz, herhangi bir sorunla bize gelen insanı, o sorununu çözecek yere yönlendirmek, o sorunu çözmekte yardımcı olmak. Ama şimdilerde çaldığımız bütün kapılar kapalı” diyor.
-YAKALANACAĞIZ!-
Peki, tüm dünyayı etkisine alan pandemi döneminde, pek çok ülkenin sağlık sistemleri zorlu bir sınav verirken, Hatay’dan İstanbul’a ve Kilis’ten Şanlıurfa’ya, Türkiye’deki kayıtlı ve kayıtsız göçmenlerin sağlık hizmetlerine erişimi ne durumda?
İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi, 2 Nisan’da yaptığı açıklamada, son günlerde bazı kayıtsız göçmenlerin COVID-19 belirtileri taşımalarına rağmen hastaneye kabul edilmediği duyumları aldıklarını kaydetmişti. Açıklamada, bu kişilerin, hastane polisince “idari gözetime alınmakla” tehdit edilerek, müracaatlarının engellendiği bilgisinin kendilerine ulaştığı belirtilmişti.
-KORKUYORLAR!-
İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi Başkanı Avukat Tuğçe Duygu Köksal, yaptığı açıklamada, kendilerine doğrudan bildirilen bir vaka olmadığını, ancak bu yönde duyumlar aldıkları için gerekli tedbirlerin alınması adına açıklamayı yayınladıklarını söylüyor. Gelen duyumların tamamının kayıtsız sığınmacılarla alakalı olduğunu, kayıtlı olanlarla ilgili ise bir sıkıntı bulunmadığını da sözlerine ekliyor, Köksal, ama… Kayıt dışı, yani düzensiz göçmenlerle ilgili başka bir sıkıntıya da dikkat çekiyor:
“İdari gözetim korkusuyla hastaneye gitmek istemiyor olabilirler. Orada, hastane polisi var. Başlarına bir şey gelir mi endişesi olabilir. Zira kayıtlar, polisin, Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’ne yönlendirmesiyle oluyor. O yüzden biz, sıkıntının Göç İdaresi’nden değil, Sağlık Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü üzerinden kaynaklanıyor olabileceğini düşündük.”
Göç İdaresi’nin, mevcut politikada bir değişikliğe gitmediğini, kayıtsız da olsa kişilerin acil sağlık hizmetlerine erişimi bulunduğunu belirten Köksal, buna rağmen, hastanelerin kimi zaman aksi yönde inisiyatif almaları nedeniyle uygulamada olumsuzluklar yaşanıyor olabileceğine dikkat çekiyor.
Sağlık Bakanlığı’nın ve İçişleri Bakanlığı’nın, hem hastanelere hem de Emniyet Genel Müdürlüğü’ne yönelik yapacağı bilgilendirme ve farkındalık çalışmasıyla bu sıkıntının giderebileceğini ifade eden İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi Başkanı Avukat Tuğçe Duygu Köksal, özellikle kolluk kuvvetlerine yönelik bilgilendirmenin, mevcut yasal düzenlemede öngörüldüğü üzere, “idari gözetimin en son çare olarak uygulanması” esasına vurgu yapması gerektiğini ifade ediyor.
-YÜK, AĞIR!-
Hatay merkezli ‘sığınmacı’ çalışmaları ile bilinen, Türk – Alman Üniversitesi Göç ve Uyum Araştırmaları Merkezi – TAGU Müdürü Prof. Dr. M. Murat Erdoğan’a göre ise, bu, Türkiye’nin tek başına sırtlayabileceği bir yük değil. “Başta AB, Birleşmiş Milletler ve Dünya Sağlık Örgütü olmak üzere, uluslararası kurumların devreye girip, vatandaş olmayan mülteci, sığınmacı ve düzensiz göçmenlerin sağlıklarına yönelik, özellikle Türkiye gibi aşırı yük almış ülkelere acil mali kaynak aktarmaları gerektiğini” söyleyen Erdoğan, “Bu, bence, çok ama çok acilen yapılması gereken bir şey. Türkiye, hali hazırda çok şey yapıyor bu konuda. Ama ne yaparsa yapsın, bu kadarına da yetişemez. Özellikle de siyasi tansiyon bu kadar yüksekken, bu, pandemi göçmen – sığınmacı karşıtlığına, nefrete yol açabilir” diyor.
Türkiye’de, 3,7 milyon geçici koruma altında Suriyeli yanı sıra 400 bin kadar da uluslararası koruma altında sığınmacı olduğunu hatırlatan Erdoğan, asıl kritik olanın “düzensiz göçmenlerin durumu” olduğuna dikkat çekiyor. Türkiye’ye gelen düzensiz göçmenlerin sayısında son 5 yılda rekor bir artış yaşandığını aktaran Erdoğan, yalnızca devletin yakaladığı düzensiz göçmen sayısının 1,2 milyondan fazla olduğunu, bunların bir kısmı geri gönderilmiş bile olsa, mevcut rakamın hâlâ 1 milyonun üzerinde olduğunu kaydediyor. Erdoğan, bu rakamın yarısı kadar da yakalanmayan düzensiz göçmen bulunduğu tahminini dile getiriyor.
-NE YAPMALI?-
“Her gün televizyonlarda onlarca bilim insanı çıkıp, bir sürü şey anlatıyor. Türkçe konuşuyorlar, buna rağmen kafalarımız karışık. Bir de mültecileri düşünün” diyen Prof. Dr. Erdoğan, şöyle devam ediyor: “Birçoğunun okuma – yazması dahi yok! Ya da yalnızca Peştuca biliyor, Arapça biliyor. Peki, onlar nasıl bilgilenecek?”
Erdoğan’a göre, sosyal medyadan da yararlanılarak, Sağlık Bakanı ya da Cumhurbaşkanının pandemiye ilişkin bilgileri aktardığı kısa videolar yoluyla, vatandaş olmayanlara, kendi ana dillerinde ulaşılması gerekiyor.
-HAZIRLANMALIYIZ!-
Benzer bir konuda uyarıda bulunan ve “Sağlık Bakanı’nın kurulacağını duyurduğu Toplum Bilimleri Kurulu’na, kamunun dışından, mülteci uzmanlarının ve STK temsilcilerinin de davet edilmesi gerektiğini” savunan İGAM Başkanı Metin Çorabatır, mülteci ve göçmenler konusunda belirlenecek yol haritasında, kriz dönemi kadar, pandemi sonrası dönemin de göz önünde bulundurulması gerektiğini ifade ediyor. Çorabatır, “Az bir nüfustan değil, milyonlardan bahsediyoruz. Dolayısıyla, ne yapacağımızı yeniden gözden geçirerek önümüzdeki günlere hazırlanmalıyız” diyor.
İGAM Başkanı, bu süreçte Suriye’deki durumun kilit önemini de şu sözlerle özetliyor: “Suriye’de barış olmadıkça, mültecilerin dönmesi söz konusu değil. Şimdi başka bir anlamda da asıl tehlike, Suriye’de. Virüs orada da yayılıyor ve ülkedeki sağlık alt yapısı tamamen çökmüş durumda. Orası, bir başka salgın merkezi olacak veya oldu, bilmiyoruz.”
Tamer Yazar